DUYURU
'Hasan Nail Canat Anma Programı'
Esenler Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi / 20 Ekim 2024 / Saat: 17.00

Hasan Nail Canat vefatının 20. yılında unutulmadı!

2004 yılında vefat eden merhum şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat, vefatının 20. yıldönümünde Esenler Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir anma programında dostları ve sevenleri tarafından rahmetle ve özlemle anıldı. Programın sunuculuğunu ve oturum başkanlığını Şair, Yazar ve Sunucu Kasım Alper Özdemir'in yaptığı anma programında; Eski Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Yazar Nehir Aydın Gökduman ve Tiyatrocu Erkay Yavuz, Hasan Nail Canat'ın Kayseri'de başlayan sanat hayatını, tiyatroculuğunu, sanatçı kişiliğini ve edebiyatçı kimliğini anlattılar.

"Hasan Nail Canat Anma Programı'nın sunuculuğunu ve oturum başkanlığını yapan Kasım Alper Özdemir'e, saygıdeğer konuşmacılar Yaşar Karayel, Nehir Aydın Gökduman ve Erkay Yavuz'a yürekten katkılarından dolayı, anma programına sırf bizi yalnız bırakmamak için katılan Kayseri Milletvekili Hulusi Akar Bey'e, İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel Bey'e, Kuyumcukent Yönetim Kurulu Üyesi Nevzat Sudaş Bey'e, Araştırmacı Yazar Hüsamettin Ertem'e, Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Akçakaya'ya ve Esenler Belediyesi'ne önemli katkılarından dolayı yürekten teşekkür ederiz."

HASAN NAİL CANAT ANMA PROGRAMI'NIN VİDEO ÇEKİMİ VE YAZILI/GÖRSEL BASINDA YER ALAN HABERLER

Hasan Nail Canat Anma Programı'nın video çekimi
Hasan Nail Canat Anma Programı ile ilgili yazılı ve görsel basında yer alan haberler
KASIM ALPER ÖZDEMİR: HASAN NAİL CANAT'IN HAYATI ÇİLELİ AMA VEFA DOLU BİR HAYAT

Anma programında selamlama konuşması yapmak adına sözlerine başlayan Kasım Alper Özdemir, "Gül, gül ki gül yüzünde binlerce güller açsın, Gül bahçesi gül yüzünden sevgi topla demet demet, Sevgide güller açsın, güller sevgi dağıtsın, Sevgiyle bakıyor gül gibi görüyorsan sen bahtiyarsın"... Hasan Nail Canat'ın "Sanat, gülü incitmeden gül yaprağına şiir yazmaktır" sözünden yola çıkarak ben de konuşmama merhum şehidimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun "Gül" şiiriyle başlamak istedim. Sayın milletvekilim, kıymetli büyüklerim, memleket sevdalıları, tiyatro sevdalıları, Esenler'de Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi'nde böyle güzel bir mekânda böyle güzel bir insan olan Üstad Hasan Nail Canat'ı vefatının 20. yılında, doğumunun 81. yılında anmak için buradayız. Bu güzel etkinliğe hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. 21 Ekim 2004 tarihinde vefat eden Hasan Nail Canat'ın hayatı çileyle dolu ama bir o kadar da güzel ve vefa dolu bir hayattı. Hasan Nail Canat'ı tanıyanlar ve ailesi bugün burada onu anlatacaklar. Programın başındaki sinevizyonda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi'nin ve bir önceki Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Beyefendi'nin Hasan Nail Canat hakkındaki duygu ve düşüncelerini izledik. Bunlarla birlikte birçok sanatçı, yazar, siyasetçi, tiyatrocu, aktivist, akademisyen Üstad'ı anlatmışlar. Ne kadar da güzel... Yani sağdan, soldan, her görüşten insan Hasan Nail Canat'ın o mahzun, o vefalı yönünü çok güzel anlatmışlar. Biz bu programda en çok vefa diyerek vefada buluşmuş olacağız. Ben de biraz sonra Hasan Nail Canat'ın Bosna-Hersek'li çocuklar için yazdığı "Erik Ağacı Destanı" şiirini okuyacağım. Ardından Hasan Nail Canat'ı Eski Kayseri Milletvekilimiz Yaşar Karayel Bey, Yazar Nehir Aydın Gökduman Hanımefendi ve Tiyatrocu Erkay Yavuz anlatacak" dedi.

KASIM ALPER ÖZDEMİR "ERİK AĞACI DESTANI" ŞİİRİNİ OKUDU

"Erik Ağacı Destanı" şiirini okumadan önce kısa bir konuşma yapan Kasım Alper Özdemir, "Hasan Nail Canat'ın çok özel bir şiiri olan "Erik Ağacı Destanı" şiirini yıllar önce Hüseyin Kartal ağabeyimiz okumuş. 2013 yılında vefat eden Hüseyin Kartal Ağabey'e de Allah'tan rahmet diliyorum. Hüseyin Kartal şiiri çok güzel okumuş, ben ondan dinledim, ondan daha güzel okuyamam ama bu şiiri okumamızdaki amacımız dünyanın dört bir yanında zulüm gören Müslümanları anmaktır. "Erik Ağacı Destanı" şiiri Bosna'daki hüznü anlatıyor. Maalesef dünya halen kanıyor. Bosna'daki çocuklar 30 yıl önce ağlarken bugün de Gazze'de çocuklar ağlıyor. Biz bu şiiri Bosna'dan Gazze'ye kadar bütün mazlum çocuklara, o mahzun annelere armağan etmiş olalım. Vefatının 20. yılında da Hasan Nail Canat'ı bu şiiriyle anmış olalım" diyerek Hasan Nail Canat'ın "Erik Ağacı Destanı" şiirini dünyanın her yerinde zulüm gören Müslümanlara armağan ederek okudu.

