LOKMAN ÇAĞIRICI: HASAN NAİL CANAT KÜLTÜR MERKEZİ'NDE YENİ HASAN NAİL CANAT'LAR YETİŞMELİDİR
Anma programında selamlama konuşması yapmak için kürsüye çıkan Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı; "Çok kıymetli milletvekilimiz, kaymakamımız, değerli sanatçı dostlarımız, Hasan Nail Canat'ın ailesi ve değerli konuşmacılar, öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Camiamızın nadir yetiştirdiği sanatçı dostlarından olan Hasan Nail Canat'ı anma programındayız. Hasan Nail Canat'a öncelikle Allah'tan rahmet diliyorum. İnşallah yeni nesillere, onların izinde olmak, onları anlamak ve gelecek nesillere çok daha iyi bir şekilde sanatlarını icra etmek nasip olur. Ülkenin gelişmişliği ve ülkedeki güzelliklerin oluşması ise sanatçıların canlılığı ve sanatçıların sanatlarını özgürce ifade etmelerinden geçiyor. Şu an burada bulunduğumuz nadide eserlerimizden olan Hasan Nail Canat Bilgi Evi ve Kültür Merkezi'ni inşa ettik ve Hasan Nail Canat'ın ismini verdik. Özgün bir eser oldu. İnşallah buradan yeni Hasan Nail Canat'lar, yeni sanatçılar, yeni kültür ve fikir adamları yetişir. Bunu ümit ediyoruz. Bilgi Evi ve Kültür Merkezi olarak burası hizmet veriyor. Hasan Nail Canat Bilgi Evi ve Kültür Merkezi, Bağcılar'daki 16. bilgi evidir. Sadece bilgi evlerindeki öğrenci sayımız 40.000'i aştı. Hedefimiz ve niyetimiz vatanına, milletine ve İslam'a faydalı nesilleri burada yetiştirmektir. Ben bir kez daha Üstad Hasan Nail Canat'ı rahmetle ve minnetle yâd ediyorum. Makâmı cennet olsun. Kalanlara Allah sabırlar versin. Hepinizi hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum" dedi.
SIRRI ER: HASAN NAİL CANAT BİZİMLE AYNI GÖNÜLDEN KONUŞABİLEN BİR DUAYENDİ
Hasan Nail Canat'ın ömrünü edepli ve nitelikli insan yetiştirmeye adamış bir duayen olduğuna vurgu yapan Sırrı Er; "Sayın Başkanım, hanımlar, beyler, gençler, hoş geldiniz, şeref verdiniz. Hasan Nail Canat'ı vefatının 11. yılında dilimizin döndüğünce anmaya ve anlatmaya gayret edeceğiz. Konuşmama Hz. Mevlana'nın Mesnevi'sinde geçen bir kıssa ile başlamak istiyorum. Biri Arap, biri Türk, biri Acem, bir diğeri de Rum olan dört arkadaş yola çıkarlar. Bir müddet sonra aralarında bir anlaşmazlık olur. Üzerlerinde çok fazla paraları olmadığı için üzüm almaya niyetlenirler ama her biri kendi lisanında inep, engür, istafil ve üzüm der. Hepsi aynı anlama geliyor. Yoldan onların lisanından anlayan biri geçer ve bir miktar üzüm alıp getirerek dört yoldaşa verir. Der ki, 'Aynı dili konuşmak güzel ama aynı gönlü paylaşmak, aynı ruhu paylaşmak daha güzel, daha hoş". Dolayısıyla biz Hasan Nail Canat'tan hem aynı dili konuşmayı, hem de aynı gönlü paylaşmayı öğrenmiş olduk. Bugün de onun anısına burada toplandık ve rahmetli Hasan Nail Canat'ı yâd ediyoruz. 'İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır' demiş Yunus Emre. Her şeyin başı ve sonu insanın kendini bilmesidir. Biz rahmetli Hasan Nail Canat'tan kendimizi bilmeyi de öğrendik. Büyüklerimin karşısında konuşmak çok zor. Biraz da heyecanlanıyorum, beni bağışlayın. Balzac der ki, 'Topluluk edebiyatı olandır'. Cengiz Aytmatov da der ki, 'Bana edebiyatını söyle, hangi millete mensup olduğunu söyleyeyim". Edebiyat o kadar önemli ki, her şeyin temelini oluşturuyor. Edebiyat kelime olarak da bildiğiniz üzere edepten gelmektedir. Herkes insanlığı değiştirmeye çalışır ama hiç kimse kendisini değiştirmeye çalışmaz. Dolayısıyla Hasan Nail Canat hiç kimse ile derdi olmayan, sadece ve sadece sanatını icra etmeye çalışan bir insandı. Ötekileştirmeden, hakaret etmeden, küçümsemeden sanatını ortaya koyan bir insandı. Bizim üzerinde durmamız gereken esas mesele budur. İnsan yetiştirmek ama nitelikli insan yetiştirmek zorundayız. Bugün nicelik önde, nitelik maalesef ayaklar altında. Aidiyet denen duygu ortadan kalktı. Mehmet Akif Ersoy'un Mısır Apartmanı'nda hayata gözlerini yumması, Yahya Kemal Beyatlı'nın bir otel odasında vefat etmesi, Necip Fazıl Kısakürek'in ömrünün son günlerinde yakacak odun bulamaması, Nazım Hikmet Ran'ın başına gelenler... Bu insanlar bizimdir, bizdendir. Her kim bu vatana bu millete hizmet ediyorsa bizimdir, bizdendir. Kim ki, kin ve nefret tohumları ekiyorsa, ötekileştiriyorsa bizden değildir. Bizim onunla hiçbir ilgimiz yoktur. İnsan işle yücelmez. Hz. Mevlana 'iş insanla yücelir' dermiş. Bugün burada Hasan Nail Canat'ın şahsiyetini ve sanatını konuşuyoruz. Aidiyeti olmayanın şahsiyeti olmaz. Hasan Nail Canat da ömrünü edepli ve nitelikli insanlar yetiştirmeye adamış bir duayendi. Kendisine son sözü sorulduğunda 'ben sözümü sahnede söyledim' dedi ve noktayı koydu. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun" diye konuştu.
ERDAL ÇAKIR: HASAN NAİL CANAT, 'SANAT HAKK İÇİNDİR' DİYEBİLEN BİR DEĞERİMİZDİ
Anma programına teşrif eden ve kürsüde bir konuşma yapan Bağcılar Kaymakamı Erdal Çakır; "Sayın milletvekilim, ilçe belediye başkanımız, çok kıymetli katılımcılar ve çok kıymetli Bağcılar halkı, dünyada yaşayan 6 milyar insanın hemen hemen tamamı benzer fiziki özelliklere sahiptir. İnsanları birbirinden ayıran şey iç dünyalarıdır. Ama şu dünyada çok iyi olan, az iyi olan, az kötü olan, çok kötü olan milyarlarca insanı bir şekilde kategorize ediyorsak, bunlar bizim kalbimizde farklı basamaklarda duruyorsa, bu durum o insanların dış görünümüyle ilgili değil, iç dünyalarıyla ilgilidir. İşte bir millet de başka bir milleti dış dünyası ile, yaşadıkları coğrafya ile değil, onu oluşturan iç dinamikleriyle ayırt edebilir. Bizi aslen millet yapan değerler de kültürümüz, sanatımız ve edebiyatımızdır. Biz yıllarca bizim iç dünyamıza uygun olmayan iç dinamiklerle karşılaşmışız. Bizim değerlerimiz denilenler, aslında bizim değerlerimiz değilmiş. Biz aslında bu zamanlarda bizim bünyemize tam olarak uyan, bizim bünyemizden çıkan değerleri keşfediyoruz. Önemli olan millet olarak bu yeni keşfettiğimiz değerlere sımsıkı sarılıp, muhafaza etmeliyiz. Bizim değerlerimizi ortaya çıkaran ve üreten insanlara sahip çıkmalıyız. İşte, şu anda kültür merkezinde bulunduğumuz Hasan Nail Canat, bu değerlerimizden birisidir. 61 yıllık ömrünün neredeyse tamamında milli ve manevi değerler çerçevesinde eserler üretmiş. Malum, birçoğumuzun edebiyat derslerinde gördüğü gibi sanatta 2 akım vardır. Birincisi; Sanat, sanat içindir. İkincisi; Sanat, halk içindir. Hayır, bu akımlar bize uygun değildir. Hasan Nail Canat'ın ifade ettiği gibi; Sanat ne sanat içindir, ne de halk içindir. Sanat, Hakk içindir. Hakk'ın yolunu göstermek içindir, Hakk'ı anlatmak içindir. Hasan Nail Canat da bu uğurda hayatını kaybettiği gecenin akşamına kadar tiyatroda, inancı doğrultusunda elinden geleni yapmıştır. İsminin bir kültür merkezine verilmesi aziz hatırasına yapılmış en güzel karşılıktır. Bu fikri ortaya atanlara, bu fikri uygulayanlara ve hayata geçirenlere, başta Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı Bey olmak üzere bütün belediye yetkililerine teşekkür ediyorum. Ümit ediyorum ki, biz gerçekten kendi değerlerimizi bir şekilde yeniden keşfeder ve onlara tam olarak sahip çıkarız. Hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum" dedi.
