MUSTAFA KARA: ALTUNİZADE KÜLTÜR MERKEZİ'NİN SAHNESİNİN İSMİ "HASAN NAİL CANAT SAHNESİ" OLACAK
Anma programında selamlama konuşması yapmak için kürsüye çıkan Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara; "Saygıdeğer RTÜK Başkanım, saygıdeğer Kültür A.Ş. Genel Müdürüm, saygıdeğer sanatçılarımız, saygıdeğer hanımefendiler ve beyefendiler, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Hasan Nail Canat'ı Anma Programı'na hoşgeldiniz. Biz Üsküdarlılar olarak Hasan Nail Canat'ın Üsküdar'da nefes aldığını, Üsküdarlılara nefes verdiğini ve burada birçok sanatçılar yetiştirdiğini biliyoruz. Ben Hasan Nail Canat ile ilgili bir hatıramı anlatmak istiyorum. 1985 yılında Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ni kazandığımda Hasan Nail Canat ve ekibi Türkiye'nin her yerinde 'İnsanlar ve Soytarılar' isimli tiyatro oyununu sahneliyorlardı. Tiyatro ekibi olarak Sakarya'ya gelmişlerdi ve bizim öğrenci evimizde misafir olmuşlardı. Bizimle aynı sofrayı paylaşan, bize sanatçı kaprisleri yapmayan, daha sonraki yıllarda Üsküdar'da yetiştirdiği gençlerle hemhal olan, inançlarından ödün vermeyen, inancıyla sanatını birleştirebilen bir ağabeyimizdi Hasan Nail Canat. Yıllarca tartışılan 'Sanat sanat için midir?' veya 'Sanat halk için midir?' diye düşünmeyen, bunun aksine o zor yıllarda 'Sanat Hakk içindir' diyebilen bir sanatçımızdı aynı zamanda. Allah rahmet eylesin. Allah onu sevenleriyle cennette buluştursun inşallah. Bize de düşen yeni kuşaklarla, bilgi evlerimizdeki gençlerimizle, beraberinde gençlik merkezimizdeki tiyatro sahneleriyle onun verdiği enerjiyi sürdürebilmektir. Bunun için Türkiye'nin birçok yerinde belediyelerimiz onlarla ilgili programlar yapıyorlar. Bu anlamda Hasan Nail Canat'ın torunu Hasan Canat kardeşimizle zaman zaman görüşüyoruz. Üsküdar Belediyesi olarak biz ilk önce Üsküdar Gençlik Merkezi'ndeki tiyatro sahnesine Hasan Nail Canat'ın ismini vermeyi düşünmüştük. Daha sonra 'bu sahnenin adına Hasan Nail Canat'ın ismini verelim' diye düşündük. Hasan Nail Canat, bu sahnede birçok oyununu sahneledi ve birçok öğrenci yetiştirdi. Altunizade Kültür Merkezi'nin sahnesinin adını 'Hasan Nail Canat Sahnesi' olarak belediye meclisimizde kararlaştıracağımızı sizlere müjdelemek istedim. Ben katılan bütün dostlarımıza, sanatçılarımıza, hocalarımıza tekraren hoşgeldiniz diyor, saygılar sunuyorum" dedi.
MEHMET NURİ YARDIM: HASAN NAİL CANAT'IN RUHANİYETİ ARAMIZDA
Hasan Nail Canat'ın mütevazi bir sanatçı olduğunu ve mütedeyyin camianın en sevilen tiyatrocusu olduğunu belirterek sözlerine başlayan Mehmet Nuri Yardım; "Bugün 27 Ekim 2013. Vefatının 9. yılı münasebetiyle Hasan Nail Canat'ın Altunizade Kültür Merkezi'ndeki aziz hatırası adına bir anma programı gerçekleşiyor. Üsküdar Belediyesi'nin himayesinde gerçekleşen bu programda merhumun yakınları, bana da oturum başkanlığı görevini verdiler. İnşallah hakkıyla ve hakkaniyetle yapmaya çalışacağım. Toplantıda Hasan Nail Canat'ın mizahî yönünü, Yapımcı, Oyuncu ve Karikatürist Hasan Kaçan anlatacak. Merhumun millî tiyatrodaki çalışmalarını ve rolünü, Tiyatrocu Ahmet Yenilmez dile getirecek. Canat'ın genç nesiller üzerindeki etkisini de, Gazeteci-Yazar Tarık Tufan aktaracak. Gazeteci-Yazar Emine Uçak Erdoğan ise, Hasan Nail Canat'ın sanatçı kişiliği hakkındaki görüşlerini dinleyicilerle paylaşacak. Canat'ın hayatını ve felsefesini anlatan resim ve videolarla düzenlenmiş ve merhum hakkında bazı dostlarının yazdıkları yazıların seslendirilerek okunduğu bir slayt gösterisi var. Sanatkârımızın rol aldığı filmlerden kısa sahnelerin yer aldığı bir video slayt gösterisini de seyredeceğiz. Aile adına ise Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat kürsüde konuşacak. Sırrı Er ise yazarın 'Erik Ağacı Destanı' isimli şiirini okuyacak. Bunların yanı sıra anma programına konuk olan değerli büyüklerimiz kürsüde konuşma yapacaklar. Finalde de Canat'ın son defa Üsküdar'da okuduğu 'Sakarya Türküsü'nü dinleyeceğiz. Efendim, Hasan Nail Canat bizim değerli bir ağabeyimizdi. Hasan Nail Canat'ın en bariz vasfı mütevaziliğiydi. Bağcılar Belediyesi, böyle mütevazi bir sanatçının ismini, Bağcılar'da inşa edilen bir kültür merkezine