YAŞAR KARAYEL: HASAN ABİ DOĞUMUNDAN ÖLÜMÜNE KADAR DAVA ADAMI OLARAK YAŞADI

Hasan Nail Canat'ın tiyatroya Kayseri'de başladığını ve ömrü boyunca tiyatrodan hiç kopmadığını anlatan Yaşar Karayel; "Bismillahirrahmanirrahim… Öncelikle Allah rahmet eylesin. Hasan Nail Canat Ağabeyimize, Kadir Topbaş Ağabeyimize ve bugün Gazze'de şehit olan analarımız, yavrularımız, bacılarımız, kardeşlerimiz ve onların liderlerine, cümlesine Cenab-ı Hak'tan rahmet diliyorum. Ruhları şâd olsun, mekânları cennet olsun. Onlar öldükçe inşallah oradan doğan çocuklarla birlikte hepimiz yeniden dirileceğiz. Ölmüş ruhlarımızla, şehit kanlarıyla yeniden dirilişe vesile olunacak. Bu ülke, bu ümmet inşallah yeniden ayağa kalkacak. Hasan Abi, bu düşüncelerin adamıydı. Hasan Abi, doğumundan ölümüne kadar bu davanın yükünü çekti, bu davanın adamı oldu. Babası bir mahalle imamıydı, Allah rahmet eylesin. Babasının Hasan Nail Canat'ın yetişmesinde çok büyük katkısı oldu. Hasan Abi, Kayseri İmam Hatip Lisesi'nden mezun olduktan sonra, o zamanki şartlarda, 1960'lı yıllarda fakirlik vardı, yoksulluk vardı. Yeni doğan çocuğun aileye mutlaka bir katkısı olması gerekirdi. Hasan Abi, mezun olduktan sonra arkadaşlarıyla birlikte o civarda en itibarlı kurumlardan birisi olan, askeri teçhizatların olduğu hava ikmal ana tamir fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Orada onu yakinen tanıyan Ahmet Taşçı Ağabeyimiz vardı. Birazdan inşallah Hulusi Akar Paşa da burada olacak. O da kendisini yakinen tanır. Hasan Abi, bizim ağabeyimizdi. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, 1965'li yıllarda Kayseri'ye gelip konferans verdiğinde onlar hep yanlarında olurdu. Biz de onların arkasından gelen kuşaklarız. Ana tamir fabrikasında 5-6 arkadaştılar. Bunların içinde merhum Mustafa Miyasoğlu onun en yakın dostuydu. Birlik Vakfı Edirne Şubesi Başkanlığı yapmış olan ve 2016 yılında vefat eden diş hekimi Halil Şirvanlı Ağabeyimiz ve Şair-Yazar Bekir Oğuzbaşaran da yakın dostuydu. Birbirleriyle çok yakındılar. O zamanlar fakirlik diz boyuydu, kimsede para yoktu. Fakat bu yakın arkadaşlar hava ikmal ana tamir fabrikasında çalıştıkları için maaşları iyi olan insanlardı. Büyük Doğu Dergisi çıkıyordu. Büyük Doğu Dergisi'ni bizim alacak paramız yoktu. Hasan Abi ve arkadaşları Büyük Doğu Dergisi'nin her sayısından çok sayıda alır, önce kendileri okur, sonra bizim gibi gençlere okumamız için verirlerdi. Biz de bu sayede Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i daha yakından tanımaya başlıyorduk. Hasan Abi o dönemlerde imam hatip lisesinde müsamerelerde oynayarak başladığı tiyatro serüvenine daha sonra başka bir işte çalışırken de devam etti, yani tiyatrodan hiç kopmadı. Kayseri'de belediye iş hanının 2. katındaki odada Büyük Doğu Fikir Kulübü vardı. Arkasında Türk Dünyası Derneği'nin çıkardığı derginin de bir yeri vardı. Derneğin Genel Başkanı Osman Turan'dı. Aynı zamanda orada Söğüt Kitabevi de vardı. Derneğin genel sekreteri olan ağabeyimizin vesilesiyle Hasan Abi de oralarda bulunurdu. İslami faaliyette olan birçok sivil toplum kuruluşunda Hasan Abi faaliyetlerini sürdürürdü. Hasan Abi vefakâr bir adamdı. Anlatması, konuşması iyiydi, güzel konuşurdu. Bundan dolayı çalıştığı hava ikmal ana tamir fabrikasında Hak-İş Sendikası'nın temsilcisi olmuştu. Hasan Abi, Hak-İş Sendikası'nın temsilcisi olduktan sonra ana tamir fabrikasında İslami faaliyetler başlayınca o zamanlar Kayseri'de Doğu Menzil komutanı vardı. Bu komutan 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncü generallerindendi. O komutan ana tamir fabrikasına gelip işçilere yemek paydosunda nutuk atarak, "bakın, iki yeşil komünist var, biri Necip Fazıl Kısakürek, diğeri Bediüzzaman Said Nursi, sakın bunların fikirleriyle uğraşmayın, haberiniz olsun" dermiş. O günleri Hasan Abi şöyle anlatırdı, "Bizim yemekler soğurdu, yemeklerin yenecek hali kalmazdı, adam bir saat nutuk atıp çeker gider, yani sigara alışkanlıkları olanlar da vardı, adamın arkasından herkes söyleyeceğini söylerdi" derdi. Bahsettiğim Doğu Menzil komutanı 1980'den sonra Ankara'da Bakanlık da yaptı. Çok melun bir adamdı. Toprağı bol olsun. Bunlar Anadolu insanının hep yaşadığı şeylerdi. Anadolu insanı vefakârdı ama çilekeşti. Hasan Abi, Kayseri'den gitmeden önce yakın arkadaşı Bekir Oğuzbaşaran ile birlikte bir şiir kitabı çıkarmaya niyetlendi ama daha sonra kendi adına özel olarak ilk şiir kitabı Yalnızlar Rıhtımı'nı çıkardı. Hasan Nail Canat, Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştıktan sonra Büyük Doğu ile ilgili müktesebatını genişletince Üstad'ın şiirleri onun için bir ilham kaynağı oldu ve bir tiyatro sevdalısı haline geldi. O günden itibaren bütün tiyatrolarında Necip Fazıl vurgusu oldu. Necip Fazıl'da para bayatlamazdı, olunca hemen harcardı rahmetli, Allah rahmet eylesin. Hasan Abi'de de laf bayatlamazdı, düşündüklerini söylerdi, söylediklerini kendi hayatında da yaşayan çok vefakâr bir insandı. İstanbul'a geldikten sonra da irtibatımızı hiç koparmadık. Özellikle 1980 askeri darbesinden sonra çok büyük sıkıntılar çektik. Bütün sendikalar ve dernekler kapatıldı. Yazan, çizen, ne kadar düşünen insan varsa o dönemde ya hapse atıldı, ya sürgüne gönderildi. Hasan Abi de 12 Eylül 1980 darbesinin en büyük yükünü çekenlerden birisi oldu. O dönemlerde Hasan Abi evinin kirasını ödeyemeyecek, çocuklarının nafakasını kazanamayacak durumlara geldi. Yayınevi sahibi olan bir arkadaşımızın desteğiyle ilk kitabını yazdı ve o ilk kitabıyla birlikte biraz daha toparlandı. Hatta o ilk kitaplarından birisi de Milli Gazete'de tefrika edildi. Hem tanınmışlığı arttı, hem de içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan kurtuldu. O kitabı yazması onu daha çok cesaretlendirdi. O cesaretle birlikte yeni eserler yazmaya başladı. Bugün bildiğimiz birçok eserini o dönemde kaleme aldı. Doğrusu Hasan Abi doğumundan ölümüne kadar, 61 yıllık ömrü boyunca hep fikir adamı, dava adamı, şair, yazar, düşünür ve tiyatrocu olarak hem yazdı, hem oynadı. Birlikte aynı sahneyi paylaştığı arkadaşı Ulvi Alacakaptan Bey de burada, kendisini saygıyla selamlıyorum. O zamanlar Milli Türk Talebe Birliği'nde de tiyatro oyunlarını sahnelemişti. Biz de o zaman tiyatro oyunlarını seyretmiştik. Daha sonraki dönemlerde farklı tiyatro ekipleriyle çalışmaları oldu ama doğrusu en iyi dönemleri kendi yazdığı oyunlarıyla başrol oynayarak sergilediği oyunlardı. Birçok filmde rol aldı. Dizilerde ve sinema filmlerinde oynadı. Yönetmen Mesut Uçakan, Hasan Abi'nin "Bir Avuç Ateş" isimli eserini "Çöküş" ismiyle beyazperdeye uyarladı. Hasan Abi, üretken, çalışkan, vefalı, iyi bir dost, güzel bir insan, iyi bir mümindi. Biz insanlığına, imanına, müminliğine şahidiz. Cenab-ı Allah kendisini cennetine koysun. Biz de onun arkadaşları, dostları ve kardeşleri olarak onu her daim minnetle ve şükranla yâd ediyoruz. Allah ondan razı olsun. Arkasından gelen evlatları ve torunları onu unutturmamaya çalışıyorlar. Torunu Hasan Canat çok güzel bir kitap yazmış. Bana da getirdi, devamını da bekliyor ve diliyoruz. Teşrif ettiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyoruz. Tüm geçmişlerimizin ruhu için ve şehitlerimizin ruhu için birer Fatiha okuyalım" diye konuştu.