HARUN KARACA: BUGÜN HASAN NAİL CANAT GİBİ SANATÇILARIMIZA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR
Anma programına teşrif eden ve kürsüde bir konuşma yapan İstanbul Milletvekili Harun Karaca; "Değerli kaymakamımız, Belediye Başkanımız, çok değerli hanımefendiler, beyefendiler, Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi hepinizin üzerine olsun. Hasan Nail Canat Ağabeyimizi anma programına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Biz Hasan Nail Canat'ın ömrü boyunca Hakk için mücadele ettiğine şahidiz. Bizim bilhassa Hasan Ağabey ile kapı komşuluğumuz da vardı. Oradan dolayı da kendisini iyi tanıyorduk. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Allah sayılarını çoğaltsın. Özellikle bu dönemlerde böyle insanlara çok ihtiyacımız var. Daha önce kendi kültürümüze hizmet edebilecek medya kuruluşlarını ve sanat eserlerini çok özlemiştik. Mükemmel değil ama hiç olmazsa başladık ve bir yerlere doğru gidiyoruz. İnşallah Cenab-ı Allah sayılarını çoğaltsın. Hepinize tekrar Hasan Nail Canat'ı anma programına iştirak ettiğinizden dolayı çok teşekkür ediyorum. Bu arada Bağcılar Belediye Başkanımız Lokman Çağırıcı Bey'e böylesine güzel bir bilgi evi inşa edip, Hasan Nail Canat'ın ismini verdiği için onun şahsında tüm belediyedeki arkadaşlarımıza da çok teşekkür ediyorum. Allah'a emanet olunuz" diye konuştu.
DEMET TEZCAN: HASAN NAİL CANAT DEMEK MÜCADELE, ÇİLE VE SABIR DEMEKTİR
Hasan Nail Canat'ı televizyon ekranlarından tanıdığını söyleyen Demet Tezcan; "Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. İnşallah merhum Üstad Hasan Nail Canat'ın tiyatrosundan sonraki bıraktığı haz ve tat da onu konuştuğunuz bu programdan sonra kalsın. Yeni bir farkındalık oluşturmuş olarak bu salondan ayrılmayı Rabbim bizlere nasip etsin. Hasan Nail Canat'ın bir seyircisi olarak bugün duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Üstad Hasan Nail Canat nasıl bir dönemde ortaya çıktı, nasıl bir kitleye hitap etti ve nasıl bir statükoya karşı mücadele etti? Öncelikle bunları bilmemiz gerekiyor. 1930'lardan 1980'lere kadar yayınlanmış tiyatro eserlerine, tiyatro dergilerine ve makalelerine baktığınızda, gerek devlet tiyatrolarının, gerek şehir tiyatrolarının aslında kendilerini var eden seyircilere bile saygı duymadığını görüyorsunuz. Zaten Müslüman camianın değerleri tamamen yok sayılıyor, aşağılanıyor ve horlanıyordu. Bir de salona kadar gelip kendilerini dinleyen insanlara dahi zaman zaman kaba tasvirlerle yorumlar yaptıklarını görüyorduk. Örneğin, bir oyun başarısız olmuş da, bu başarısızlığın oyundan değil, salondaki kitlenin Avrupa tarihini bilmemesinden kaynaklandığını ifade ederek, üzerlerindeki sorumluluğu attıklarını da müşahede ediyorduk. Çünkü o dönemin oyunları ağırlıklı olarak Fransız oyunlarından adapte edilen oyunlardı. Halkın bunu hemen kavramasını ve göklere çıkarmasını bekliyorlardı. İstedikleri teveccühü bulamadıklarında da direkt seyirciyi aşağılama yoluna gidebiliyorlardı. Cumhuriyet'in redd-i miras politikaları nedeniyle, öncesinde oyunlarla, piyeslerle, romanlarla, hikayelerle, sonrasında sinema filmleri ve televizyon dizileri ile Müslüman camianın tüm değer yargıları yok sayıldığı gibi çok ağır hakaretlere de uğruyordu. Dolayısıyla Hasan Nail Canat'ın böyle bir zeminde ortaya çıkması, bir farkındalık oluşturması, bir misyon çizmesi çok kıymetlidir. O dönemlerde yaşayan ve 1977 yılında vefat eden Eşref Edip bu durumu şöyle ifade ediyor, 'Müslüman halkın adetleriyle, mukaddesatıyla alay eden piyesler yazdılar. Bu piyesleri mekteplerde, tiyatro sahnelerinde oynattılar. Bu suretle Müslüman halkın hislerini çiğnemekten hiç perva etmediler'. Çünkü bir avuç jakoben, kendi kendine bir alan açtı ve tüm topluma da açtığı bu alanda baskısını, zihniyet dayatmasını gerçekleştirdi. Hasan Nail Canat'ın ortaya koyduğu mücadelenin en başında elbette ki statükoyla mücadele geliyor. Kendisi tiyatro yapmaya karar verdiğinde bilindiği üzere en başta babası karşı çıkıyor. Muhtemeldir ki, babasının tepkisinin nedeni değer yargılarının sürekli aşağılandığı bir alanda evlatlarının da var olmak istemesiydi. Belki o günlerde henüz nasıl oyunlar sahneleyeceğini, nasıl bir duyarlılık oluşturacağını, ümmet coğrafyasına projektörleri nasıl tutacağını henüz ailesi de bilmiyordu. Bu yüzden bu alanda onun olmasını istemiyorlardı diye düşünüyorum. Hasan Nail Canat, kendisinden sonra gelen tiyatro sevdalısı inançlı nesle alan açarken, sadece ailesine değil, tiyatroyu ve sinemayı bilmeyen cahil bir kesime karşı da rüştünü ispat etmeye çalışmış. Hasan Nail Canat; 'Sanat sanat içindir' ve 'Sanat halk içindir' düşüncelerine karşı verilmiş bir cevaptır. Sanat, Allah ile kul arasındaki ilişkinin var olduğu bir alandır. Sanatçı kimliği, Hasan Nail Canat'ı kulluk kulvarından asla dışarı çıkarmamıştır. Biraz önce izlediğimiz sinevizyon videosunda da Hasan Nail Canat hakkında yazılan yorumları okuduk. Adına açılan hasannailcanat.com sitesini ziyaret ettiğinizde yüzlerce güzel yorumları görebilirsiniz. Her kesimden insanın hayırla ve güzellikle yâd ettiği yorumları okuyabilirsiniz. Bugünün sanatçılarının ardısıra yazılıp söylenenlere bakılırsa, Hasan Nail Canat'ın şahsında sanatçı olma konusunda çok uzun bir ışıklı koridora girerler. Kulisten sahneye, sahneden eve, tek başına, sorumluluğu emek, bilinç ve çabayı görürler. Onun sanatında değer yargıları var. Derdi olan, ümmetin derdiyle dertlenen, bunu duyurmaya çalışan bir incelik var. Hasan Nail Canat'ın ümmet coğrafyasına ışık tutarken ortaya koymuş olduğu rol, sahne ile sınırlı değil. Sahnenin dışında da aynı duyarlılıkla hareket eden bir şahsiyete sahiptir. Zor zamanlarda kan-revan içindeki coğrafyalara sanatıyla, edebiyatıyla, şiirleriyle, romanlarıyla ve hikayeleriyle de ışık tutmuştur. Bunu yapabilmenin bizim camiamız için kısır olduğu bir dönemde yaptığını da unutmamalıyız. Halen bu alanları da açmış olduğumuzu düşünmüyorum. Çünkü 28 Şubat gibi, sermayeden eğitime, sanattan edebiyata her alanda toplumun en büyük zulme ve baskıya uğradığı dönemi yaşamış insanlar olarak, halen ne tekrar tekrar izleyebileceğimiz sinema filmlerimiz var, ne dizilerimiz var. Hala diziler belli bir kesime romantik, bilinçli, halkı için yaşayan ve çalışan, bir diğer kesimi ise kaba, düşüncesiz, klişe fikirlere sahip insanlar olarak gösteriyor. Ama