verdi. Allah kendilerinden razı olsun. Üsküdar Belediyesi, Altunizade Kültür Merkezi'nde Hasan Nail Canat'a 1994 yılından 2004 yılına kadar destek oldu. Bağcılar Belediyesi de bir kadirşinaslık örneği olarak adını yaşatmak için ismini bir kültür merkezine verdi. Böyle değerli şahsiyetlerin hatırlanması önemlidir. Bu konuda Canat ailesi, bence örnek bir ailedir. Bazı yazarların ve sanatkarların aileleri vefatından sonra o değerli şahsiyetlerin hatıraları ve eserleri ile hiç ilgilenmiyorlar. Hatta mezarlarına bile sahip çıkmıyorlar. Fakat Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat ve torunu Hasan Canat hakikaten örnek bir davranış sergileyerek her zaman Hasan Nail Canat'ın hatırasını gündemde tutuyorlar. Kendilerini tebrik ediyorum ve bu konuda teşekkürü hak ediyorlar. Hasan Nail Canat'ın bütün eserlerini neşreden Timaş Yayınları'na da teşekkür etmemiz gerekir. Hasan Nail Canat gibi değerli ağabeylerimizin yetişmesini istiyorsak gençlerimize sahip çıkmalıyız. Gençlerimizi kültüre, sanata, edebiyata ve ilime daha çok yönlendirmeliyiz. Osmanlı'da güzel tabirler vardır. Onlardan biri de şudur, 'kahırdan lütuf doğar'. Hasan Nail Canat'ın tiyatrocu yönüne de değinmek istiyorum. 1970'li yıllarda 'Moskof Sehpası' vardı. Koca Türkiye'de tek bir tiyatrocumuz vardı, tek bir tiyatro oyunumuz vardı. Bugün onlarca tiyatro gruplarımız var. Dün şehir tiyatrolarında Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in 'Para' adlı oyununu izledik. Bizim oyunlarımız sadece dostlarımızın gruplarında değil, artık şehir tiyatrolarında ve devlet tiyatrolarında da oynanıyor. Benim çocukluğumda 2-3 tane yayınevi vardı. Şu anda yüzlerce yayınevimiz var, onbinlerce kitap neşrediyorlar. Bence iyimser olmalıyız. Kültürde ve sanatta çok iyi noktalara gidiyoruz. Ama kafi mi, değil. Ben şu anda Hasan Nail Canat'ın ruhaniyetinin aramızda olduğunu inanıyorum. Belki de, 'Yahu sitem etmeyiniz, bakın Pazar günü, bu kadar insan bir araya gelmiş, beni yâd ediyorlar' diyordur. Serdar Üstündağ kardeşimin bana anlattığı bir hatırayı aktarmak istiyorum. Fırat Kültür Merkezi'nde Hasan Nail Canat'ın bir oyunu sahneleniyor. Salonda bulunan 10 kişi içerisinden 2 kişi de polis memuru. Hasan Nail Canat hiç istifini bozmadan, perdeyi açıp 'Efendim, izdiham yapmayınız' diyerek oyununu sahnelemiş. İşte sanatkâr olmak budur. Sanatkâr hem kendisi ile hem de halkı ile barışık olmalıdır. Hasan Nail Canat bu anlamda da örnek bir büyüğümüzdür. Biz kendisini her zaman saygıyla, sevgiyle, şükranla, minnetle ve rahmetle yâd ediyoruz. Bu anma programını düzenleyen Üsküdar Belediyesi'ne ve Canat ailesine teşekkür ediyorum. Programa konuk olarak gelenlerden de Allah razı olsun. Son olarak Hasan Nail Canat'ın ruhuna bir Fatiha duası okumanızı istirham ediyorum" diyerek sözlerini tamamladı.
HASAN KAÇAN: 'SANATTA EDEBİ' HASAN NAİL CANAT'TAN ÖĞRENDİK
Hasan Nail Canat'ın çok kıymetli bir sanatçı olduğunu anlatan Hasan Kaçan; "İnsan, bir sanatçının adına düzenlenen bir etkinliğe giderken hazırlıklarını yapar, şık kıyafetlerini giyer. Bakarsınız, 'bu ne işmiş arkadaş, adını sanını duymadığımız bu sanatçı da kimmiş?' dersiniz. Öyle durumlarla çok karşılaştık. Hasan Nail Canat, çok kıymetli bir mücevher. Bilen bilir, bilmeyen bilmez. Bize ne? Bilenler burada toplanmışlar, onu anıyorlar. Hasan Nail Canat ile benim tanışmam 90'lı yılların başında oldu. Mütevaziliğin ne demek olduğunu gördük. Sanatçı dediğinin öyle olacağını da gördük. Öyle olunca da sanatçı demiyorlar adama. Ama biz öyle duyduk, öyle öğrendik, 'sanat edeptir' diye biliyoruz. Bunun da yaşayan timsali olarak Hasan Nail Canat'ı gördük. Yaşadığı dönem itibariyle hem sanatını icra ettiği, hem de mücadelesini verdiği o dönem itibariyle elbette ki çoğu göz Hasan Nail Canat'ı görmeyecekti. Bundan da tabii bir şey olamazdı. İyi de, yine görülmüyor. Hadi o gözler görmüyordu, öteki gözlere ne oldu? Sürme mi çekildi? Hani Malkoçoğlu'nun filminde bir sahne vardı, Malkoçoğlu'nun gözlerine hafif bir mil çekiliyordu. Hasan Nail Canat'ı sevenlerin, onun çok kıymetli bir sanatçı olduğunu, bu ülkenin çok büyük değerlerinden birisi olduğunu bilen insanların gözüne mil mi çektiler kardeşim? Ne oldu, ayaklar