NEHİR AYDIN GÖKDUMAN: HASAN NAİL CANAT ESERLERİNDE ÇOCUK EDEBİYATININ HAKKINI VERMİŞTİR

Hasan Nail Canat'ın eserlerinde evrensel çizgiyi çok iyi yakaladığını ve bunu yaparken değerlerinden taviz vermediğini belirten Nehir Aydın Gökduman; "Değerli misafirlerimiz, hoş geldiniz. Hasan Nail Canat Üstadımızla ilgili beni "böyle bir programa katılıp konuşmacı olmak ister misiniz?" diye Hasan Canat kardeşim aradığında olumlu yanıt vermiştim. Henüz etkinlik sezonu başlamamıştı. Ben de öyle hiç düşünmeden "tamam, gelirim, konuşurum" dedim. Heyecanlı ve afaki bir şekilde kabul ettim. Sonra düşündüm, "kızım sen ne yaptın, yani Hasan Nail Canat gibi büyük bir Üstad'ın anlatıldığı programda kelam edeceksin, sağlığında görmedin, onunla ilgili bir hatıran yok, kendisini içselleştirecek kadar tanımıyorsun, ne anlatacaksın orada, niye böyle bir şeyi kabul ettin" dedim. Sonra bir daha düşündüm, "insanları sevmek için onları mutlaka görmek gerekmiyor, yani onlar arkalarında bıraktıkları izlerle, eserlerle bizim kalbimizde zaten nüvelerini bıraktıkları için belki bir şeyler konuşabilirim" diyerek buraya geldim. Haddim olmadan haddimi aşarsam veya bilmediğim bir konuda bir şey söylersem lütfen beni affedin. Ben 1992 yılından beri çocuk ve genç edebiyatı ile ilgileniyorum. Türkiye'de bu işe başladığımda çocuk edebiyatının adı bile anılmıyordu. Çocuklar için ülkemizde çeviri kitaplar vardı. Benim çocukluğum da bunlarla geçti. Jules Verne'nin kitapları, Andersen masalları, Grimm kardeşler, Doğu'dan, Batı'dan klasikler babında ne varsa biz de bunlarla büyüdük. Ben şehirli çocuğuyum. Sonrasında çocukluğumdan beri hayalini kurduğum yazarlığın peşinden giderken en sonunda bizi 28 Şubat döneminde başörtüsünden dolayı üniversiteden attılar. Ondan sonrasında yazarlığa adım attığımda, "memleketimizde acaba neler yazılmış, neler yapılmış?" diye baktığımda Hasan Nail Canat Üstad'ın, ben de ona Hasan Abi demek istiyorum, kitaplarıyla tanıştım. O dönemde yerli metinler olarak çocuklar için yazan Cahit Zarifoğlu vardı. Biraz daha gerilere gidersek Kemalettin Tuğcu ile Ömer Seyfettin vardı. Sonrasında baktım ki, Hasan Nail Canat Üstadımız eserlerinde hem tiyatronun hem de çocuk edebiyatının hakkını vermiş. Özellikle bizler günümüz edebiyatını kitaplarımızda uygularken evrensel değerler üzerinden dünyanın her tarafında okunsun istiyoruz. Mesela bazı kitapların orijinal hali çeviri yapılıyor. Bizler de kitap yazarken; yani İngilizce, Almanca, Arapça farketmeksizin evrensel değerler üzerinden kitap yazarken dini ve milli değerlerimizi kaybetmek de istemiyoruz. İşte ben Üstad'ın kitaplarında bu çizgiyi çok iyi yakaladığını gördüm. Hem evrensel değerler üzerinden yazmış, hem de bunu yaparken herkese şirin görünmek adına, mesela siyasetçilere ve sanatçılara şirin görünmek adına kendi değerlerinden asla taviz vermemiş. Baktığımız zaman kendi sokağımızı görüyoruz, kendi kişiliklerimizi görüyoruz, kendi ailelerimizi görüyoruz, kendi tarihimizi görüyoruz, kendi sokağımızdaki camiyi, imamı veya kötü insanları görüyoruz. Hasan Nail Canat'ın eserlerini okurken kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz. Ben bundan yıllar önce çocuk edebiyatı alanında bir atölyeyle tanıştım. Biz bu atölyede dünya edebiyatına dair kitaplar okuyorduk, sonra yerli metinler okuyorduk. Yerli metinler okurken çocuk edebiyatında çok popüler olan ve kendini ispat etmiş isimlerin antolojisine bakardık, hayatta mı değil mi diye… Bir gün kitap okurken, bir çocuk kitabında çocuğun dilinden yapılan anlatıda çocuğun babaannesinden, babaannemin kimonosu, babaannemin elindeki bilmediğimiz eşya diye bahsettiğini farkettim. Bizim okuma grubumuzu yöneten hocamıza "bu okuduğum kitaplarda hiç kendi sokaklarımızı, kendi mahallemizi, kendi değerlerimizi, kendi giyim ve kuşamımızı görmüyorum" dedim. Hocamız "evet ama işte olsun, bunları da okuyup öğrenmemiz gerekiyor" dedi. Belki de hocamız yerli metinlerde okunacak bir şey olmadığını düşündüğü için böyle demiş olabilir. Bence biz içimizdeki değerlerin yeterince kıymetini bilmiyoruz. Yaşarken de bilmiyoruz, öldükten sonra da bilmiyoruz. Programın başında izlediğimiz sinevizyon videosundaki Hasan Nail Canat Üstad'ın hakkında söylenen güzel ve anlamlı sözler bana çok moral verdi. "Belki bizi yaşarken tanıyamayanlar kitaplarımızdan dolayı vefat ettikten sonra bizi de böyle anarlar, buna mazhar olabiliriz" diye ümit ettim. Eğer yaptığınız işte bir nitelik varsa o eninde sonunda size dönüyor. Hasan Nail Canat'ın kitaplarında da gördüğüm önemli detayları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir kere kitaplarında günümüz insanlarında çokça rastladığımız bilgiçlik, bencillik, kendini düşünme, kendini kayırma, kendi hesabını övme gibi çıkarcı duygular göremedim. Bu duyguları yaşayan ya da bu duygularla yer alan karakterler zaten kitapların sonunda beklemedikleri sonuca ulaşıyorlar, ya derslerini alıyorlar, ya da cezalandırılıyorlar. Bunları yaparken Üstad Hasan Nail Canat hiçbir zaman kişileri ötekileştirmemiş, öteki olarak görmemiş. Onları kendi içerisinde düşünerek, onları aynı zamanda severek, onların aynı zamanda düzelmelerini de umut ederek bir çizgide gitmiş. Bunu yaparken sadece milli değerlerle de sınırlı kalmamış. Mesela Nur Dağındaki Çocuk romanında Afganistan mücadelesini anlatıyor. Orada Moskof'a karşı bir direniş var. Bugün Filistin'de siyoniste karşı direniş var. Dünyada değişen çok fazla bir şey yok. Sadece roller değişiyor, karakterler değişiyor ama süregelen çizgi aynı… Bunu küçük yaştaki çocuklar için düşünülen çocuk edebiyatında iyi bir şekilde vererek çocuklara direniş ruhunu, cihat ruhunu gösterebilmiş. Biz halen çocuk edebiyatı alanında eserler yazarken, ki yayınlanmış 100'ün üstünde kitabım var, buna rağmen yazdığım eserleri yayınlanmadan önce editörüme gönderdiğimde çok korkuyorum. "Eyvah, şurası çocuk edebiyatına uymazsa, burada yazdıklarınız çocuklara ağır gelir derlerse, burada sorumluluk çocuğa çok fazla yüklenmiş denilirse" diye endişeleniyoruz. Çünkü artık çocuk edebiyatı Hasan Nail Canat Üstadımızın zamanındaki gibi ilerleyemiyor. Şimdiki çocuk edebiyatımızdaki çocuk karakterlerimiz amiyane tabirle söylüyorum, çok light, ya da çokbilmiş, büyümüş de küçülmüş, büyüklerine ders veren vasfında, sorumluluk almaktan uzak… Ortaokul dönemindekiler zaten artık tamamen kontrolden çıkmış. Ortaokul kitaplarındaki karakterlerden bahsediyorum. Flörtleri var, gelenekleri beğenmiyorlar, ailelerini beğenmiyorlar, ailelerinin verdikleri sorumlulukları taşımak istemiyorlar. Şu an çocuk edebiyatı bu durumdayken Üstad Hasan Nail Canat'ın kitaplarındaki çocukların küçük yaştan itibaren hayatın bütün zorluklarını üstlenmek zorunda olduklarını görüyoruz. 1980'li ve 1990'lı yılların dünyası böyle olabilir. O dönemde yazıldığı için belki sorumluluklar böyle fazla olabilir. Bu demek değildir ki, günümüzdeki çocukların o çocukların yaşadığı sorumluluklardan beri tutulması, her dediklerinin yapılması, egolu olması gereksin. Mesela Kemal Sayar böyle yetiştirilen çocuklar için "hormonlu" diyor. Hormonlu çocuklar yetiştirip büyüğünü büyük bilmeyen, küçüğünü küçük bilmeyen, sadece kendi nefsi duygularıyla yaşayan, yeri geldiğinde annesini babasını kıyasıya eleştiren çocuk karakterler bize o kitaplardaki sorumluluk duygusunu bilen çocukları aratıyor. Gittikçe fırtına büyüyor biliyor musunuz? Çok iyi biliyorum, çocuk edebiyatında çok deneyimsiz isimler kaliteli isimler olarak ortaya çıkarılıyor. İçlerinden bir tanesini örnek olarak söyleyebilirim. Kitabın yazarı seküler çevreden bir isim… Olabilir, seküler çevrelere de saygımız var. Herkes dünyevi ve uhrevi ayrımını istediği gibi tercih edebilir. Fakat bence toplumun değerlerine her halükarda saygı duymak zorundadır. Çünkü Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de Enam Suresi'nin 108. ayetinde, "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir" buyuruyor. Dolayısıyla çocuk edebiyatına dair eser üretenler bu konulara hassasiyetle dikkat etmelidir. Buna rağmen hiç tasvip etmediğim ve ortaokulda örnek kitap olarak gösterilen bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Mesela çocuk yazın Kuran kursuna gidiyor. Cami imamı ders bittikten sonra "hadi evladım, camimizi tertemiz yapın" diyerek çocukların ellerine birer süpürge veriyor. Kitaptaki örnek karakter olan çocuk süpürgeyi fırlatıp atarak, "her yıl zaten dedemin bakkalını süpürüyorum, burada da bu camiyi mi süpüreceğim?" diyor. Çocuğun bu yaptığı itiraz dedesi tarafından "sen kime çektin, sen niye böylesin, yaramaz, afacan, tatlı şey" diye geçiştiriliyor. Çocuk edebiyatı çok büyük bir derya… Keşke bununla ilgili bir panel daha yapsak… Bu konudaki düşüncelerimi sizinle daha fazla paylaşmak isterim. Türkiye'deki çocuk kitaplarında büyük bir yangın var. Özellikle çocuk ve genç edebiyatında öyle Hasan Nail Canat'ın kitaplarındaki gibi dini kaygılarla kitaplar yazılmıyor. Artık insanlar "ne kadar popüler olurum, ne kadar takipçi yaparım, bu kitabı nasıl satarım, iki kitapla nasıl ünlü olurum, hangi belediyeden bilmem ne alırım, hangi fuarda kırk dakika konuşurum da 200-300 bin lira konuşma ücreti isterim" diye düşünüyorlar. O yüzden bizim karakterlerimizi geliştirebileceğimiz örnek insanlara ihtiyacımız var. Ama ölü, ama diri... Yoksa bu piyasa böyle giderse nitelik diye bir şey kalmayacak. Hasan Nail Canat gibi edebiyata, tiyatroya, sanata emek vermiş ve gülün yaprağını incitmeyecek kadar naif bir tutum sergilemiş büyüklerimizle irtibatımızı koparmamamız gerekiyor. Onların dilinden feyz almamız gerekiyor ve duruşumuzu bireysel ve kurumsal olarak daima göstermemiz gerekiyor. Bir kere bu bananecilikten sıyrılmamız gerekiyor. Bu toplum bizim, bu çocuklar bizim, bu tarih bizim, bu kitaplar bizim, bu sanat bizim… Hasan Nail Canat, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarifoğlu gibi Üstadlar da bizim… Biz halef-selef ilişkisini, usta-çırak ilişkisini almaya ve yaşatmaya her zaman hazırız. Bu konuda da kurumlarımızdan, sizlerden, okurlarımızdan destek bekliyoruz ki, bu gemi yürüsün. Teşekkür ediyorum" dedi.