biz yaşadığımız dramsa dram, çileyse çile, hikayeyse hikaye, yaşadığımız her türlü ülke serüvenine rağmen, hala yaşadıklarımızı gündeme getirme, onları kalıcı hale getirme yolunda mesafe kat etmiş değiliz. Ben Mavi Marmara'nın yolcularındandım. Bir cehennemin içerisinden çıktık. Üzerinden 5 yıl geçti. Mavi Marmara'yı anlatan ne doğru düzgün sinema filmlerimiz, ne de dizilerimiz var. 28 Şubat ve Mavi Marmara, en çarpıcı örneklerdir. Bunun gibi sayısız olayları anlatamadığımız için tiyatro, sinema ve dizilerdeki açığı kapatabilmiş değiliz. Hasan Nail Canat, dönemin içerisinde mücadelesini verirken, sadece statükoyla, sadece çevresiyle değil, bir de imkansızlıklarla mücadele ediyor. Ben Bağcılar Belediyesi'ne teşekkürlerimi sunmadan önce bu konuya değinmek istiyorum. Biz Müslüman camia olarak devlete ait olan alanlara kıymetli büyüklerimizin isimlerinin verilmesine alışık değiliz. Bilakis değerlerimize hakaret eden ne kadar isim varsa, yıllarca caddelerimize, sokaklarımıza, yurtlarımıza, okullarımıza, kültür merkezlerimize onların ismi verildi. Henüz yeni yeni böyle kıymetli insanlarımızın isimleri bu tür mekanlara veriliyor. Bunun için Bağcılar Belediyesi'ne şükranlarımızı iletmek istiyorum. Hasan Nail Canat'ın tiyatro yapmaya çalıştığı döneme, o yılların bir şahidinden yola çıkarak değinmek istiyorum. 2007 yılında Şule Yüksel Şenler'in hayatını yazmaya başladığımda, adım adım, şehir şehir onun ayak izlerini sürerken, en çok ızdırap çektiği şeyin mekansızlık olduğunu gördüm. Şule Yüksel Şenler'in ilk eşi de bir tiyatrocuydu. Merhum Hasan Nail Canat'ın anıldığı birçok programda ismi zikredilir. Hz. Ömer'in Adaleti, Yunus Emre gibi oyunlarıyla döneme damgasını vurmuş olan Abdullah Kars'ın tiyatrosuna da Şule Yüksel Şenler vasıtasıyla şahitlik etmiş birisiyim. Merhum Üstadımız Hasan Nail Canat da, İbret Sahnesi'nde oynadığı yıllarda Şule Yüksel Şenler Ablamız ile birlikte yolculuklar yapmışlar. O döneme baktığınızda, 60'lı yılların Türkiye'sinde çok büyük bir yoksunluk var. Şule Yüksel Şenler'in hayatında gördüğüm en büyük ızdırap, Allah'ın ayetlerini anlatmak istediği sohbetlerini, dönemin en süflî sinema filmlerinin afişlerinin bulunduğu sinema salonlarında gerçekleştiriyor olmasıydı. Aynı şeyi tiyatrocularımız da yaşıyordu. Düğün salonlarında, derme çatma yerlerde oyun sahneleyip, günlerce yolculuk yaptıktan sonra, bütün tiyatro dekoruyla birlikte aynı aracın içinde yol alacaksınız. Yorgun bir şekilde sahnenin her türlü dekorunu ayarlayacaksınız. Aynı yorgunlukla günlerce turne tiyatrosu yapacaksınız. Hasan Nail Canat'ın ömrü böyle bir mücadele içerisinde geçiyor ve hayatı boyunca mücadelesini sürdürdüğü unsurlardan birisi budur. Şule Yüksel Şenler Ablamızın, merhum Hasan Nail Canat için söylediği sözleri de hatırlatmak isterim. Şule Yüksel Şenler, 'Hasan Nail Canat sahnede nasıl duyarlı bir Müslümanı anlatıyorsa gerçek hayatında da aynıydı. Sahnede farklı, gerçek hayatta farklı bir insan değildi' diyor. Hasan Nail Canat'ı benim jenerasyonumun en fazla tanımaya çalıştığı dönemler televizyon dizileriydi. Hasan Nail Canat'ın o ak sakallı yüzünü, o mütebessim, o gülerken bile hüznü taşıyan gözlerinin ekranlardan hanelerimize yansımasını, çocuklarımızın zihninde oluşturduğu algının kıymetinin paha biçilmez olduğunu düşünüyorum. Çünkü o dönemin sinema filmlerinde sakallı tiplemeler, özür diliyorum, en aşağılık, en düzenbaz, üçkâğıtçı tiplemelerdi. Karakterleri çirkin olduğu kadar yüzleri de çirkin olurdu. Ne zaman ki, Hasan Nail Canat'ın o tertemiz sakallı yüzünü ekranlarda gördük ve adeta can simidine sarılır gibi çocuklarımıza, 'Bak çocuğum, aslında Müslümanlar böyledir. O tiplemeler değil, bu tiplemeler esas Müslümanları yansıtır' derdik. 1990'ların sonu, 2000'lerin başı her alanda, bütün haber bültenlerinde, bütün tartışma programlarında yine inançlı kesimin, 28 Şubat'ın rüzgarı ile birlikte eleştirildiği, tüm haklarının yok sayıldığı dönemlere tekabül ediyor. İşte o yıllarda Hasan Nail Canat, rol aldığı televizyon dizileri ile hanelerimizde yüreklerimizi ferahlatırdı. Hasan Nail Canat'ın sanatını ve mücadelesini anlatırken Anadolu'nun taşra kenti olan Kayseri'den de bahsetmemiz gerekiyor. Hasan Nail Canat, bir taşra kenti olan Kayseri'de yaşarken, henüz lise çağlarında Müslümanların sorununa ışık tutabilmeyi fark etmiş. Hangi alanda onları ifade edebilmeyi, yeni ufuklar açıp farkındalık oluşturabilmeyi fark eden bir genç olduğunu görüyoruz. Vefatına kadar da kulluğunu unutmadan sürekli Müslümanların sorunlarına duyarlı olan, sanatını icra ederken sanatını ve kulluğunu ayrı görmeyen bir alana büyük bir kitlenin dikkatini çektiğini de görüyoruz. İnsanların hayatı boyunca, ömrünün, yeteneklerinin, becerilerinin, bilgilerinin zekatı vardır. Allah her kulunu bu imkanlardan sorgulayacaktır. Hasan Nail Canat'ın ömrüne baktığımızda da, gençliğinden itibaren, yeteneği, imkanı neyse hiç vazgeçmeden, hiç yorulmadan bilgi ve becerisini Allah'ın razı olacağı şekilde ortaya koymuş, bu uğurda ömrünü feda etmiş. Onun ömrünün hülasası; mücadele, çile ve sabırdır. En çok da Allah'tan umudunu kesmemeyi ortaya koyuyor. Bizler onun izinden giderken her daim sanatın, edebiyatın ve şiirin kulluktan gayrı bir alan olmadığını, gençliğin, imkansızlığın yapılacak şeyler için bir bahane olmadığını görüyoruz. Hasan Nail Canat'ın sanat mücadelesi aslında geleceğin sanatçıları ve gelecek nesiller için de büyük bir örnek arz ediyor. 'Allah canımı sahnede alsın' demişti. Son oyunundan, son şiirinden sonra Hakk'a yürüdü. Bu güzel çalışmalar, bu emekler inşallah onun mücadelesini uzun yıllar yaşatacak. Bugün bizleri bir araya getiren, bu program için bir yıldan beri emek sarf eden, genç kardeşimiz, merhum Hasan Nail Canat'ın torunu Hasan Canat'ı da anmadan geçmek istemiyorum. Salonda genç kardeşlerimiz var. İnşallah vefanın ne olduğunu anlıyorsunuzdur. Bağcılar Belediyesi'nin desteğiyle Hasan Canat kardeşimiz emek verdi, bu program için büyük çaba gösterdi. Herkes sanatçı ve yazar olacak diye bir şey yok. Hepimiz birer evladız ve torunuz. İnşallah bu örnek çalışmaları gelecek nesillerimize taşıyalım. Bu güzel program için hem Bağcılar Belediyesi'ne hem de genç kardeşim, sevgili Hasan Canat'a çok teşekkür ediyorum. Sürç-ü lisan ettiysem affola. Bu programların hayırlara vesile olmasını diliyorum" dedi.