mı kırıldı? Trafik mi sıkışık? Bugün günlerden Pazar. Ben böyle şeylere sitem ederim. Salona girdiğimde harbiden utandım. Salonun yarısı boş, 100 kişi var. Şimdi 4 kişi daha geldi, 104 kişi oldu. Üsküdar'da mahşeri bir kalabalık vardı. O mahşeri kalabalık alışveriş kalabalığıydı galiba. Neyse, biz Hasan Nail Canat'ın sanatçı kişiliğinden ve kimliğinden bahsedelim de, inşallah bu görüşler, kulaklardaki tıkaçlar, gözlerdeki miller, 15-20 sene içerisinde düzelir. Daha kısa bir sürede olur mu Ahmet Yenilmez? Bilmiyorum ama bir 20 senesi daha var bu işin herhalde. Dediğim gibi, 1990'larda Hasan Nail Canat ile tanıştım. Mütevaziliğin, sanatçılığın ne demek olduğunu gördüm. 'Yahu kardeş, sanatçı da böyle olmalı' dediğim insanlardan bir tanesidir. Ve Hasan Nail Canat ile şöyle sohbetlerde bulunduk. Bir şeyi yapıyorsan, onun bir soru işareti var. Bir iş yapıyorsun, bir sanat eseri meydana getiriyorsun, tiyatro ya da sinema yapıyorsun, kime ne faydası var? İşte Hasan Nail Canat, bunu bilerek, bu işi içselleştirmiş olarak icra eden ender insanlardan bir tanesiydi. Birincisi; 'Sanat edeptir', ikincisi 'bunun kime ne faydası var?'. Evet, dönem itibariyle bence büyük işler yaptı. Yine bir sürü ağabeyimizin, ustamızın büyük işler yaptığı gibi o da büyük işler yaptı. Sadece Hasan Nail Canat değil, o dönemde hiç yapılmayacak, o dönemde insanın sanatsal anlamda aklına bile getiremeyeceği şiirleri yazan, tiyatro oyunlarını ortaya koyan, sinema filmlerini ortaya koyan çok büyük sanatçı ağabeylerimiz var. Şimdi onlara dudak bükerek bakanlar da var, 'Yahu bunlar da sinemacı mı kardeşim?' diye. İşte, onlardan biri, o büyük kıymetlerden biri olan Hasan Nail Canat, geleneksel gösteri sanatlarının yaşayan temsilcilerinden ve bunu öğreten insanlardan birisidir. Aynı zamanda tiyatro hocalığı yapıyordu. Bir sürü genç kardeşimizi kurslarda, muhtemelen bu salonda yetiştirdi. Edebiyle sanatçı olmayı, işin sadece teknik tarafı ile değil felsefesiyle ve zihinsel altyapısıyla birlikte öğrencilerine öğreterek onları yetiştirdi. Emeklerinden dolayı tabii ki kendisine minnettarız. Kim bilir, adını sanını henüz bilmediğimiz ama tiyatrolarda ve sinemalarda şimdi görmeye başladığımız ya da daha sonra göreceğimiz sanatçılar, Hasan Nai Canat'ın yetiştirmiş olduğu insanlar olacaktır. Döneminde yapmış olduğu işlerin dışında, Hasan Nail Canat'ın yaptığı en önemli iş öğrenciler yetiştirmesiydi. Ne yazık ki, günümüzde bu çok az rastlanan bir özelliktir. Kimse kimseye bildiğini öğretmiyor. Hani derler ya, Ali Cengiz'in 40 tane oyunu vardır, 39 tanesini öğretir ama bir tanesini öğretmez. Hasan Nail Canat bildiği her şeyi öğretti ve o çocuklar büyüdüler, yetiştiler. Bir gün mutlaka bir şekilde karşımıza çıkacaklar ve çıkıyorlar da... İlle de 'Bizi Hasan Nail Canat yetiştirdi' demek mecburiyetinde değiller. Ama onların bu memleketin sanat hayatına, ilim-irfan hayatına, gönül hayatına katkıları olduğu sürece zaten 'Ha Hasan Nail Canat'ın adını anmış, ha anmamış'. Hasan Nail Canat yine kendisi söylüyordu; 'Ha Hasan'a, ha sana'. Ne olacak yani? Neticede birisi bunu öğretti. İnşallah bundan sonra Hasan Nail Canat ve diğer bütün sanatçı dostlarımızı ve ağabeylerimizi anmak bir tarafa, onları başımızın üstünde taşıyacak yer bulamayacak insanlardan oluruz. 90'lı yıllarda tanıştığımız Hasan Nail Canat ile zaman zaman çalışma fırsatımız da oldu. Ekmek Teknesi dizisinde 'Hızır' karakterini canlandırmıştı. Çok memnun oldum, Hasan Abi'nin bizimle birlikte olmasından. O mütevazi kişiliğiyle Hasan Nail Canat, Ekmek Teknesi dizisinde oynamış oldu. Çoğu da bilmez. İşte, mütevazilik budur. Hani varlığı ile yokluğu belli olmayan insanlar... Bir de şöyle insanlar vardır. 'Ben burdayım', yaptığı her işte onu gösterir, ufacık bir iş bile yapsa 'ben burdayım' der. Bunu göstermeden sanatını, fikrini, gönlünü, üretimini gösteren ender insanlardan bir tanesidir Hasan Nail Canat. Allah rahmet eylesin. Bakın, ne güzel... Evlatları ve torunları onu anmak için hem çabalar gösteriyorlar, hem de bu güzel geceleri hazırlıyorlar. İnşallah bunlar böyle katlana katlana devam eder de, biz de salona baktığımız zaman mutlu oluruz. Hepinize teşekkür ediyorum" dedi.