ERKAY YAVUZ: HASAN NAİL HOCAM TİYATRODA UFKUMU AÇTI

Tiyatroyu Hasan Nail Canat'tan öğrendiğini ve onun sayesinde tiyatroya gönül verdiğini söyleyen Erkay Yavuz; "Mehmet Safa Canat Ağabeyim ve Hasan Canat kardeşim, böyle bir programı hazırladığınız için elinize sağlık, emeğinize sağlık… Gerçekten burada olmak benim için çok onur vericidir. Hasan Nail Hoca benim ustamdı. Onun yanına geldiğimde çocuktum. Hani oyun oynamaya geliyoruz, tiyatro oynamaya geliyoruz düşüncesindeydik. Onun yanında sahneye çıktım, sahneye ilk adımımı onun yanında attım. Hasan Hocam ile bizim çok teşrik-i mesaimiz oldu. Beraber oyunlarda oynadık. Benim yazdığım "Demedim mi?" isminde bir oyunum vardı. Üsküdar Altunizade Kültür Merkezi'nde bir yıl boyunca o oyunda Hasan Hocam ile beraber oynadık. Bu benim için çok büyük bir gurur ve tecrübeydi. Şöyle söyleyeyim, ben aslında tiyatrodan önce hayata tutunmaya çalışıyordum. Çünkü boşluktaydım. 1990'lı yılların sonunda çıkan ekonomik krizi ve meclisin önünde fırlatılan yazarkasayı hatırlıyorum. Bir yandan üniversite okuyordum, bir yandan çalışıyordum. Edebiyata olan ilgimden dolayı hem okuyordum, hem de bir şeyler karalamaya çalışıyordum. Sonra Hasan Hoca'nın yanına geldim. Edebiyata ve yazmaya olan ilgim daha da arttı. Buna büyük ölçüde Hasan Nail Canat vesile oldu. Çünkü Hasan Nail Canat yanına gelen öğrencilerine sadece Üsküdar Belediyesi'nde çalışan bir tiyatro hocasının 2 saatlik kısa bir mesaide yapacağını yapıp, sonra da evine gidip dinlenmek isteyen bir hoca olmadı. Usta bizi yanına alırdı, bizimle dertleşirdi, bizim eksiğimizi sorardı. "Yazdıklarınızı getirin bakayım" derdi. Bir tek içlerinde ben bir şeyler yazıyordum. Yazdığım metinleri beraber okuyorduk. "Şurasını şöyle yap, burasını böyle yap" diye diye bir şekilde beni yönlendirerek bir tiyatro oyunu yazarı yapabildi. Allah ondan yüz bin kere razı olsun. Sahneye çıktım, tiyatrocu oldum, vefatından sonra konservatuar okudum. Okulum bitti, tiyatro yönetmenliği okudum. Benim ufkumu açan hep Hasan Nail Hoca oldu. Şunu söyleyebilirim, öğretmen olmak için 4 yıl üniversite okursunuz, atanırsınız, bir okula gidersiniz, öğretmenlik yaparsınız, maaşınızı alırsınız ama bu iş böyle bir iş değil. Ben bunu Hasan Nail Hocam'da gördüm. Benim çok hocam oldu. Hiçbiri beni cesaretlendirmedi, hiçbiri bana yol göstermedi. Beni sinemaya da Hasan Hocam yönlendirdi. Elimden tutup beni bir televizyon dizisine tavsiye etti. Onun sayesinde dizide oynadım. Daha sonra diziler yazdım, sinema filmleri yazdım. Ben bunları hep Hasan Hocamın ışığıyla yaptım. Hasan Nail Hoca çok başarılı bir hocaydı. Bugün benim de Ümraniye Belediyesi'nde kurduğum tiyatro akademisinde öğrencilerim var. Her sene konservatuara ekip arkadaşlarımla birlikte öğrenciler yetiştiriyoruz, onları sınavlara hazırlıyoruz. Ben de öğrencilerime Hasan Nail Hoca gibi bakıyorum, onun gibi anlatıyorum, onun gibi yardımcı olmaya çalışıyorum, onun gibi topluma kazandırmaya çalışıyorum. Bugün gençlerimiz birçok sıkıntılı durumlarla karşı karşıya geliyor. Bunlardan en yaygın olanı ateizm, deizm ve LGBT'dir. Bunlar sıkıntılı konular… Şu an gençlerimiz bunlarla mücadele ediyor. Ben ustamdan öğrendiğim gibi onlara yaklaşıyorum, yardımcı oluyorum, yol gösteriyorum. Bugün burada olmak bile benim için ayrı bir gururdur. Tiyatrocu kimliğiyle onu ele alacak olursak şunu söylemek isterim. Hasan Nail Canat geleneksel tiyatroyu çok iyi seviyede sahnede uygulayan bir üstattı. Ustam Ulvi Alacakaptan da burada, eksiğim varsa düzeltebilirsiniz. Size de saygı duyarak konuşuyorum, beni mazur görün. Bizim için baştacısınız. Hasan Hocam, Ortaoyunu, Meddah ve geleneksel tiyatronun kollarını başarılı bir şekilde oynardı. Ben de yanında yer aldım. Hasan Hocam aynı zamanda geleneksel tiyatrodan beslenirdi ve çağdaş tiyatroyu o şekilde yapardı. Çağdaş tiyatroya geleneksel Türk tiyatrosunun tiplerini veya konularını bir şekilde aksettirirdi. Çağdaş tiyatroyu bize izlettirirdi. Bu şekilde seyirciye daha sıcak gelirdi. Bunun örnekleri de var. Dünya görüşü olarak birbirinden çok farklı isimlerdir. Mesela İtalya'da Dario Fo isminde 2016 yılında vefat eden duayen bir tiyatrocu vardı. İtalyan halk tiyatrosundan beslenip tiyatroyu çağdaş tiyatroya uyarlayarak bugün bütün dünyaya tiyatrosunu duyurmuş, davasını sürdürmüş. Aynı şeyi Hasan Nail Hocamız da yaptı. Geleneksel tiyatrodan beslendi, davasını sürdürdü. Ama bir taraf Nobel ödülü aldı, çok ilerledi. Ama diğer tarafımız maalesef aynı destekle yoluna devam edemedi. Aslında bizim yaramız budur. Destekleme konusunda biz pek başarılı değiliz. İşte içimizden bir tane sanatçı çıkıyor. Maalesef daha fazla yanımızda olmamız gerekirken olamıyoruz. Öbür tarafa bakıyoruz, Dario Fo diyoruz. Bugün Japonya'da ve dünyanın birçok ülkesinde Dario Fo'yu tanıyorlar. Oyunları bütün dünyada duyulmuş. Hasan Hocam da aynısını yapmış, arada bir fark yok. Baktığınız zaman Dario Fo'nun da bir davası vardı, Hasan Hocam'ın da bir davası vardı. Elbette ki Hasan Nail Hocam'ın kutsal davası bambaşkaydı. Onların elindeki imkânlar daha büyüktü ve onlar sanatçılarını daha çok parlatıyordu. Ama bizim taraf maalesef bu konuda biraz eksik kaldı. Biraz çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor. Bu vesile ile Hasan Hocam'a Allah'tan rahmet diliyorum. Onun sayesinde buradayım, onun ışığıyla buradayım. Çağırdığınız için de teşekkür ediyorum" diye konuştu.