AHMET MERCAN: HASAN NAİL CANAT DURUŞUYLA VE MÜTEVAZİLİĞİYLE TİYATRODA ÇIĞIR AÇTI
Hasan Nail Canat'ın tiyatroda çığır açtığını ama bugünkü gençlerin tiyatroda çığır açamadığına atıfta bulunan Ahmet Mercan; "Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Buraya geldiğimde iki eserle karşılaşmış oldum. Birincisi içinde bulunduğumuz kültür merkezidir. Bağcılar Belediyesi'nin kültür merkezi yapma konusunda Türkiye'de öncü bir belediye olduğuna şahitlik ediyoruz. İkincisi, Hasan Nail Canat'ın isminin bu kültür merkezine çok yakıştığını ve kültür merkezinin girişinin çok güzel olduğunu söylemek istiyorum. Kültür merkezleri sayesinde insanların kültürle olan irtibatı da güçlenmelidir. Ayrıca sürekli Hasan Nail Canat'tan haberler gönderen, onunla ilgili yapılan çalışmaları anında bize bildiren torunu Hasan Canat ile karşılaştım. Allah herkese böyle torun nasip etsin. Hasan Canat, bana Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in 'Ustada kalırsa bu eksik yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın' sözünü hatırlatıyor. İnşallah değerlerimiz artık bilinmeye başladı. Buna seviniyoruz. Bir medeniyet, yaşayan insanlardan da ziyade ahrete uğurladığımız değerlerle de yaşar. Bugün halen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed ( S.A.V. ), Fuzuli ve Yunus Emre bize bir şeyler anlatıyorsa ahrete uğurladığımız değerlerimizle irtibatı kesmemeliyiz. Dostumuz, büyük tiyatrocu, benim nazarımda çok önemli bir oyuncu olan Hasan Nail Canat'ı ve onun tiyatrosunu anlamak için iki örnek vermek istiyorum. Biz kendisiyle vefatından kısa bir süre önce TV5'de Ömer Karaoğlu'nun sunduğu 'İzler' programına konuk olmuştuk. Orada yaşadığı bir hadiseyi anlatmıştı. Hasan Nail Canat eşi ile birlikte Fatih Camii'nin avlusunda gezerken, Karadenizli bir kişi Hasan Nail Canat'a 'O dizide oynayan sen misun?' demiş. Hasan Nail Canat da 'Evet, benim' demiş. Karadenizli kişi de 'Böyle hanımun var da, o dizideki kadınlara niye 'hanımum, hanımum' dersun?' demiş. Bu sözler bugün de söyleniyor. Bir de Hasan Nail Canat'ın tiyatroya başladığı 1960'lı yılların vahametini düşünün. İkinci örnek de, Türkiye'nin şartlarını anlatması açından Ulvi Alacakaptan'ın başından geçen bir hatıradır. Önceden şehirlere turne tiyatrosu yapmaya gittiğinizde sahneleyeceğiniz tiyatro oyununu öncelikle Emniyet Müdürlüğü'ne onaylatmanız gerekiyordu. Emniyet Müdürlüğü'nden 'uygundur' izni alındıktan sonra oyunlar sahnelenirdi. Salonun tutulmasının ve seyircilerin beklemesinin hiç önemi yoktur. Orada devlet vardır ve devlet ceberrut bir şekilde kendi kurallarını uygular. Bir gün Ulvi Alacakaptan emniyete sahneleyeceği oyunları bildirmek için gitmiş. Çantasından bir kağıt çıkarıp oyunlarının ismini yazmış. Eskiden üzerinde ilaç reklamları olan kağıtlar vardı. Ulvi Alacakaptan da çantasından astım hastalarının kullandığı –Ventolin- isimli ilacın reklamı olan bir ilaç kağıdı çıkarmış ve o kağıda sahneleyeceği oyunların isimlerini yazmış. Bunun üzerine yetkililer yazılan oyunların isimlerini inceledikten sonra Ulvi Alacakaptan'a cevaben 'Bazı oyunlar isimlerinden dolayı sakıncalıdır. –Ventolin- oyununun oynanmasında sakınca yoktur' demişler. İşte, izleyicisi ve devleti böyle olan bir ülkede siz düzene karşı aykırı tiyatro yapacaksınız. Burada çok güçlü bir delilik lazım. Delilik olmadan çığır açmak mümkün değildir. Delilik dediğimiz akılsızlıkla değil fazla akılla olan bir şeydir. Yani mevcut şartlar size imkan vermiyorsa, çalışmanıza müsaade etmiyorsa, okuduğunuz gerçeklik bir akışa müsaade etmiyorsa siz bundan hemen geri çekilirsiniz. Şartların olgunlaşmasını beklersiniz. Ama azmi ve ufku geniş olan hem seyircisini yetiştireceğini hem sözünü söyleyeceğini düşünür, hem de bu şartların üstesinden geleceğini düşünerek yaşanacak bütün zorluklara göğüs germeyi göze alır. Delilik bu anlama geliyor. Zaten rahmetli Hasan Nail Canat'ın bunu anlatan bir sözü de var, "Ne kadar delisin, o kadar oyuncusun" diye. Hasan Nail Canat, Abdullah Kars ile birlikte bizim camianın kilometre taşlarından biridir. Hasan Nail Canat'tan, Abdullah Kars'tan ve Ulvi Alacakaptan'dan söz ederken tiyatroyu da konuşmalıyız. Biz tiyatroyu hiç konuşmuyoruz. Hasan Nail Canat, o zor yıllarda Anadolu'da birçok oyununu sahneledikten sonra 1980 yılındaki askeri darbeden dolayı şartların değişmesiyle birlikte tiyatroya ara veriyor ama hevesinin ve nefsinin kurbanı olmuyor. Yeri geldiğinde geri çekilmeyi ve tekrar hızlanıp koşmak için mücadele ettiğini görüyoruz. 1984-85 yılları arasında Hasan Nail Canat ile bizzat tanıştım. O dönemlerde tiyatromuz suskun geçen 12 Eylül sonrasında bir anda dalgalanmaya başladı. Milli Gazete'nin arka sayfasında 'Ulvi Alacakaptan hidayete erdi' başlığıyla yayınlanan bir röportajı okudum. Ulvi Alacakaptan, bunun üzerine Fatih Şehremini'de Hidayet isimli bir kırtasiye de açmıştı. İbrahim Sadri bir gün bana, 'Ben Ulvi Alacakaptan'ı, 'Şahları da vururlar' isimli tiyatro oyununda izledim. Çok iyi oynuyordu. Gidip onunla tanışalım' dedi. Biz de skeçler oluşturmaya çalışıyoruz. 'İnsanlar ve soytarılar' yazılmaya çalışılıyor. Biz o gün gittik ama Ulvi Alacakaptan'ı bulamadık. İyi ki de bulamadık. Daha sonra 'bana sebep olanın sebebi olmasın' diye söylenen bedduadan payımı almamış oldum. Böylece bizim tiyatro dünyamıza epik tiyatro girmiş oldu. 'İnsanlar ve Soytarılar' yeniden bir başlangıç oldu. Rahmetli Hasan Nail Canat da birkaç oyundan sonra 'İnsanlar ve Soytarılar' oyununda da rol almaya başladı. Bu da mütevaziliğinin göstergesidir. Hasan Nail Canat asla 'Ben kendi başıma tiyatro yapmış biriyim. Şimdi niye böyle bir şey yapayım, yaparsam kendim yaparım' demedi. Hasan Nail Canat'ın en çarpıcı özelliği budur. Çünkü sahne şeytanın karargâhıdır. Sahne sanatları insanın egosunu en çok gösterdiği ve gösterme imkanı bulduğu bir yerdir. Ama Hasan Nail Canat, şeytanın karargâhını basmaya gidiyor ve orada Hakk'ın sözünü söylüyor. Müslüman sanatçıların ve yeni tiyatrocuların edinecekleri izlenim budur. Sahneye çıkıp nefs için en tehlikeli oyunu nefsine pay çıkarmadan bitirip, ondan sonra sıradan olabilmek, kendinde hiçbir fark görmemek, o mütevaziliğe, o dervişliğe bürünebilmek Üstad Hasan Nail Canat'tan öğreneceğimiz en büyük ders budur. Bir gün beni iki genç tiyatrocu ziyaret etti. Benden tavsiyelerde bulunmamı istediler. O genç tiyatroculara öncelikle ustalarını ziyaret etmelerini belirterek tiyatroda neden ayrılıkların olduğunu ve tiyatroların neden uzun soluklu olmadığını araştırmalarını istedim. Son olarak da 'Siz para kazanmasanız da bu işi yaparsınız. Çünkü sanat bir aşk ve gayret meselesidir. İçinizde patlamalı ve içinizde bunu hissetmeniz gerekir. Para kazanırsanız parayı da bölebilirsiniz ama asıl tiyatroda alkışı pay edebilirseniz sanatınız ve tiyatronuz yaşar' dedim. Şimdi çok tiyatrocu var. Birçok ustanın sahnesinden geçmişler. Ortalıkta geziyorlar ama çok akıllılar. Bir çığır açmak ve bir delilik yapmak taraftarı değiller. Önce proje olarak olayı görmek istiyorlar. Getirisi varsa girmeye çalışıyorlar. Enteresandır, tiyatro önceki yıllardaki aşk ile yapılmadığı gibi bugün öyle bir talep de yok, öyle bir seyirci de yok. Bugün Şehir Tiyatroları'nı izlemeye çalışıyorum ve bir oyun yazmaya çalışıyorum. Oradaki oyunları anlamaktan bile yoksun bir izleyici ile orayı izliyoruz. Öyle tehlikeli oyunlar oynanıyor ki, bize 17-18 yıldır hakaret eden oyunlar oynanıyor. Biz onların isteklerini en üst derecede yerine getiriyoruz. Kendi sanat anlayışımızı ortaya koyacak çalışmalardan uzak duruyoruz. Oralara sadece muhasebeci ve idari işlerden sorumlu insanlar veriyoruz. Büyük ustaları konuşurken bunları da konuşmalıyız. Bunların büyük sorunlar olduğunu ve aşılması gereken sorunlar olduğunu bilmeliyiz. Orada nasıl bir repertuar kurulu var ve oradan nasıl bir oyun geçer diye düşünürseniz akıl almaz işler olduğunu görürsünüz. Bir dönem ilgilenmiştim. Çıkmayacağını bile bile kurullara oyun yazıp veriyordum, bunu da daha sonra 'neden yazmadınız, neden vermediniz, verseydiniz çıkardı' diye söylenmesin diye yapıyordum. Sadece tiyatroya değil, sanata karşı bir sakat ve küçümseyici bakışımız var. Sanatı içselleştiremiyoruz. Sanki sanatı ya da tiyatroyu Batı yönetiyormuş gibi bir algı var. Türkiye'de tiyatronun kuruluşu ve serüveni Batılı normlara göre yapılmış. Sahnelenen oyunlar hep inançlı kesimi küçümsemiştir. Bundan dolayı tiyatroyu mahkum etme yoluna gitmişiz. Diğer sanatlarda da bu durum böyledir. Sanki sanatın İslam ile telif olunmayacağı düşüncesi gizli bir kanaat olarak var. Bunu hiç konuşmuyoruz. Oysa ben buna benzer bir ayeti çok önemsiyorum ve o ayetin sanattan bahsettiğini düşünüyorum. Hz. Musa, Firavun'un yanına giderken Hz. Musa'ya bir ayet vahyedilir, 'Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel sözle çağır'. Bu ayet Nahl Sûresi'nin 125. ayetidir. Hikmetle ve güzel sözle çağırmak bir sanattır. Tiyatro nedir? Tiyatro, yanlışı işaretleyen bir şeydir. Ben Salih Tuna'nın yazdığı 'Şeytan Üssü Haber Merkezi' isimli oyununda Hasan Abi'nin oynadığı Yahudi rolünü hiç unutamıyorum. Yahudi'nin ayak ucu ve gökyüzüne tedirgin baktığını, üzerinden her zaman cezalandırılabileceğini düşündüğü bir yaklaşımı vardır. Hasan Abi, bu yaklaşımı o kadar güzel oynamıştır ki, aklımdan hiç silinmiyor. Tiyatroda yerine göre, iyi bir oyunda, iyi bir metinde verilecek mesajı hiçbir vaaz ve hiçbir dilek karşılayamaz. Bugün varlık felsefesini konuşurken, varlık-yokluk sorgulamasını yaparken 'Bir Adam Yaratmak' isimli oyunu seyrettiğinizi düşünün ya da o oyunun üzerine, böyle bir olay var mıdır ve nasıl yazılmıştır diye düşünebilirsiniz. Çünkü bugün maalesef oyun yazarlığında da büyük bir boşluk olduğunu görüyoruz. Ustalarımızdan Allah razı olsun. Ustalarımızı bir dost olarak, onları bir vefa örneği göstererek anacağız. Ustaların yolunu devam ettirmek de çok önemlidir. Bu yolu devam ettirmek için oyun yazmaya, oyuncu yetiştirmeye ve bundan da önemlisi siyasilerin bu konuda alan açması gerektiğini düşünüyorum. Hepinize teşekkür ediyorum" diye konuştu.