AHMET YENİLMEZ: HASAN NAİL CANAT, TÜRK TİYATROSUNUN BİR KİLOMETRE TAŞIDIR
Tiyatronun Türk halkı için önemine değinen ve Hasan Nail Canat'ın tiyatroculuğundan da bahseden Ahmet Yenilmez; "Sayın RTÜK Başkanım aynı zamanda değerli hocam, değerli protokol, değerli kardeşlerim, hepinize saygılarımı arz ediyorum. Bu vesile ile ebediyete intikal eden Hasan Ağabeyimize, İbrahim Hakkı Hafız Ağabeyimize ve şu anda belki ismini unuttuğumuz ama Anadolu yollarında, tiyatro sahnelerinde bir ömür tamamlayıp ebediyete intikal eden bütün tiyatro emekçilerine rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun. Ruhları şâd olsun. Ulvi Alacakaptan Ağabey, gördüğüm bir menzile oturmuş. Şimdi Hasan Nail Canat anlatılacak. Ulvi Alacakaptan karşımda, buyur, ne anlatırsın. Ulvi Alacakaptan, Hasan Nail Canat'ın sahne arkadaşı, ortağı, beraber sıkıntı çekmişler, beraber Anadolu yollarında dolaşmışlar, beraber hayal kurmuşlar. Keşke bundan sonra sadece anma günü değil de, böyle yılın içerisinde ufak sohbetler yapabilsek... Beni Ulvi Alacakaptan'ın karşısına oturtsanız ve ben ona sorular sorsam... Desem ki, 'Birlik Sahnesi kurulduğunda neler hayal etmiştin Ulvi Alacakaptan? Peki şimdi hayallerinin neresindesin?' diye sorsam ve hiç süre kısıtlaması olmadan bana anlatsa... Biraz önce gerek medya mensupları, gerekse Ulvi Ağabey ile yaptığım sohbetten aklımda kalan Üsküdar'daki Dilek Düğün Salonu'ndan bahsetmek istiyorum. Düğün salonlarını iyi bilirim. En az 500-600 kişi alır. Biz de her hafta sonu oyunlarımızı Üsküdar'daki Dilek Düğün Salonu'nda oynardık ve salon tıklım tıklım olurdu. Şimdi Sayın RTÜK Başkanıma, Sayın Kültür A.Ş. Genel Müdürüme ve sizlere bir şey sormak istiyorum. 1980'lerin sonunda İstanbul'da sizlerin çocuklarınızı ve eşlerinizi alıp gidebileceğiniz bir tiyatronuz vardı. O zaman daha fakirdiniz, o zaman salonlarınız yoktu, o zaman adam yerine bile konmuyordunuz, belediye başkanlarınız yoktu, Başbakanınız yoktu, Cumhurbaşkanınız yoktu, Bakanlarınız yoktu, televizyon kanallarınız yoktu. Peki bugün çocuklarınızı ve eşinizi alıp 'Ben bir tiyatro seyretmek istiyorum' dediğinizde gidecek tiyatronuz niye yok? Peki, dün söyleyecek sözünüz vardı da, bugün söyleyecek sözünüz mü bitti? Dün derdiniz vardı da, bugün bütün dertleriniz deva mı oldu? Milli Tiyatro'da Hasan Nail Canat... Tiyatronun millisi falan yoktur. Tiyatro tiyatrodur. Yapan veya icra edene göre isim alır. Hasan Nail Canat da herhalde 'Ben Milli Tiyatro yapıyorum' diye çıkmadı yola. İnsana, insanla, insanı anlatmak için çıktı yola. Tiyatro ayna tutmaktır. Yani umumun görmediği güzellikleri ve çirkinlikleri, bizim işimiz gücümüz yokmuş gibi, dere misali sizden azıcık daha ileri koşup sizin geçeceğiniz yerlere ayna tutarız. Sabah evinizden çıktığınız gibi, yatağınızdan kalkıp yüzünüzü yıkadığınızda bugün traş olmam gerekiyor dediğiniz gibi, evden çıkarken kostümünüze baktığınız gibi sizlere ayna tutarız. 80'li yıllarda aynaya sıkça bakıyorduk, şimdi acaba aynaya bakmaya mı korkuyoruz? Aynaya baktığımızda başka bir şeyler görmekten mi korkuyoruz? Bunu sorgulamamız lazım. Geçenlerde bir laf ettim, çok anlaşılamadı. Dedim ki, 'sağ iktidarlar gençlere nasıl zengin olunuru öğretti, sol muhalefet nasıl militan, dava adamı ve sanatçı olunuru öğretti'. Ve bir tehlike görülmedi. Nedir o tehlike? Dün 4 tane konservatuar vardı, bugün 32 tane var. Nasıl, dün siyasette 'ayağı çamurlu' denildiği için siyasetin dışında tutulan insanlar iktidar olduysa, bugün sanatçı olmak için, söyleyecek sözü olduğu için, anlatacak hikayesi olduğu için aile baskısı ve mahalle baskısına rağmen sanat okumayı tercih etmiş binlerce, yüzlerce namazında, niyazında konservatuar mezunu çocuklar var, açlık sınırının altında. Ramazan ayında iftarını gizli saklı bozarken yakalandığı için ertesi bölüm kendisine rol yazılmayan insan tanıdım ben. Peki, işsizlik kalemi düşünüldüğünde niye bunlar akla gelmez? Nesilleri birbirine bağ olarak kuran, nesillerin tekamülünü birbirini hatırlatmasını sağlayan, insanların yaşadığı öyküdür. Öykülerinizi, türkülerinizi, hayallerinizi, acılarınızı aktaramıyorsanız sizi kimse hatırlamaz. Bugün bendeniz Mehmet Akif Ersoy ile ilgili bir tiyatro oyunu sahneledim. Oyunun sonunda şunu sordum, 'Mehmet Akif Ersoy hangi tarihte ve nerede ölmüştür?'. Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının 7 yaşında ilk öğrendiği 'İstiklal Marşı' şiirinin şairini bir kişi bile bilemedi 81 vilayette, biliyor musunuz? Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde Mısır Apartmanı'nda bir dairede vefat etti Mehmet Akif Ersoy. 4-5 senedir de müze yapmaya çalışıyoruz o daireyi. İşte, bugün bu anlattıklarımın çerçevesinde Hasan Nail Canat'ı değerlendirin. Yani, o bir ömür verdi, bir nesil yetiştirdi, yetiştirdiği öğrencilerinin birçoğu bugün anne oldu, baba oldu. Bizler de onun hasbelkader öğrencisi sayılırız. Her ne kadar aynı sahneyi paylaşamasak da, biraz önce Hasan Kaçan Abi'nin belirttiği gibi hem Deli Yürek dizisinde hem de Ekmek Teknesi'nde birlikte rol alma şerefine nail oldum. Bundan sonra eğer Hasan Nail Canat'ın ruhunun şâd olmasını istiyorsak, eğer onun mutlu olmasını istiyorsak, bugün artık istihdam probleminin çözülmesi için şehir tiyatrosu sayısının artması lazım. Her birimizin hiç olmazsa ayda bir 'Yahu Ulvi Alacakaptan'ın, Ahmet Yenilmez'in ve diğer kardeşlerimizin oyunları nerede oynanıyor? Bu sene bizim hangi oyunumuz var çocuğumuzu gönderebileceğimiz?' diye araştırması lazım. Yani aile bütçemizin içerisinde tiyatroya kalem ayırmamız lazım. Ayırmasanız ne olur? Şimdi onu anlatacağım. Yakın zamanda bir olay yaşadık. Gezi olayları... Atatürk Kültür Merkezi'nin duvarında bütün terör örgütü liderlerinin ve örgüt amblemlerinin 17 gün boyunca resimleri durdu. Biliyor musunuz, Gezi Parkı'nın içindeki 19 yaşındaki çocuğun AKM'nin dışındaki fotoğrafları görünce algıladığı Deniz Gezmiş ile onu oraya asanların algıladığı Deniz Gezmiş aynı değildi. Çünkü Gezi Parkı'ndaki 19 yaşındaki çocuk çok popüler kanallarda, 5 tane diziden öğrendi Deniz Gezmiş'i. Hümanist, aşkı seven birisi olarak... Diğerleri de ya araba tamircisi, ya eli tesbihli, ya da kadınları kızları döven insanlar olarak gördü. Öyle takdim edildi. Netice, işte bizim evimizdeki, benim 15 yaşındaki kızım eşimin karşısına geçmiş 'Anne, sen insan mısın? Şüphe ediyorum' demiş. Eşim de 'Hayırdır kızım?' demiş. Kızım 'Anne biz neden Taksim'de değiliz?' demiş. İşte tehlike bu. Ne zaman ki biz aile bütçemizden tiyatroya bir kalem ayırır, ayda bir de olsa tiyatroyu hatırlarsak, ister adına milli tiyatro deyin, ister adına tiyatro deyin ama tiyatro tiyatrodur. Milli tiyatro denilince sanki bir dışlanmışlık oluyor. Hasan Nail Canat, Türk tiyatrosunun bir kilometre taşıdır. Alın teriyle ve ömrünü Anadolu yollarına kazıya kazıya sıra üzerlerinde, kahvehanelerde, römork üzerlerinde tiyatro oynaya oynaya Türk tiyatrosunda bir abide olmuştur. Ruhu şâd olsun" diye konuştu.
TARIK TUFAN: HASAN NAİL ABİ, BENİM İÇİN SAKARYA TÜRKÜSÜ'DÜR
Hasan Nail Canat'ı gençlik yıllarında tanıdığını söyleyen Tarık Tufan; "Hasan Nail Canat'ı tanıdığım zamanlarda gençtim. Tiyatronun, sinemanın, edebiyatın millisi, normali, anormali, sağı ve solu yok. Fakat bizim kuşak için konuşmak gerekirse, 80'li yılların sonunda, 90'lı yılların başında kendisine bir kimlik arayan gençlerdik biz. Dindarlaşma, kendini Müslüman olarak tanımlama çabası içerisinde olan genç bir kuşak için şöyle şeyler düşünelim. Biz kendimizi böyle bir kimlikle tanımlarken; ne seyredeceğiz, ne okuyacağız, kimlerden ne öğreneceğiz diye etrafa bakıyoruz. Yani bir anlamda bir aidiyet kurmaya çalışıyorsunuz ve bu aidiyeti temsil eden, güçlendiren, sizin hayata bakışınızda ortak değerler kuran insanları tanımak, onlara yakın olmak, onların ürettiklerine bir şekilde yakın olmak arzusunda oluyorsunuz. Ben gençlik yıllarımda mizah dergilerinin takipçisiydim. Hasan Abi'nin 'bizim' gibi olduğunu duymak bizim için çok acaip bir şeydi. Diyelim ki, orada onlarca adam vardı ama bir tarafta Hasan Abi vardı. Mesela Ulvi Alacakaptan Ağabey için de söylemek gerekirse, 'Ulvi Abi bizim mahalledeymiş' duygusu genç bir çocuk için çok önemli bir şeydir. Ben de oynayabilirim, yazabilirim, çizebilirim. Ben mesela kendimi bildim bileli, Ulvi Abi her yerde bütün öfkeyi üzerine almak pahasına, arkasından bir sürü adamın 'Ulan bu adam da, her yerde aynı şeyi söylüyor' sözüne maruz kalmak pahasına hep bunu anlattı. Bir tiyatromuz olsun, bir şeyler yazalım, bir şeyler oynayalım... Fakat ne yazık ki, iğneyi de kendimize batıralım. Bizim dünyamızda birtakım şeyler daha öncelikli hale dönüştü. Bugün bir sürü genç arkadaşla konuşuyoruz ve her birinin tek bir amacı var; danışman olmak istiyorlar, proje hazırlamak istiyorlar. Sen genç adamsın oğlum. Nasıl yani? Bir genç adamın hayatında kurduğu ideal danışman olmak olabilir mi? Bir genç nasıl bürokrat olmayı arzu eder? Bürokrat olabilir ama şöyle olur. Artık gidecek yeri yoktur, bir zaman gelir, birilerinin bazı görevleri ifa etmesi gerekir, o zaman bürokrat olursun. Bu şekilde olabilir ama 20'li yaşlarda bir çocuğun bürokrat olmak gibi bir hayali olamaz. 