ULVİ ALACAKAPTAN: BİZ HASAN NAİL CANAT İLE METİN AKPINAR VE ZEKİ ALASYA İKİLİSİ GİBİYDİK

Anma programına konuk olarak katılan Tiyatro ve Sinema Sanatçısı Ulvi Alacakaptan kürsüde bir konuşma yaptı; "Selamünaleyküm… Çok yanlış bir anlayış vardır. Derler ki, sanat özgürlük ortamında yeşerir. Ona egemenlerin sanatı derler. Gerçek sanat zorluklar içinde yeşerir. Bu ülkedeki sanatçılar o zorlukların ne olduğunu çok iyi bilirler. Yani karakollardan geçmemiş, mahkemelere uğramamış sanatlar çöptür. Bizimki de böyle oldu. Yıl 1984… Ben öbür mahalleden bu mahalleye transfer olmuştum. Tiyatroyu bırakmıştım. Sonra tekrar tiyatroya başlamaya karar verdiğim günlerde Milli Gazete'de bir ilan gördüm. Milli Gazete okuyorduk. Çünkü yeni Müslüman olmuş birisi olarak İslam'a göre nasıl yaşayacağımı bilmiyordum. Bu devirde zaten Müslüman olmak kolay… Sonradan Müslüman olmak çok zor… Ben üzerinde İslam diyen ne varsa okudum, az kalsın kafayı yiyordum. Sonradan bir hocaya rastladık, o bizi rahatlattı. Milli Gazete'de "Anadolu'da turneye çıkacak oyuncular aranıyor" diye bir ilan görmüştüm. Adrese gittim, Hasan Hüseyin Maden'i gördüm. "Hasan Nail Canat nerede?" dedim. "Ah abi, geç kaldınız, Hasan Abi burada günlerce bekledi, kimse gelmeyince Kayseri'ye gitti" dedi. Hasan Abi ile sonradan buluştuk. "İnsanlar ve Soytarılar" oyununu araştırdık. Müzikli bir komediydi. "Sizi taşlarlar" dediler ama taşlamadılar. "Müzik mi, sizi öldürürler" dediler ama öldürmediler. İyiye seslenirseniz insanlar sizi anlıyorlar. Bir süre sonra kadroda değişiklikler oldu, öğrenciler filan gitti. Mücahit rolüne birisi gerekti ve Hasan Nail Canat'ı aramıza aldık. İlk oyunumuzu Hasan Abi ile İzmit'te oynadık. Daha öncesinde de iki defa İzmit'te oynamıştık. Oyunun sonunda "çok değerli bir misafirimiz var, size bugün aramıza katılacak olan Çağrı Sahnesi'nin genel sanat yönetmenini takdim ediyorum" diyerek Hasan Nail Canat'ı sahneye çıkardık, hep beraber alkışladık. Böyle gerekirdi, benden kıdemliydi, benden yaşlıydı. Bizden ayrılana kadar daha sonra kurduğumuz Birlik Sanat'ın da Genel Sanat Yönetmeni olarak kaldı. Biz Hasan Nail Canat ile Metin Akpınar ve Zeki Alasya ikilisi gibiydik. Şöyle ki, benim eksik taraflarımı o tamamlıyordu, onun eksik taraflarını ben tamamlıyordum. Hasan Abi'nin yazarlıktan gelen bir yeteneği vardı. Benim tiyatroda yazma yeteneğim yoktu. Bir de Hasan Nail Canat'ın halka çok sıcak gelen bir oyun üslubu vardı. Sadece geleneksel tiyatro değil, samimi, seyirciyle arasına duvar koymayan, seyirciyle beraber yaşayan bir oyun tarzı vardı. Ben de biraz daha modern tiyatroyu deniyorum. Gönlümde halen geleneksel tiyatro yatıyor. Biz Fransızlar kadar güzel Moliere, İngilizler kadar güzel Sheakespeare oynuyoruz. Kendimiz gibi oynadığımız bir tiyatromuz yok. Biz geleneksel olan her şeyi yaramaz diye bir kenara atmışız, yeniyi de alamamışız, ikisinin ortasında acayip garabet bir şey olmuşuz. Geleneksel deyince sadece ortaoyununu almışız. Hâlbuki köy seyirlik oyunları var, meddah var. Hasan Nail Canat ile biz çok güzel oyunlar sahneye koyduk. 1989 yılında beri oynadığımız "Başkasının Ölümü" oyunundan bahsetmek istiyorum. "Başkasının Ölümü" oyunu bir savaşta geçen, içinde isimler olmayan ama mağrur ve vahşi bir komutanın olduğu bir oyun… Bir ordu var, halkı bir köşeye sıkıştırmışlar, halkın da ismi belli değil. Komutan kanlı bir zafer kazanıp başkomutan olmak istiyor. Başkomutan olmak için düşman komutana teslim olmasını teklif ediyor ama komutan kabul etmeyince bütün birliklere imha emri veriyor. Sonra "Perşembe'ye evime döneceğim, hem de zaferimle döneceğim, mutlaka" diyor. Bir ses duyuyor, "o kadar kesin konuşma komutan". Bu ses önce İbrahim Sadri'nin sesiydi. Sonra o rolü devralan Hasan Nail Canat'ın sesiydi. 35 senedir oynuyoruz, daha da oynayacağız. İsimler yok ama dünyanın her yerinde ve bugün ne yazık ki Filistin'de yaşananların bire bir aynısıdır. "Başkasının Ölümü" İranlı Muhsin Mahbelbaf'ın eseridir. İbrahim Sadri de oyunun üzerinde biraz çalışmıştı ve oyunun ilk versiyonunda Hasan Nail Canat da ölümü oynuyordu. Hasan Nail Canat ile 1987 yılında Çağrı Sahnesi'nden sonra Birlik Sanat'ı kurduk. Dostlarımızdan maddi yardımlar geldi. Tiyatro yapan bütün dostlarımızı davet ettik. Genç Adam Sahnesi vardı, İbret Sahnesi vardı ve maalesef kimse kendi sahnesinden bizim sahnemize gelmedi. Sadece Genç Adam Sahnesi'ndeki arkadaşlar "tamam gelelim ama bizim ismimiz ne olacak?" dediler. Bu sefer de biz "siz de isminizi devam ettirin, biz de ismimizi devam ettirelim" dedik. Kabul etmediler ama bize bir hediye verdiler. Genç Adam Sahnesi'nin kurucusu, siz onu Salih Tuna diye bilirsiniz, esas ismi Davut Kayacı'dır. O bize Hasan Nail Canat'ı gönderdi. Onunla çok ilginç oyunlar sahneye koyduk. Şimdi size komik bir şey de anlatmak istiyorum. Ben sol cenahta tiyatro yaparken bütün Anadolu'yu dolaşırdık. Bizim eski bir âdetimiz vardı. Şimdi böyle bir âdet yok. Oyunların sahnelendiği sahnedeki kulise veya sinema perdesinin arkasına tiyatrocular hangi oyunla geldiklerini ve kadrolarını yazardı. Biz hemen hemen gittiğimiz bütün salonların kulisinde "Moskof Sehpası" ismini görürdük. "Vay faşistler" derdim. Sonra Hasan Nail Canat ile beraber çalıştık, beraber mücadele ettik. Çok zor şartlarda tiyatro yaptık ama zor şartlar eğer hemen boyun eğmezseniz sizi daha ileriye götürüyor. Beraber çok turneler yaptık. Her oyundan sonra Hasan Abi Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Sakarya Türküsü" şiirini okurdu. Çok da güzel okurdu. En son Üsküdar Altunizade Kültür Merkezi'nde karşılaştık. Bir oyun oynadım, oyundan çıktım, Hasan Abi salondaymış, beni karşıladı. "Benim öğrencilerim var, onlar seninle konuşmak istiyorlar" dedi. O zamanlar "Hayat Bilgisi" dizisinde oynuyordum. Hasan Abi ile sahneye çıktık, çocuklar bir köşeye oturdu, çocuklarla konuştuk, tanıştık, gülüştük. Sonra dışarı çıktık. Hasan Abi'nin üstünde o beyaz takım elbisesi vardı. Araba almıştı, çok sevindim. Sohbet ettik, gülüştük. Onu son görüşümdü. Şimdi bunu bir sitem olarak değil de, bir diyet olarak kabul edin. Bu yıl benim tiyatroda 56. senem… En az oyun sahnelediğim dönem son 22 sene… Ben bunu anlayamıyorum, anlayabilen varsa beri gelsin" dedi.