YALÇIN TURGUT BALABAN: HASAN NAİL CANAT BÜYÜK DOĞU'NUN BİR NEFERİYDİ
Hasan Nail Canat'ın Büyük Doğu davasına gönül vermiş bir misyon adamı olduğunu anlatan Yalçın Turgut Balaban; "Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hasan Nail Canat, bir gülün yaprağına şiir yazacak kadar dikkatli, naif, nazik bu ruh haline sahip olan, buna karşılık da tutmuş olduğu siperde ayağını bir milim geriye atmayacak kadar da yiğit bir yüreğe sahip bir insandı. O bir misyon adamıydı ve misyonunun ne olduğunu biliyordu. Çünkü o Büyük Doğu'cuydu. Büyük Doğu, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in ifadelendirdiği gibi İslam'ın emir subaylığıdır. İslamiyetle yolları açan ve İslam'ın emrinde olan bir aksiyon hareketiydi. Hasan Nail Canat da çok büyük bir Büyük Doğu'cuydu. Biraz evvel Sayın Cumhurbaşkanlarımızın ifadelerinde de gördüğünüz gibi, Kayseri'nin Büyük Doğu'cularda çok özel bir yeri vardır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in gönlünde de Kayserililerin çok derin ve müstesna bir yeri vardı. Abdullah Gül Bey de Kayseri Büyük Doğu grubundandır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey de, MTTB İstanbul Şubesi aracılığıyla İstanbul'daki Büyük Doğu grubunda olan birisiydi. Hasan Nail Canat, Büyük Doğu'nun bir neferiydi. Bütün olanca faaliyetini ve cehdini bu uğurda harcamıştır. Kayseri açısından baktığınızda bir yandan Kayserililerin yüz akıydı ama diğer yandan yüz karasıydı. Çünkü paraya dair en küçük bir hevesi yoktu. Parayla hiçbir alışverişi olmazdı. O kendisini tamamen tiyatroya, kendisine biçilmiş olan misyona adamış, tiyatro yoluyla savaşmanın ve hizmet etmenin cehdi içindeydi. Kendisi ile 1970'li yıllarda tanıştık. Ondan sonra hemen hemen her vesileyle her mücadeleci platformda birlikte olduk. 1973 yılında Büyük Doğu kendisini tatil etmişti. İslamcı kesimin hiçbir yayın organı yoktu. Biz Salih Mirzabeyoğlu ile birlikte büyük bir imkansızlıklar içinde Gölge Dergisi'ni çıkarmaya başlamıştık. Biz bir müddet Gölge Dergisi'ni çıkarmaya devam ettik. Birtakım sıkıntılar yaşadık. Buna rağmen dergimizin ikinci dönem baskısını hazırlayıp tezgaha koyacağız ama yerimiz yok. Hasan Nail Canat'ın da Divanyolu Caddesi'ndeki Över Han'da bir yeri vardı. Biz Över Han'daki o küçük odayı Hasan Nail Canat ile paylaştık. Hasan Nail Canat da o dönemde büyük sıkıntılar içerisindeydi ve tiyatro yapamıyordu. Biz o odayı hem bir dergi idarehanesi hem de Hasan Nail Canat'ın gençler için yazdığı kitapların satışının ve dağıtımının yapıldığı bir yer olarak kullandık. Nerdeyse 24 saat çalışıyorduk. Hasan Nail Canat ile sıkıntılarımızı ve dertlerimizi paylaştık. İnsan, dost, arkadaş ve samimi dava adamı olan Hasan Nail Canat'ı o sohbetlerimizde daha yakından tanıdım ve unutmam mümkün değil. Benim de gençliğimde bir tiyatro sevdam vardı. Çünkü, Bâbıali'ye gelip matbaa mürekkebi yutan insan ömür boyu o işten kurtulamaz. Sahnede veya kuliste sahne tozu yutan bir insan da ömür boyu onu kanından atamaz. Hasan Nail Canat ile dertleşiyorduk. Onun bütün derdi imkan bulup bir tiyatro ekibi kurarak, bir oyun sahneye koymaktı. Bizim de uhdelerimiz vardı ama bizim de bitmek tükenmek bilmeyen dertlerimiz vardı. Hasan Nail Canat bana, 'Yahu sen hep tiyatro tiyatro diyorsun, imkan olsa yaparız diyorsun, bu tiyatro sevdan senin gönlünden çıkacak gibi değil' dedi. Benim de aklıma o an bir fıkra gelmişti ve Hasan Nail Canat'a anlatmıştım. Mahallenin delisi eline bir lastik geçirdiği anda sapan yapıyor ve mahalledeki evlerin camlarını kırıyor. Nerdeyse mahalledeki bütün camları kırıyor. Bir gün mahallenin delisini derdest edip akıl hastanesine götürüyorlar. Doktorlar bir müddet sonra hastaya 'seni bıraksak ne yaparsın?' diye soruyorlar. O da 'bir lastik bulurum ve' deyince doktorlar bir müddet daha müşahade altında kalmasını söylüyorlar. Aradan uzun bir zaman geçiyor. Bir gün doktor yine gelip hastaya 'seni bıraksak ne yaparsın?' diyor. Hasta da 'Evlenirim, bir yuva kurarım, hayatımı bir düzene sokarım' diyor. Doktor 'aman Allah'ım bu akıllanmış' diyor. Hemen hastayı heyetin karşısına çıkarıyorlar, ona yine sorular soruyorlar ve 'seni bırakacağız şimdi, ne yapacaksın' diyorlar. Hasta da 'Mahalleden, eşten, dosttan helal süt emmiş bir hanım bulup izdivacına talip olacağım, verirlerse evleneceğim, bir yuva kuracağım' diye cevap veriyor. Doktorlar birbirlerinin yüzüne bakıp hastalarının artık akıl sağlığına kavuştuğuna kanaat getiriyorlar. Hastaya son kez bir soru daha soruyorlar, 'Sonra ne yapacaksın?' diyorlar. O da 'Evlenince düğün yapacağız. Daha sonra gerdeğe gireceğiz. Hanımın entarisinin lastiğini kaptığım gibi yine sapan yapacağım' diyor. Yani o mahallenin delisi camları kırmaya odaklanmış. Ondan başka hiçbir şey düşünemiyor. Dolayısıyla tiyatro da böyle bir şeydir. Rahmetli Hasan Nail Canat'a bu fıkrayı anlatınca çok gülüşmüştük. Bu fıkra aramızda bir parola olmuştu. Hatta vefatına kadar nerede karşılaşsak birbirimize 'lastik' diye bağırır ve ellerimizle sapan işareti yapardık. Hasan Nail Canat cefâkar ve sıkıntılar içinde kavgasını sürdürmeye uğraşan bir insandı. Siperini hiç terketmedi. Nitekim emaneti de Rabbine siperde teslim etti. Allah mekânını cennet eylesin. Allah hepinizden razı olsun. Dünyanın çok değerli konularını dışarıda bırakıp Hasan Nail Canat'ı anmak için buraya geldiğiniz için, kıymetli vakitlerinizi ayırdığınız için, Sayın Başkana, Bağcılar Belediyesi'ne Hasan Nail Canat'a layık böyle güzel bir mekânı oluşturdukları için ve bütün konuşmacı dostlarıma da Hasan Nail Canat'ı en azından bizden sonraki nesillere aktarabilecek konuşmalar yaptığınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum" dedi.