20 yaşındaki bir çocuk; Başbakan, belediye başkanı veya vergi müfettişi olmak isteyemez. 20 yaşındaki bir çocuk Gezi Parkı'na gitmek ister mesela. Gidebilir yani. Doğrusunu yanlışını ayrıca konuşuruz. Dediğim gibi 20 yaşındaki bir çocuk futbolcu, tiyatrocu, sinemacı, doktor, astronot olmak isteyebilir ama bürokrat olmak isteyemez. Eğer genç olduğunu düşünüyorsan sanatın, edebiyatın, sporun, ilmin aktif alanlarında kendine yer etmeye çalışmalısın. Bu bir zihnin dönüşümüyle ilgili bir şeydir. Bizim kuşağımızda biz bir araya geldiğimizde ağabeylerimiz bizim o kimlik edinme süreçlerimize katkı olsun diye birtakım şeyler önerirlerdi. Ben yıllar boyunca 'Oğlum Osman' filmini izledim. En az 40 defa izlemişimdir. Sonra Allah'tan 'Kızım Ayşe' diye bir film yapıldı. Bir süre onu izledik. Biz liseye giden çocuklarız, ağabeylerimiz bizi bir araya topluyorlar ve bize 2 tane film seyrettiriyorlar. Biz o zamanlar İstanbul Fatih'teki Haydar Mahallesi'nde oturuyorduk. Bizim 2 tane yazlık sinemamız vardı. Bir tanesi Haydar Sineması, diğeri Yavuz Sineması'ydı. Haydar Sineması'nda o dönem itibariyle ecnebi filmler oynatılırdı. Yavuz Sineması'nda ise Türk filmleri oynatılırdı. Bir gün bize 'bütün semte haber verin, bir film seyrettireceğiz' dediler. Bir dini duyarlılık olarak, semtin dindar ağabeyleri bir cihat duygusuyla yazlık sinemada 'Çağrı' filmini oynattılar. İnsanlar gözyaşları içinde filmi izlediler. Ön koltuklarda protokol olarak mahallenin imamı ve müezzini vardı. Büyük bir coşku ile o filmi izliyoruz. Perdede 'bizden' bir şey oynuyor. Perdede birisi 'Allah-u Ekber' ve 'Lâ İlahe İllallah' diyor. Perdede birisi bunları söylüyor. Bu bizim için önemli bir şeydi. Bir bant tiyatroları vardı. Kaseti teybe koyuyorsunuz ve diyelim ki Seyyid Kutub'un hayatı veya sahabelerin, velilerin hikayeleri anlatılıyor. Özel radyolar açıldı. Radyoyu açıyorsunuz ve birisi sizinle aynı cümleleri kuruyor. Bunu şöyle algılamayın. Yani tarafgir olma, toplumsal olarak kendini başka bir yere çekme değil. İnsanın doğal duygusu olarak, bir aidiyet yakalama arzusu olarak bir şey görmek istiyorsunuz. Ki, sen de bu umudunu pekiştiresin. Bir tiyatro oynanıyor. Hasan Nail Abi'nin oynadığı bir tiyatroda hayata bakışını, toplumsal olaylara duyarlılıklarını görüyorsun. Mesela bu anlamda 'İnsanlar ve Soytarılar' oyununu bir cümlede geçemeyiz. 'İnsanlar ve Soytarılar', Türkiye'nin 'İslamcılık' tarihinde pek çok siyasi, ekonomik, sosyal süreçlerin, kurumların ve insanların gerçekleştiremediği bir şeyi gerçekleştirmiştir. 'İnsanlar ve Soytarılar' bizim kuşak için çok büyük bir oyundu. Biz Hasan Nail Abi ile aynı radyoda programlar yaptık. Marmara FM'de onun programı bitiyordu, benim programım başlıyordu. Ben o zamanlar bir parça daha öfkeliydim galiba. Gençtim ve çok şey biliyordum. Cahildim ve her şeyi biliyordum daha doğrusu. Mesela Hasan Nail Abi, radyoda programa başlarken ağzından bal damlıyordu adeta. Arayan herkesle konuşuyor, anlatıyor, selamlar veriliyor, güzellemeler filan yapılıyor. Arada öğrencileri de radyoyu arıyordu. Bir oyunun içinde oluyordunuz gerçekten. Sahicilik ile oyun iç içe geçiyordu. O tiyatral üslubu ile gerçeklik arasındaki bağı bazen ayırt edemezdim. Kendi programımı beklerken oturur dinlerdim Hasan Abi'yi. Benim programım gece yarısı başlıyordu. Hasan Abi'nin programı daha erken bitiyordu. Ben tabii ister istemez Hasan Abi'ye acaip özeniyorum, 'ben de böyle olacağım' diyorum. Elbette Hasan Abi'nin o hali bir dervişlik haliydi aynı zamanda. Hasan Abi'nin bu anlamdaki duruşu uzun yıllar devam etti. Akşamları Hasan Abi ile uzun sohbetler etme fırsatımız oldu. Gerçekten fedakarlığına şahidim. 'Bu fedakarlığı niye yapıyor?' sorusuna bugün cevap vermek ve bunu algılayabilmek çok kolay değil. Herkesin bir proje peşinde koştuğu, gençlerin danışman veya bürokrat olmak istediği bir dönemde Hasan Nail Canat'ın ortaya koyduğu fedakarlık düzeyini anlatabilmek çok kolay değil gerçekten. Mesela turneye gittiği zaman öğrenci evlerinde veya yurtlarda kalmalarının birinci sebebinin insanlarla bir muhabbet ortamı oluşturmak olduğunu düşünüyorum. İkinci sebebinin ise otelde kalacak paralarının olmayışıdır. Biz kıymet derecelerimizi 1990'lı yıllardan itibaren belirledik. Ne yazık ki bizler çok şehirli bir kültürün kuşakları değiliz. Benim annem ve babam, okumayı ve yazmayı 