MEHMET KARAOSMANOĞLU: HASAN NAİL CANAT ADAM GİBİ ADAMDI

Anma programına konuk olarak katılan Tiyatrocu Mehmet Karaosmanoğlu kürsüde bir konuşma yaptı; "Ulvi Alacakaptan Ağabeyimize sağlık ve sıhhat dolu uzun yıllar diliyoruz. Bizim de ustalarımızdandır. Tabii ki sıkıntılarımız var. Haklı ama biz hiçbir zaman ümidimizi kaybetmiyoruz. Sayın Bakanımız Hulusi Akar Bey, Sayın Milletvekilim İsmail Emrah Karayel Bey, değerli konuşmacılar, çok değerli Hasan Nail Canat'ın dostları ve ailesi, hepinizi öncelikle saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Hasan Abi ile 1990'lı yılların başında tanıştım. 1994 yılından sonra birlikte oyun oynamaya başladık. "Sağır Köyün Sultanları" oyununda beraberdik. Dört yıl boyunca İstanbul'da ve Anadolu'nun birçok şehrinde beraber turnelere çıktık. Ulvi Abi'nin yaşadığı kadar olmasa da bizler de sıkıntılar yaşadık. Hasan Abi ile çok güzel anılarımız oldu. Hasan Abi bizim için sadece bir hoca değildi. Ben ilk özel tiyatro çalışmamı onunla yaptım. Sonra kurumsal tiyatroda görev aldım. Beyoğlu Belediyesi'nde 19 yıl eğitmenlik ve oyunculuk yaptım. Ardından 11 yıl şehir tiyatrolarında çalıştım. Özel tiyatro olarak en uzun süre Hasan Abi ile çalıştım. Bize sadece hoca olmadı, yönetmen olmadı, yazar olmadı. Bizim arkadaşımızdı, ağabeyimizdi, her şeyimizdi. Bizden hoca dememizi istemezdi. Ona Hasan Abi derdik, bu yüzden onu hep Hasan Abi diye anmak istiyorum. Öyle anıyoruz, öğrencilerimize ve arkadaşlarımıza da bunu anlatıyoruz. Bizimle beraber dekor taşırdı, dekor kurardı, dekor toplardı. Böyle bir insandı. Adam gibi adamdı. Saygıyla, minnetle ve rahmetle onu anıyoruz. Bir hatıramı anlatmak isterim. Hasan Abi Kayseri'de bana bir sürpriz yapmıştı. Bugün burada Kayserili Sayın Bakanımız Hulusi Akar Bey de bulunuyor. Kayseri'de açık hava tiyatrosunda "Petrol Kokusu" isimli bir oyunu oynuyoruz. Hasan Abi köylü rolünde, ben de Birleşmiş Milletler Generali rolündeyim. Hasan Abi'nin evinin bahçesinde petrol çıkmış. Biz de Birleşmiş Milletler olarak petrol kuyularına müdahale ediyoruz. Hasan Abi ile bu oyunu daha önce birçok yerde oynamıştık. Hep normal oynamıştık. Hasan Abi sade bir köylü rolündeydi, ben de general rolündeydim. Önce sahneye ben çıktım. General olarak yanımdaki rol arkadaşlarımla birkaç mizansenim ve repliğim vardı. Sonra Hasan Abi sahneye çıktı. Köylü olarak geldi, ben de Hasan Abi'den diğer oyunlarda oynadığımız gibi bir köylü şivesi bekliyordum. Bir de baktım ki, benimle Karadeniz şivesiyle konuşmaya başladı. Benim Karadenizli olduğumu biliyordu. Adeta şok oldum, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım, güleceğim ama gülemiyorum. General rolünde gülseniz kurtarma şansınız yok. Sonrasında hep düşündüm, dedim ki, ya burada Hasan Abi bana çok güzel sürpriz yaptı, ya da seyircinin önünde beni imtihan etti. Bunu Hasan Abi'ye de hiç sormadım. Ama ne olursa olsun Hasan Abi ile olan anılarımın hepsi çok güzeldi. Tekrar kendisini hürmetle ve rahmetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun, ruhu şad olsun. Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun" diye konuştu.