EKREM KIZILTAŞ: SANATIN HER ALANINDA, MANEVİYATA DUYARLI HASAN NAİL CANAT GİBİ DEĞERLERİMİZ OLMALIDIR
Hasan Nail Canat'ın inancını muhafaza ederek sanat yaptığını belirten ve sonraki nesillerin kültür-sanat alanında büyük eserler üretemediğini ifade eden Ekrem Kızıltaş; "Sizlere öncelikle hayırlı günler diliyorum, hepiniz hoşgeldiniz. Bağcılar Belediye Başkanımız Lokman Çağırıcı Bey'e ben de teşekkür etmek istiyorum. Program başlamadan önce Ulvi Alacakaptan Bey ile kendi aramızda konuşurken böyle bir salon yapmanın ve buraya Hasan Nail Canat'ın ismini vermenin önemli ve zor olduğunu konuşuyorduk. Hasan Nail Canat deyince benim aklıma her zaman şöyle bir şey gelir. Eskiden Topkapı'da bulunan Milli Gazete'nin binasında, odamda otururken bir anda kapıda beliriveren, hep gülümseyen yüzüyle aklıma gelir Hasan Nail Canat. Hiç mübalağasız, en sıkıntılı anında bile hep gülümseyen yüzüyle selam verip gelen, oturup beraber sohbet ederek çay içtiğimiz, hatta sigara içtiğimiz, en sıkıntılı konuları konuşurken bile gülümsediğimiz bir dostumuzdu Hasan Nail Canat. Diğer konuşmacılarımız Hasan Nail Canat'ın tiyatroculuğundan ve verdiği mücadeleden bahsettiler. Hasan Nail Canat, şair, yazar ve tiyatrocu, turnelere çıkmış, bir sürü oyunlar sahnelemiş. Dolayısıyla herhalde hali vakti yerindedir diye düşünülebilir. Ancak bildiğim kadarıyla hayatının nerdeyse tamamı sıkıntılarla geçen bir insandı. Bir araya geldiğimizde bu sıkıntılardan da bahsederdik. Sıkıntıları nasıl aşabileceğimizi uzun uzun konuşurduk. Sıkıntılarını anlatırken bile ümit dolu bir insandı. Hayata iyi yönlerinden bakardı ve ileriye yönelik olarak da bu ülkenin insanlarına birtakım mesajları ve doğruları anlatabilmek için neler yapabileceğini düşünürdü. 2004 yılındaki vefatından sonra şu an bile Hasan Nail Canat denildiğinde, sanki kapıdan gelecekmiş de oturup beraber çay içip sohbet edecekmişiz hissine kapılıyorum. Çünkü Hasan Nail Canat, romanlarıyla, şiirleriyle, oynadığı tiyatro oyunları ile hep hayatın içinde olan, yaşadığını ve inandığını insanlara bir şekilde aktarmaya gayret eden ve sürekli olarak bunun için çalışan bir insandı. Hasan Nail Canat'ın eserleri de aslında inandığı değerleri uygun bir dille başta gençler olmak üzere bu ülkenin insanına anlatmaya çalışıyor. Çünkü romanlarına gençlik romanları diyoruz. Belki de 'ağaç yaş iken eğilir' sözünden yola çıkarak gençlere yönelik eserler yazmıştır. Hasan Nail Canat deyince, 1943 yılında Kayseri'de doğan, imam hatip tahsili yapan ve daha sonra çalışma hayatına atıldığı dönemde birtakım tiyatro çalışmalarını yaptığında, öz babasının muhalefetine rağmen, bu çalışmalarını belli bir noktaya getirmiş bir insan olduğunu görüyoruz. Babasının muhalefetine özellikle değinmek istiyorum. Halen bizler oyuncu denildiğinde bu kelimenin neyi anlattığını bilmiyoruz. Gösteri sanatları olarak kabul edebileceğimiz sahalardaki insanların sözü edildiğinde çoğunlukla ailemizden birisinin bu işe yanaşmamasını tercih ederiz. Fakat Türkiye'nin bilhassa son 50-60 yılındaki tiyatrosunun, sinemasının, televizyonunun, yani o gösteri dünyasının bize neler kaybettirdiğini, bizim gibi olmayan insanların yapımcısı, yönetmeni, senaristi ve oyuncusu olduğu sinema filmlerinin, tiyatro eserlerinin ve televizyon dizilerinin bize neler kaybettirdiğini düşünürsek bu sahada yanlış yaptığımızı anlarız. Belki rahmetli Hasan Nail Canat Ağabey'in rahmetli babasının vaktiyle Hasan Nail Canat'a 'soytarı mı olacaksın?' sözüne müteakip Kayseri'de Din Görevlileri Derneği'nin salonunda sergilediği oyundan sonra 'Evladım bu zamana kadar yanlış sözler söylediğimin farkına vardım. Bundan sonra yanındayım. Allah yolunu açık eylesin. Ne yaparsan elimden gelen desteği vereceğim' demesine kadar geçen süreç belki bizim ülke olarak halen yaşadığımız ve pek anlam veremediğimiz bir süreçtir. Kestirmeden söylemek gerekirse, 1950 yılından sonra Türkiye'de sinema filmlerinin ve tiyatro eserlerinin, 1980 yılından sonra özel televizyonların artmasıyla televizyon dizilerinin bu ülkedeki büyük çoğunluğa, mesela içkiyi, kumarı ve hırsızlığı normal bir şeymiş gibi kabul ettirdiğini görüyoruz. Bize seyrettirilen bu görsel yayınlardaki bu mesajları nasıl olsa bir üst akımdan veriliyor diye kabul ederek aslında temel olarak yanlış olan birçok şeyi maalesef hayat standardı olarak kabul ettik. Çünkü içkiyi, kumarı ve zinayı makul gösteren bir oyunculuk ve yapımcılık anlayışının toplum hayatının bugün geldiği nokta açısından bize çok şey kaybettirdiğini özellikle belirtmek istiyorum. Hasan Nail Canat aslında tam olarak ne demek istediğimizi önemli gösteren birisiydi. Hasan Nail Canat'ı bir televizyon dizisinde veya sinema filminde, Anadolu'nun herhangi bir tiyatro sahnesinde gördüğümüzde; bizim gibi olan, bizim gibi düşünen, bizden bir insanı karşımızda görüyorduk. Bilhassa televizyonda Hasan Nail Canat'ı izlerken, Müslüman imajını sürekli olarak çirkin bir şekilde göstermek isteyenlere karşılık, Hasan Nail Canat'ın o güzel yüzü ve rol aldığı filmdeki şahsi gayretleriyle pozitif anlayışın belki de birçok insanın zihninin arkasında büyük bir payı olduğunu söyleyebiliriz. Hasan Nail Canat'ın rol aldığı filmleri izlerken biraz daha rahat seyrettiğimi ve sıcak baktığımı hatırlıyorum. Çünkü Hasan Nail Canat'ın yer aldığı yapımlara dini hassasiyetleri dolayısıyla hep bir şeyler kattığını düşünmüşümdür. Dolayısıyla Hasan Nail Canat inanmış bir müslümandı. Bir davası ve bir ideali vardı. Tiyatroda, sinemada, dizide ve hayatın içindeyken de hep aynı şekilde tebessüm eden Hasan Nail Canat vardı. Birçok derdi olmasına rağmen dertlerinin bir şekilde çözülebileceği anlayışıyla hep ileriye doğru gitmeye çalışan birisiydi. Türkiye olarak 1970-80'li yıllarda büyük travmalar yaşadığımız dönemlerde de sürekli olarak dik durmanın ve her şart altında bir şeyler yapabilme konusundaki kararlılığını da hatırlıyoruz. Özellikle de usta-çırak ilişkisi çerçevesinde tiyatrocu yetiştirme gayretinde oldu. Ahmet Mercan biraz önce çok güzel bir söz söyledi. 'Sahne şeytanın karargâhıdır' dedi. Mesela Hasan Nail Canat'ın yetiştirdiği bir talebenin daha başlangıçta belli bir nefs muhasebesi ile başlayıp egosunu baştan yok ettiğini düşünerek bakabiliriz. Belki halen değişik yerlerde çalışmalarını sürdüren bu kardeşlerimizin yetişmesinden Hasan Nail Canat'ın büyük katkısı vardır. 1970'li yıllardan itibaren çok yer almadığımız o sanat dünyasında bizi temsil eden ve en azından gördüğümüzde içimizin rahatladığı bir figür olarak hepimizin minnet duyması gereken ve ruhuna fatihalar göndermemiz gereken birisidir. Toplumun şu anki haline bakarsak bir kültürel hegemonya ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Genel olarak oyuncular, tiyatrocular, yönetmenler, sinemacılar ve aktörler dediğimiz bir sanat dünyası var ve maalesef bu dünya içerisinde bizim gibi yaşayan, bizim gibi düşünen, eserlerini sahnelerken ya da filmlerini çekerken bizim hassasiyetlerimizi hesaba katan insan sayısının halen az olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Böyle insanların yetişmesi gerektiğini söylemek bir vicdan borcudur. Bundan sonrası için en azından bu sahada yetişecek insanlara bireysel veya kurumsal olarak destek olmak, bu insanların sayısının artmasını temin etmeye çalışmak, dolayısıyla karşımıza çıkacak her tiyatro ve sinemada bunun yansımasını görebiliriz. Biraz önce Ahmet Mercan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Şehir Tiyatroları'na dair önemli sözler söyledi. Bu çok kabul edilebilecek bir şey değilse de, elimizde malzeme yoksa, oyuncu olarak kadronuzda bulunan insanlar devlet memuruysa, bu insanlarla çalışmak zorundaysanız onları idare edenleri de anlamak gerekiyor. Ama bundan sonrası için oralarda görev alabilecek senarist, oyuncu ve yönetmenlerin yetişmesi için elimizden geleni yapmak zorundayız. Çünkü biz istesek de istemesek de, şu anda Türkiye'de belki siyaseten bizim gibi düşünen insanlar iktidarda ama kültürel ve sanatsal anlamda maalesef bizden olmayan insanların hükümranlığı halen devam ediyor. Onlar bizi halen küçümsüyorlar. Çünkü şeytanın karargâhında bulunuyorlar ve şeytanla araları da çok iyidir. Bu yüzden bize bakışları maalesef netamelidir. Hasan Nail Canat bu geleneği kırabilen istisna isimlerden birisiydi. Cenab-ı Allah gani gani rahmet eylesin. Bundan sonrası için daha çok sayıda Hasan Nail Canat'lar yetişmesi ve bir şekilde hayatın içerisinde değişik roller almaları gerektiğini hepimiz düşünmek zorundayız. Gelecek tamamen bizim olacaksa ve birilerinin ensemizde boza pişirmelerine daha fazla tahammül edemeyeceksek hayatın tüm alanlarını kapsayabilecek şekilde çalışmak zorundayız. Yoksa kiralanmış insanlarla belli bir noktadan öteye gidemezsiniz. Kiralanmış ve geçici olarak sizin gibi davranıyormuş gibi yapan insanlar Ahmet Mercan'ın söylediği gibi çoluğunuzla-çocuğunuzla rahatlıkla izlemeyeceğiniz birtakım tiyatro oyunlarını size dayatırlar. Aksi bir şey yapmaya kalktığınızda da bu toplumun ruh köküne yabancı olan şeylerle karşınıza çıkarlar. Onlara belki ceplerini birkaç defa dolduracak kadar maaş veriyor olsanız bile onların hiçbir zaman sizin gibi düşünmediklerini ve düşünmeyeceklerini de acı bir şekilde defaatle anlarsınız. Çünkü şeytanın karargâhı olan bir yerde daha çok şeytanın kılıcını sallıyorlar. Allah hepinizden razı olsun. Aklımıza geldikçe Hasan Nail Ağabey'e ve tüm geçmişlerimize Fatihalar okuyalım, rahmet dileyelim. Hasan Nail Canat'ın özellikle sağlığı boyunca rol yapmadan yaşayarak bizden birisi olarak yaptıklarının değerini bilip, ondan sonra bu konuda çalışan insanlara her nasıl olacaksa destek olmak gerektiğini unutmayalım. Allah'a emanet olun" diye konuştu.