1980'li yılların ortasında devletin ilkokullarda düzenlediği birtakım eğitim programlarında öğrendi. Orhan Pamuk'un 2006 yılında Nobel Ödül Töreni'nde 'Babamın bavulu' başlıklı konuşmasını hatırladım şimdi. Bavulda bir tek ben eksiğim. İnsana babası böyle bir bavul bırakırsa, ki Ulvi Alacakaptan Abi'ye babası da böyle bir bavul bırakmıştır belki. Hasan Nail Abi de, kendince bize bir bavul bırakmış oldu. O bavulun içinde bir şeyler var, emek var, alın teri var, sinema var, tiyatro var. Hasan Nail Abi'nin, Ulvi Abi'nin ve Ahmet Yenilmez Abi'nin ben bir tesadüf eseri tiyatro yaptıklarını düşünmüyorum. Mesela şu an ne olacak? Bu isimlerden sonra ne geliyor? Nasıl aldık ve nasıl devam edeceğiz? Hangi duygu ile devam edeceğiz? Onu bilmiyoruz. Bir kuşak olarak bu duyarlılığı devam ettiremiyoruz ama mesela Üsküdar Belediye Başkanımız Mustafa Kara Bey 'bu dönem başkanlığı bırakıyorum' dese, Allah selamet versin diyelim, 100 tane başkan adayı çıkar. Hasan Kaçan Abi, 'ben karikatürü bırakıyorum' dese aynı duyarlılığı taşıyacak 3 tane adam çıkmaz. Televizyonda diyelim ki, herkes dizi izliyor. Dizi demişken, Allah Ömer Lütfi Mete Ağabey'e de rahmet eylesin. Bir dizi izlerken dizide kıssa anlatılıyor. Bu bizim için çok acaip. 'Televizyonda biri kıssa anlatıyor kardeşim' diyoruz, ötesi var mı? Bunun kıymetini anlatmaya çalışıyorum. O zaman kendi kendimize soracağız. Diyelim ki, bir belediye başkanımızın görevini bırakması durumunda arkadan gelecek yüzlerce insan varken, neden acaba bizim bir senaristimizin, bir tiyatrocumuzun, bir sinemacımızın arkasından kimse gelmiyor? Ben de geçenlerde bir arkadaşım ile karşılaştık ve sohbet ettik. Arkadaşım kendi mecrasında önemli yerlerde önemli işler yapıyor. Kendisi ile konuşurken şok oldum, bana dedi ki; 'Bir hâl oldu bana. Kâdiri Dergahı'na intisap ettim. Fakat bunu kimseyle konuşamıyorum. Çünkü ben arkadaşlarıma, yahu ben geçen hafta ay'dan geldim desem, herkes bana inanır. Ancak 'Ben Kâdiri Dergahı'na intisap ettim' desem böyle bir şey algı dışıdır' dedi. Yani benim arkadaşım, her gün varoluşunu eziyor. Çünkü buna gönül vermiş, buna niyet etmiş, buna yüreğini katmış insanlar bizim değerler sistemimizde maalesef öncelikli yerlerde olmadı. Benim bununla ilgili çok şikayetlerim var. Daha geçen gün bir şey yaşadık. Büyük bir programa gittik, dünyanın birçok yerinden şairler gelmişti. Bir belediye başkanımız bu programı düzenlemiş ve oraya da gelmiş. O programın protokolüne gelen bir bürokratın veya bir milletvekilinin bir tane şiir dinlemesi gerekiyor. Ya da gelmesinler, kimsenin o bürokratın oraya gelmesine ihtiyacı yok. Biz biziz. Kime ne diyelim artık? Katıldığı programda bir tane şiir dinlese o bürokrat, kötü mü olur? Protokol olarak geldin, göründün, yakında belki seçim olur. Bunun hesabını hepimiz ödüyoruz sonra. Oturup dertleşiyoruz. Niye böyle oldu? Niyesi yok. Niyesi bu. Birbirimize derdimizi açalım, birbirimize yaralarımızı gösterelim diye bunu söyledim. Bunu eğer konuşmazsak, yaralarımızı birbirimize göstermezsek bu merhameti karşılıklı olarak celp edemeyeceğimizi düşünüyorum. Biz de hasbelkader edebiyat, sanat ve felsefe hakkında konuşurken 'artist herif, sanki her şeyi kendisi biliyor da, böyle şeyler konuşuyor' gibi eleştirilere de maruz kalıyoruz. Tek bir derdimiz varsa ve hikmeti, irfanı, iyi edebiyatı konuşabilirsek, o zaman başka bir dünyayı, insanlık durumunu, hayatı, varoluş biçimini güçlendirmek mümkün olur. Dolayısıyla işin bu tarafından bakmak lazım biraz. Hasan Nail Abi'ye de bu vesile ile, bunları bize hatırlatması için bu konuşmaları, anma programlarını yapmak gerekir. Biz nihayetinde iman etmiş insanlarız. Kalbimizde onun güzelliğini taşırken, bir taraftan da yokluğunun acısını çekerken, diğer taraftan da bize hatırlattıklarının peşine düşmek gerekir. Hasan Nail Abi'yi konuştuk. Ne kadar iyi bir adam olduğuna buradaki herkes şahitlik eder. Ama niye bir araya geldik? Buradan çıktıktan sonra onun bize hatırlattığı o duyarlılığı ve samimiyeti tekrar hatırlayıp bir şeyler yapmalıyız. Hasan Nail Abi, benim için bir taraftan da Sakarya Türküsü'dür. Bu çok acayip bir histir. Hasan Nail Abi gittiği her yerde Sakarya Türküsü'nü o bütün coşkusuyla okuduğunda insan yeniden iman edebilirmiş gibi gelirdi. Sesiyle ve varlığıyla o şiirin içinde yaşardı ve o hakikati bize de yaşatırdı. Yazanların, okuyanların ve bizim mesleğimize bu anlamda vesile olanların her birinden Allah razı olsun. Biz de inşallah bunu bir adım öteye taşıyabiliriz" dedi.