İSMAİL EMRAH KARAYEL: SANATA VE SANATÇIYA DAHA FAZLA DESTEK VERMEMİZ GEREKİYOR

Anma programına teşrif eden İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel kürsüde bir konuşma yaptı; "Değerli Bakanım, kıymetli üstatlarımız, sanat camiamızın kıymetli mensupları, hanımefendiler, beyefendiler, hepinizi hürmetle muhabbetle selamlıyorum. Bugün benim için önemli bir gün. Bir baba dostunun, babam Yaşar Karayel'in ağabey diye hitap ettiği, kendi hemşerimiz olan bir sanat büyüğünün anma programında birlikteyiz. Tabii sanat alanı bizim camiamızın özel ilgi göstermesi gereken alanlardan bir tanesidir. Pek de başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz, müstesna isimler hariç… Gayretimiz çabamız devam etmeli ama destek de sanat icra eden herkese devam etmeli diyorum. Ben bunları seyrederken bir şey gördüm. Büyük Doğu çizgisini gördüm, Büyük Doğu fikrini gördüm. Kayseri'de başlayan hikâyede fikrinin sahibi olmayı gördüm. Nerede oynarsa oynasın, hangi filmde oynarsa oynasın çabasını ve gayretini gördüm. Bu gayretle birlikte bütün kesimlerden, bütün farklı fikirlerden, siyasi yapılardan onunla ilgili edindiği saygıyı gördüm. Çünkü hem fikrinin sahibiydi, hem sanatını herkes tarafından objektif olarak kabul edilen bir ölçüde iyi derecede icra ediyordu. Halen önemli olduğunu gördüm. Nehir Aydın Gökduman Hanım onunla hayatta iken tanışıklığı olmadığını söyledi ama onun eserlerinden halen o çizginin devam ettiğini gördüm. Burada sanata, sanatçıya daha fazla destek vermemiz ve sanat alanında çok daha fazla gayret göstermemiz gerektiğini bir kez daha gördüm. Bu çizgideki sanat en zirvedeki sanat olmamış, keşke öyle olsa… Bu fikrin ve medeniyetin sahipleri olarak bu alanda da en iyi şekilde var olmak için çabamızı devam ettirmeliyiz. Salonda çok kıymetli büyüklerimiz var. Onların da her alanda emekleri var. Hepsine bir kez daha teşekkür ediyorum. Sizlere teşrifleriniz için teşekkür ediyorum. Anma programının organizasyonunda emeği geçen ailesine teşekkür ediyorum. Kıymetli sunucumuz Kasım Alper Özdemir Bey ile en son 2 yıl önce böyle bir programda yine bir aradaydık. Ona da sunumlarından dolayı teşekkür ediyorum. Hepinizi hürmetle saygıyla selamlıyorum" diye konuştu.

HULUSİ AKAR: HASAN NAİL CANAT FİKRİNİN VE SANATININ PEŞİNDEN KOŞAN KAHRAMAN BİR AĞABEYİMİZDİ

Anma programına teşrif eden Kayseri Milletvekili, Eski Genelkurmay Başkanı ve Eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar kürsüde bir konuşma yaptı; "Arkadaşlar buradan baktığınız zaman manzara hiç hoş değil. Bomboş bir salon… Kendimiz çalıp kendimiz oynamayalım, acı gerçekleri görelim. Biraz önce Ulvi Hoca çaktı. Sanatımız nerede, sanatçımız nerede, konuşuyoruz ama ben kimseyi övmeyeceğim, Hasan Abi'yi de övmeyeceğim. Şu an Hasan Abi'nin ruhu için bir Fatiha okumanızı istiyorum. Çünkü biri gittikten sonra onu anacak hayır hasenat işleri vardır, bir de ardından okunan Fatihalar vardır. Toplumda fikir nerede yetişir? Fikri bir elma armut gibi kabul ederseniz hangi toprakta yetişir? Muhalefette mi, iktidar da mı, rahatlıkta mı, baskı altında mı, huzur içinde mi, zenginlik içinde mi? Nerede yetişir? Şimdi geriye dönüp baktığımızda 1966 yılında Hasan Abi'nin çok sınırlı şartlarda sanatını icra etmeye başladığını görüyoruz. Kayseri Hava İkmal Ana Tamir Fabrikası'nda çalışırken dostları ile birlikte tiyatro, sanat ve fikir alanında bir şeyler yapmanın mücadelesi içerisindeydi. Şimdi Hasan Nail Canat'ın oğlu ve torunu için söylüyorum. Hasan Abi'nin en önemli tarafı şudur. O dönemde arkadaşlarımız olmayacak işler yaparlardı. Bunlar içerisinde bir şey söyleyip de bunu yapan iki kişiden biriydi Hasan Nail Canat. Kendi aramızda fikir üretiyoruz, bir şeyler yapalım diyoruz ama bunu uygulayan iki kişiden biri Hasan Nail Canat'tı. Tiyatro, tiyatro, tiyatro… "Yahu sen işçisin, ne işin var senin sanatla, otur karnını doyur" diyorduk. Herkes böyle söylese de Hasan Nail Canat gözünü kapatıp kendini uçurumdan aşağıya atar gibi ortaya koyduğu fikri uyguladı. Bunun imkânlarından 10 kat fazlası olan akrabaları ve dostları vardı. Hiç öyle bir şey yapmadı. Yola çıktı ve yolundan hiç sapmadı. Bugün bu şartlarda arkadaşlarımızla kendi aramızda konuştuğumuzda bu manada en saygıdeğer pozisyonda olan Hasan Nail Canat'tı. Kendi inandığı yolda, doğru veya yanlış diye hiç tereddüt etmeden, bunu mevzubahis etti, yapacağım dedi ve yaptı. İddiasını takip etti. Etik, lojik, estetik… Din, bilim, sanat… Sanat konusunda Ulvi Hoca diyeceğini dedi. Şimdi burada üç dönem Kayseri Milletvekilliği yapan Yaşar Karayel dostumuz ve iki dönemdir de milletvekili olan oğlu İsmail Emrah Karayel'e bu konuları bırakmalıyız. Bunu latife olsun diye söyledim. Sanat alanında müthiş bir zafiyet var. Sanatın önemi büyüktür. Hasan Abi'nin Türk tiyatrosunda yeri neresidir, ben onları bilmem. Ama ben şunu bilirim. Kayseri'de gencecik çocuklardık. Hasan Abi'nin gencecik çocukken bir karar verip o cesaretle denize atlar gibi fikrin, imanın, inancın peşinde yüreğiyle koşması müthiş bir şeydir. Allah gani gani rahmet eylesin. Ulvi Hoca, sen de bizi böyle görüp Karamürsel sepeti zannetme. Biz de Yücel Çakmaklı'nın Sultan Abdülhamit oyununda küçük bir sahnede rol aldık. Kostümü giyip sahneye girip çıkmam bir oldu. Hasan Nail Canat da bizi Balıkesir Manyas'ta keşfetti. Sene 1968 veya 1969'du. "Moskof Sehpası" oyunu oynanıyor. O dönemi anlatmak isterim. Ne salon var, ne reklam var, ne imkân var. Hasan Abi ile beraber salon almak için belediye başkanına gittik. Üç aşağı beş yukarı derken salonu almıştık. Bilen bilmeyen herkes birbirine üstat diyor. Bizim Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek'tir. Kavramları karıştırmayalım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e konferans verebileceği bir salon tutabilmek için bir hafta, 15 gün uğraştığımızı biliyorum. Ulvi Hoca, tamam, eksikler var, yanlışlar var ama belediyelerimiz de elinden geleni yapıyor. Sonuç olarak bir yerlere doğru gidiyoruz. Allah sonumuzu hayreylesin. Her şeyin başı fikir, iddia, talep… Bunu çok iyi dengelemeliyiz. Bugünlerde bizim işimiz gücümüz eğitim… Eğitim, eğitim, eğitim… Şimdi size bir şey anlatayım. Kayseri'de adamın biri bağında pekmez yapıyor. Ana yollar vardır, ara yollar vardır, keçi yolları da vardır, biz oraya gedik deriz. Adam o gediğe kadar pekmez dolu küpü taşıyor, zar zor getiriyor. Şehre götürmesi mümkün değil. Sağa bakıyor, sola bakıyor, kimse yok. Bir bakıyor ki, yukarıdan aşağıda doğru yanında eşekle bir adam geliyor. Adama "gel kardeşim, benim pekmez dolu küpüm var, pazara götüreceğim, bana yardımcı ol" diyor. Adam "benim odunlarım var" diyor. "Peki odunları ne yapacaksın?" diye soruyor. "Pazara götürüp satacağım" diyor. "Kaça satacaksın?" diye sorunca adam "beş kuruş" diyor. Beş kuruşa anlaşıyorlar, adam eşeği olan adama 25 kuruş da taşıma ücreti veriyor. Adam hesap yapıyor, doğru olduğunu anlıyor. Odunları yığıyorlar, pekmez küpünü yüklüyorlar. Sonra adam "ağam bir dakika, 5 kuruş aldık, 25 kuruş aldık, toplam 30 kuruş ama bu odunlar ne olacak?" diyor. Dolayısıyla dava dediğimiz olay ne ise, ister tiyatro, ister siyaset, ister ticaret, ne yaparsanız yapın, en temelinde olması gereken şey fikrin hâkimiyetidir. Bu konuda ciddi bir meselemiz var. Halen burada mutabık kalmış değiliz. Halen burada bir çizgi çizebilmiş değiliz. Şu salondaki insanların her biriyle tek tek anket yapılsa bile herkesin kendine göre bir dünyası olduğunu ve birçok konuda mutabık olmadığını görürüz. Benim de çocuğum var, o da bana söylerdi. Hasan Abi ile biz bunları konuşurduk. Siyonistlere kızıyorsunuz ama onlar büyük ölçüde mutabakat sağlıyorlar. Yani batılda mutabakat sağlıyorlar. Dolayısıyla bizim en önemli moda tabirle sorunsalımız budur. Tekrar kendisine rahmet diliyorum. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Gerçekten düşünüp, ifade edip, onun peşinden koşan bir kahramandı Hasan Abi. Allah rahmet eylesin. Sağ olun, var olun" dedi.