ULVİ ALACAKAPTAN: HAYATIMDA İLK DEFA HAKSIZ ÇIKTIM
Anma programına konuk olarak katılan Tiyatro ve Sinema Sanatçısı Ulvi Alacakaptan kürsüde bir konuşma yaptı; "Bugün Hasan Abi'ye olan vefa borcumu yerine getirmek için buradayım. Biz Hasan Abi ile uzun yıllar aynı sahneyi paylaştık. Oyunlarımızı birinci gün Beşiktaş'taki Yumurcak Sineması'nda, ikinci gün Bağlarbaşı'ndaki Dilek Düğün Salonu'nda oynardık. Dilek Düğün Salonu'nun yanında İlahiyat Fakültesi de vardı. İki gün üst üste dört seans oynardık. Çok coşkulu bir seyircimiz vardı. Bir gün merak ettim, 'yahu bu sahne neden sallanıyor?' dedim. Sahnenin önüne gidip baktım, koli bandı ile birbirine bağlanmış olan halıyı kaldırdığımda çok sayıda masanın birleştirilmiş olduğunu gördüm. Biz masaların üzerinde oyun oynuyormuşuz. Sahne denilemeyecek yerlerde biz oyunlarımızı sahnelerdik. Şimdi böyle kültür merkezlerimiz ve ışıklı salonlarımız var. Peki o oyunlar ve o seyirci nerede? Bizim camia da yok. Hasan Abi, ömrünün son anına kadar görevini yaptı. Ben de yapmaya gayret ediyorum. 1994 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey'in sayesinde Gösteri Sanatları Merkezi'ni kurduk. 2007 yılında Bağcılar Belediyesi Tiyatro Okulu'nu kurduk. Biz gayret ettik ama başka nedenler vardı. Ben burada bugün bir tek şeye seviniyorum. Şu an 66 yaşındayım. Yaşlılığın bana en ağır gelen şeyi haklı çıkmaktır. Haklı çıkmaktan çok rahatsızım. İlk defa burada Hasan Nail Canat'ın isminin verildiği kültür merkezinin açılışıyla haksız çıktığıma çok seviniyorum. Çünkü 2009 yılında Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde yapılan bir toplantıda Hasan Abi'nin isminin bir kültür merkezine verilmesini konuşuyorlardı. Ben de kürsüye çıkıp 'Hasan Abi'nin ismini bir kültür merkezine vermezler, verdirmezler' dedim. Yanıldım ve yakında yanılmam ikiye katlanıyor. Bağcılar Belediyesi elini çabuk tuttu. Eyüp Belediyesi de önümüzdeki günlerde Hasan Nail Canat Sanat Akademisi'nin açılışını yapacak. Şimdi esas iş başlıyor. Bu salonların içinde neler olacak? Ben 47 senedir tiyatro yapıyorum. Son 13 yıl en az oyun oynadığım yıllardır. Birçok belediye ücretsiz tiyatro gösterileri yapıyor ve bu tiyatro gösterilerinin çoğunun niteliksiz olduğunu söyleyebilirim. İnşallah bizim arkamızdan gelenler bu açığı dolduracaklar. Biz Hasan Nail Canat'ın soluğunu genç kuşaklarda görmek istiyoruz" dedi.
MANSUR TEYCİ: BEN HASAN NAİL CANAT İLE 59 YIL ÖNCE KAYSERİ'DE KARŞILAŞTIM
Anma programına konuk olarak katılan Avrasya Kazak Sosyal Kültür Derneği Genel Başkanı Mansur Teyci kürsüde bir konuşma yaptı; "Muhterem misafirler, bugün buraya geldiğimde bir zaman tünelinden 59 sene geriye gittim. Hasan Nail Canat'ın adı değil de soyadı aklımda kalmıştı. Tiyatrolarda da soyadını gördüğüm zamanlar oldu ama ben hep isim benzerliği olduğunu düşünürdüm. Programın başında izlediğimiz sinevizyonda 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Bey ile birlikte Hasan Nail Canat'ın Kayseri'de çekilmiş olan resmini gördüm. O resim benim hafızamı canlandırdı. Şu an 72 yaşındayım, rahmetli Hasan Nail Canat ile aynı yaştayım. Hasan Nail Canat ile ilgili hatıramı sizlerle de paylaşmak istiyorum. 1953 yılında ilkokulu bitirmiştim. Benim rahmetli babam da Türkiye'ye Kazakları getiren adamdır. Babam Kayseri'ye giderken beni de okumam için yanında götürmüştü. Kayseri'de o zamanlar Sivas Oteli vardı. Biz Kazaklar hep oraya giderdik. Bir gün orada otururken babam 'Oğlum sen Türkçe biliyorsun, şuradan bir cıvıklı getir de yiyelim' dedi. Babam böyle konuşunca kendimle gurur duydum. Birkaç fırına gidip 'cıvıklı var mı?' diye sordum ama bulamadım. İşte o gün bir gençle karşılaştım. O karşılaştığım genç rahmetli Hasan Nail Canat'ın ta kendisiymiş. Hasan Nail Canat'a 'Arkadaş, burada cıvıklı varmış, nerede bulabilirim?' demiştim. Nur içinde yatsın. Çok açık kalpli genç bir arkadaştı. Beni fırına kadar götürdü. Hatta 'para da vereyim mi?' dedi. Cömertlik de var. Genç bir insanın bu cömertliği beni çok etkilemişti. Fırından cıvıklı alıp oradan ayrıldım. Yani toplasanız ömrümde Hasan Nail Canat ile görüşmem 10-15 dakikadır. Bugün çok pişman da oldum. Keşke önceden hatırlayabilseydim de, tiyatrolarına gitseydim, onunla sohbet edebilseydim. Bakınız, "Mevla ne eyler, neylerse güzel eyler. Sonraki yıllarda Kayseri'den ayrıldım ama Canat soy ismi aklımda öyle yer etmiş ki, bugün burada 59 yıl sonra onun adını görünce hatırladım. Ben Bağcılar'da oturuyorum. Evimiz bu kültür merkezine çok yakın bir yerdedir. Allah bize yıllar sonra oturduğumuz mahallede o güzel insanın ismini hatırlattı. Bugün burada onun adına kurulan kültür merkezinde olmaktan da çok mutluyum. Gençler, siz de fikir edinin. Dağ dağa kavuşmaz ama 59 yıl sonra bile insan insana kavuşur. Ben rahmetli Hasan Nail Canat ile hayatta iken bir daha karşılaşmadım ama bugün burada onu anarak hasretimi giderdim. Hepinize çok teşekkür ediyorum" diye konuştu.
KENAN GÜLTÜRK: HASAN NAİL CANAT BİR KARAKTER ABİDESİYDİ
Anma programına teşrif eden Bağcılar Belediyesi Başkan Yardımcısı Kenan Gültürk kürsüde bir konuşma yaptı; "Bu vesileyle bugün bizi bir araya getiren merhum Üstadımız Hasan Nail Canat Ağabeyimize Allah'tan gani gani rahmet diliyorum. Cenab-ı Hakk yattığı yerde incitmesin, kabrini pür-nur eylesin. Sevenleri olarak bizlere de onu anmayı ve anlamayı nasip eylesin. Ben imam hatip lisesinde öğrenci olduğum yıllarda Beyazıt'taki Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı'na çok giderdim. Hasan Nail Canat ile Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı'ndaki Nizam Yayınları'nda bir tanışıklığım oldu. İlk gördüğüm zaman da bir Müslümanda bulunması gereken mütebessim simasını görmüştüm. Dolayısıyla oradaki kısacık sohbetimiz, bir öğrenci olarak bende Hasan Nail Canat'ın dertli bir insan olduğu izlenimi bırakmıştı. Dertli bir insandı, mümindi, muvahhitti, inanmış ve adanmış bir imana sahipti. Bundan dolayı da onun derdini yüreğinde hissediyorduk. Yüreğinde hissettiği derdi de hareketlerine ve heyecanına yansıtmıştır. Sonraki yıllarda biz kendisini 'İnsanlar ve Soytarılar' oyununda izlemiştik. Biz Bakırköy İmam Hatip Lisesi'ndeki arkadaşlarla birlikte tiyatroya giderdik. Bizim ilk tiyatro seyircisi olduğumuz 'İnsanlar ve Soytarılar' oyunudur. Sahnede de gördüğümüz gibi Hasan Nail Canat bir karakter abidesiydi. Kendisine tekrar Allah'tan rahmet diliyorum. İnsanlar hayatlarına çizgi çizerler. Ama o çizgilerin müdavimleri o çizgiyi sekteye uğratmazlar. Marifet de onu sekteye uğratmamaktır. İşte, bugün içinde bulunduğumuz binaya ismini verdiğimiz şahsiyet, hayatına öyle bir çizgi çizdi ki, onun müdavimleri tarafından, hem sahnede gördükleriniz tarafından, hem de ona gönül verenler tarafından o çizgi aynen devam etmektedir. Bu bizim medeniyetimiz ve inancımız ile de doğru orantılıdır. Kim bir iyiliğe vesile olursa, o insanın amel defteri kapanmaz. Ümit ediyoruz ki, merhum Hasan Nail Canat'ın da amel defteri kapanmamıştır. Adını verdiğimiz bu kültür merkezinin resmi açılışı henüz yapılmadı. Burada birbirinden değerli 1600 öğrencimiz eğitim görüyor. Bizim kültür merkezlerimiz biraz zarfa benzer. Marifet zarfta değildir, mazruftadır. Biz gayret ediyoruz, sizlerden de dua bekliyoruz. Hem Bağcılar Belediye Başkanımız Lokman Çağırıcı Bey adına, hem Bağcılar Belediyesi'ndeki görevlilerimiz adına sizlere çok teşekkür ediyoruz. Cenab-ı Hakk bu vesile ile tekrar Hasan Nail Canat'a rahmet eylesin. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum. Sevgilerimi ve saygılarımı arz ediyorum" dedi.
MEHMET SAFA CANAT: KOLAY MI HASAN NAİL CANAT'A LAYIK ÖĞRENCİ OLMAK?
Anma programında en son Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat konuştu; "Kıymetli Hasan Nail Canat dostları, bugün burada olduğunuz için Allah hepinizden razı olsun. Değerli konuşmacılarımız, ayaklarınıza sağlık, yüreklerinize sağlık. Bugün çok mutlu oldum. Muhakkak ki ben babam Hasan Nail Canat'ı tanırım ama başka bir yürekten bunları duymak daha farklıdır. Sayın Ulvi Alacakaptan, 2009 yılında Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde öyle bir söz söyledi ki, 'Hasan Nail Canat'ın adını bir kültür merkezine vermezler, verdirmezler. Çünkü Hasan Nail Canat Yahudi değil' dedi. O gün ben hırslandım. Sizi haksız çıkarmak için 6 yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kapısında yattım. İstanbul'da 22 tane belediye başkanından randevu talep ettim. Sadece 3 tanesi 'gel, bir görüşelim' dedi. Diğer iki belediye başkanının 'bilmem ki, nasıl olur' diye başlayan cümlelerini burada söylemek istemiyorum. Suret-i Hakk'tan görünen, bizim camiada zaman içerisinde yükseldikten sonra farklı mecralara doğru yönelen, hatta bir Yahudi ile ortak olan bir işadamının adının bir kültür merkezine verileceğini öğrendikten sonra biz meseleyi belediyelerden çıkardık. Peki kiminle görüştük? Çok saygı duyduğum, ağabey demekten mutlu olduğum, Allah başımızdan eksik etmesin, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey ile görüştük. Kendisine gidip durumu izah ettik, derdimizi ilettik. O günlerde de her yerde tencere tava çalınıyor. Ortalık ayağa kalkmış. Meşhur çakal-çapulcular ortalığı yakıyor ve yıkıyor. Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey'e öyle bir zamanda böyle bir konu iletilir mi? Biz hiç yüksünmeden yürekli bir şekilde Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey ile konuştuk. Sayın Cumhurbaşkanımız da 'Tamam inşallah' dedi. Bir hafta içerisinde Bağcılar Belediye Başkanımız bizi davet etti ve o gün o temel atıldı. Bağcılar Belediye Başkanımız Lokman Çağırıcı Bey'e teşekkür ediyoruz. Çünkü ilklerden oldu. Bizim hayalimizi gerçekleştirdi. Ayrıca Bağcılar halkına da çok teşekkür ediyorum. Kültür merkezinin inşaatı sürerken yaygara çıkarmadılar. Biliyorsunuzdur, bazı ilçelerde cami yapımına bile izin verilmiyor. Ben buradan Hasan Nail Canat'ın öğrencilerine seslenmek istiyorum. Öğrencilerinin çoğunu tanırım. Öğrencilerini kızdırmadan ve hırslandırmadan bu işler olmaz. Öğrencileri bana çok kızacak ki, daha güzel eserler meydana getirecekler. Kolay mı, 'Ben Hasan Nail Canat'ın öğrencisiyim' demek! Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek'in oğlu Mehmet Kısakürek Ağabey ile bir görüşmem oldu. Mehmet Kısakürek'e 'Mehmet Ağabey, ben Canat soyadını taşırken çok yoruluyorum, siz Kısakürek soyadını taşırken ne yapıyorsunuz?' dedim. Ki, Bir Necip Fazıl Kısakürek yüz Hasan Nail Canat eder. Allah yardımcısı olsun. Bugün çok mutluyum. Kültür merkezinin ismi verildi. Ben Kayseriliyim. Harekete geçmeden önce talep ederim, ondan sonra kapı aşındırırım. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Hasan Nail CANAT adına akademik bir çalışma yapılmasını istiyorum. Hasan Nail Canat araştırılsın ve onun hakkında kalıcı bir eser meydana getirilsin. Türkiye Yazarlar Birliği ve diğer edebiyat-kültür-sanat derneklerine de bir çağrıda bulunmak istiyorum. Ressamlar, bir ressamın fırçasını tanıdığı için kaybolan resmin ressamını bulur. Hasan Nail Canat'ın 'Kiralık Zindan' isimli romanı halen kayıp. 11 senedir arıyordum, buldum, bekliyorum, utancımdan isim veremiyorum. Eğer birazcık Allah korkuları varsa tazminatıyla beraber gelsin, özür dilesin ve eseri teslim etsin. Çünkü o telif haklarıyla Hasan Nail Canat'ın emaneti olan annemiz hayatını idame ettiriyor. 17 yaşında yetim bıraktığı oğlu Ahmet Kerim Canat da halen eğitimini o telif ücretlerinden devam ettiriyor. O eser artık gelsin. Türkiye Yazarlar Birliği ve diğer edebiyat-kültür-sanat derneklerinden de bu talebime kulak verilirse onur duyarım. Hepinizden Allah razı olsun. Çok teşekkür ediyorum. Yüreğinize sağlık. Bizi hiç mahcup etmediniz. Emin olun, sizin gibi değerli konuşmacılarımızı bir araya getirmek gerçekten zordur. Ama her geçen sene babam Hasan Nail Canat'a olan hayranlığım ve saygım bir kat daha artıyor. Çünkü bir kuruş talep etmeden zamanınızı ve yüreğinizi buraya getirdiniz. Bizlere daha önce hiç duymadığımız yorumlar yaptınız ve bizi çok onurlandırdınız. Allah sizlerden de razı olsun. Hepinize tekrar teşekkür ediyorum" diyerek sözlerini tamamladı.
SIRRI ER "ERİK AĞACI DESTANI" ŞİİRİNİ OKUDU
Programın son kısmında Sırrı Er, merhum Hasan Nail Canat'ın Erik Ağacı Destanı isimli şiirini okudu. Ardından Bağcılar Belediyesi Başkan Yardımcısı Kenan Gültürk tarafından programa teşrif eden konuşmacılara Bağcılar Belediyesi'nin hazırladığı Yazar Burhan Sayılır'ın 'Çanakkale Muharebeleri'nde 57. Piyade Alayı' isimli eseri hediye edildi.
|