MEHMET SAFA CANAT: ERDOĞAN SANATTAN ANLAMIYOR, ÇÜNKÜ EKİBİ YOK

Anma programında en son Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat konuştu; "Öncelikle Sayın Bakanımız Hulusi Akar, Sayın Milletvekilimiz İsmail Emrah Karayel, sanatçı dostları ve Hasan Nail Canat'ı gönülden seven misafirlerimiz… Ayağınıza sağlık, Allah sizlerden razı olsun. Hasan Nail Canat'ı anlatan arkadaşlarımız işin yüreğinden aldı, o acı günleri anlattılar, gerçekten önemliydi. Bazı sözler vardı ki, bayağı dokundu. Zor zamanlarımızda davaya gönül veren insanların üretimi daha güzeldi, daha güçlüydü. Ama Ulvi Abi'nin de dediği gibi 22 senedir boşluktayız. Sayın yazarımız Nehir Aydın Gökduman Hanım "32 yıl önce hikâyeler romanlar yazdım ama yerimi bulamadım" diyor. Erkay Yavuz kardeşimiz "tiyatro yapıyorum" diyor ama gülerek sevinerek söylemiyor, biraz üzüntülü… İçimiz dolu, biraz dertliyiz. Sayın Bakanımız sizi burada gördük, bir derdimizi anlatalım. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey inşaattan anlıyor. Allah ondan razı olsun. Köprüler, barajlar, toplu konutlar yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız sağlıktan anlıyor. Şehir hastaneleri inşa etti, sağlık devrimi yaptı. Sayın Cumhurbaşkanımız savunmadan da anlıyor. İHA'lar, SİHA'lar… Allah ondan razı olsun. Ama Karadenizli ağabeyimiz sanattan zannedersem anlamıyor. Eğer sanattan anlamış olsaydı iktidar olmak için, muktedir olmak için sanata ihtiyaç duyulduğunu bilirdi. Ben ekibi olmadığına inanıyorum. Hasan Nail Canat'ın oğlu olmak çok zor, ağır bir yükümlülük… Şu gariban kardeşinizi adam zannediyorlar. Çok değerli dostlarımız bazı sıkıntılarını iletmek için bizi elçi ilan ediyorlar. Bir gün Külliye'ye gittim. Çok büyük bir sıkıntı vardı. Bir grubun halka zulmü ve baskısı vardı. Onu iletmek için gittiğimde bana danışman tarafından cevaben "ama Mehmet Bey, biz Beyefendi üzülür diye sözlü, yazılı, görsel hiçbir belgeyi kendisine iletmiyoruz" deyince üzüldüm. Ben de "şu anda Ankara'dayım, gurbetteyim, evimde yangın çıksa, oğlumun babam üzülür diye bana bunu söylememesi normal mi?" dedim. Danışman "Beyefendi maalesef öyle, kesinlikle iletmiyoruz" deyince "lanet olsun" deyip makamdan çıktım, biraz ağır konuştum. Sonra beni aradılar, bir yere davet ettiler. Sayın Cumhurbaşkanımızın sağ kolu olan değerli bir kardeşimiz "Beyefendinin size selamı var" dedi. "Aleykümselam" dedim. "Sıkıntı nedir?" dedi. Tek tek anlattım, dinledi, not aldı, gereğini yaptı. Programın başında izlediğimiz sinevizyonda Eski Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler Bey'in söylediği "Bugün ülkemizi yöneten kadroların tümünde Hasan Nail Canat'ın hakkı ve emeği vardır" sözünü yeniden hatırladım. Kıymetli büyüğümüz Abdurrahman Dilipak Bey de "Hasan Nail Canat bataklıktaki taştı, onların üstüne basarak ilerlendi" demişti. Evet, doğru, muhafazakâr kesim, milli olan kesim, vatan-bayrak diyen kesim, Allah diyen kesim bir yere gelsin diye bir ömür harcandı. Ben de tiyatro yaptım, çok zorluklar çektik. Babamın gözyaşına şahit oldum, açlığa şahit oldum. Annemin komşudan "köfte yapacağız, bayat ekmek var mı?" diye ekmek istediğini hatırlıyorum. Çünkü evde ekmek yoktu. Bunu ajitasyon olsun diye söylemiyorum. Eğer davaya girildiyse o sıkıntılar çekilecek, ecri sadece Allah'tan beklenecek. Ne olur Sayın Bakanım, danışmanlarınıza ve özel kalemlerinize biraz imtina gösterin. Değerli büyüklerimizle bizim aramıza etten duvar olmasınlar. Biz eski dönemde horlanıyorduk, şimdi zorlanıyoruz. Allah'ın izniyle o günler gelecek, biz hoşlanmaya başlayacağız, "devletimiz var" diyeceğiz. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Sakarya Türküsü şiirindeki "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısrasını bir daha üzülerek anmayalım inşallah. İnşallah o günler yaklaşacak. Geçenlerde Sayın Bakanımız Hulusi Akar Bey çocuklarımızı küçük yaşlarında imanlı, ahlaklı, dinini bilen ve Allah korkusuyla yetiştirmemiz gerektiğini söyledi. Karşı taraf bu sözlerin üstünde tepindi. Din lafından, iman lafından bu kadar mı tiksinilir? Ama bu mücadele devam edecek. Devam ettiği müddetçe de biz yorulacağız. Sonucundan da inşallah mutlu olacağız. Yine hepinizden Allah razı olsun. Hasan Nail Canat rollerinde seçiciydi, gönül dostlarında da seçiciymiş. Az olsun, öz olsun, bizim olsun, Allah hepinizden razı olsun" diyerek sözlerini tamamladı.

ESENLER BELEDİYESİ'NDEN ANLAMLI HEDİYE

Anma programında panelde ve kürsüde yapılan konuşmaların ardından programa teşrif eden Kayseri Milletvekili ve Eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından; programın sunucusu Kasım Alper Özdemir'e, değerli konuşmacılar Yaşar Karayel, Nehir Aydın Gökduman ve Erkay Yavuz'a, Hasan Nail Canat'ın aile mensuplarından oğlu Mehmet Safa Canat'a ve torunu Hasan Canat'a, Esenler Belediyesi'nin hazırladığı Fuzuli'nin "Su Kasidesi" temalı ebru çalışması tablolar takdim edildi. Sözkonusu tablolardan birini de programa teşriflerinden dolayı Hulusi Akar Bey'e Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat takdim etti.

SON PERDE "SAKARYA TÜRKÜSÜ"

Programın son kısmında Hasan Nail Canat'ın 'Sarı İnek ve arkadaşları' isimli skeci sinevizyonda izlendi. Ardından son olarak Hasan Nail Canat'ın son kez Üsküdar'da okuduğu 'Sakarya Türküsü' şiirinin sinevizyon gösterisi yapıldı.

Bu duyuru defa okunmuştur.