EMİNE UÇAK ERDOĞAN: HASAN NAİL CANAT'IN ÖĞRENCİLERİNE BÜYÜK GÖREVLER DÜŞÜYOR
Hasan Nail Canat'ın sanatçı kişiliğini anlatan ve çok disiplinli birisi olduğunu belirten Emine Uçak Erdoğan; "Benim de gençliğim Tarık Tufan gibi 90'lı yıllarda geçti. Bizim camiamızın kültürel ve sanatsal çalışmalarına karşı iyimser olacak çok şey var. Ancak son zamanlarda iyimser olamadığımız zamanlar da oluyor. Bizde de gittikçe içeriksizleştirme başladı. Çok adamımız var ama içerik ile ilgili sorunlarımız var. Bunu biraz yüksek sesle söylemek şu anda davaya ihanet gibi görülüyor. Bence bunları yüksek sesle konuşmamız gerekiyor. Tarık Tufan biraz önce salondaki seyircilerin çıkmasından bahsetti. Bundan 3-4 yıl önce Haliç Kültür Merkezi'nin açılışında çok büyük bir gösteri düzenlenmişti. Sahne gösterisi için hem ülkemizdeki hem de yurtdışından gelen yaklaşık 40 tane sanatçı ile birlikte toplam 200 kişilik bir ekip vardı. Toplam 3000 kişilik bir salondu. Program Osmanlı'dan günümüze Türkiye'nin gelişiminin anlatıldığı bir programdı. Ki, ben o programa bilet bulabilmek için çok zorlanmıştım. Salon tıklık tıklım doluydu. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Bey ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey de oradaydı. Program başladı, Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız bir konuşma yaptı ve salon boşaldı. Haliç Kültür Merkezi'nin salonunda neredeyse 10 kişi kaldı. Ben 90'lı yıllarda üniversite öğrencisi iken Feza Sineması'nda bir tiyatro oyununa gitmiştim. Hasan Abi, Ulvi Alacakaptan ve İbrahim Sadri ile birlikte oynuyordu. O yıllarda bizim oyunlarımız şehir tiyatrolarında ve devlet tiyatrolarında oynatılmıyordu. Hasan Abi'nin rol aldığı tiyatro oyununu ilk izlediğimde çok mutlu olmuştum. Gerçekten kaliteli bir oyundu ve göğsünüzü gere gere anlatacağınız bir oyundu. Daha sonra 1995 yılında TGRT için çekilen 'Ortaklar' isimli bir dizide Hasan Abi ile birlikte çalıştık. Dizinin yönetmeni İsmail Güneş, senaristi rahmetli Ömer Lütfi Mete'ydi. Hasan Abi, Bulut Aras ve rahmetli Nihat Nikerel başrol oyuncularıydı. Ben de o dizide yönetmen asistanıydım. Hasan Abi ile 13 bölüm boyunca birlikte çalışmış olduk. 'Ortaklar' dizisi o zaman için çok fazla geldi. Bizim sitcom anlayışımız yoktu. Bir komedi dizisiydi, ki Ömer Lütfi Mete o zamana kadar Levent Kırca'dan ve Kemal Sunal'dan gelen mizah anlayışını bırakıp tamamen içerikle, kelime oyunuyla mizahi bir senaryo yazıyordu. Maalesef dizi çok izlenmedi. TGRT o diziye büyük bir yatırım yapmıştı. Büyük bir stüdyo kurulmuştu ve dekorlar da hazırlanmıştı. 'Ortaklar' dizisi konusu itibariyle bir işyerindeki 3 ortağı anlatıyordu. Biri Kürt, biri Türk ve diğeri Laz olan bu 3 arkadaş birlikte askerlik yapmışlar, savaşa katılmışlar ve askerlikten sonra beraber iş kurmuşlar. Yani içerik olarak Kürt düşmanlığı olmadan, Laz şivesiyle dalga geçmeden mizah yapılınca tabii ki tutmamıştı. Hasan Abi dizide Kürt işadamı rolünü canlandırıyordu. Benim Hasan Abi'nin en dikkatimi çeken yönü çok disiplinli oluşuydu. Sanırım, Hasan Abi'nin ilk televizyon dizisi denemeleriydi. Tiyatro çok daha büyük sahnelerde seyircilere karşı oynanıyor ama dizilerde kameraya karşı oynanıyor. Dizinin yönetmeni olan İsmail Güneş'i de tanıyanlar bilir. Çok titiz bir yönetmendir. Onunla çalışmak zordur. Hasan Abi ilk bölümden sonra rolüne adapte oldu ve rolünü çok iyi oynamaya başladı. Dizi sesli çekiliyordu ve Hasan Abi çalışıp geliyordu. Bunları niye anlatıyorum? Çünkü Hasan Abi'nin işini yaparken sevgisini ve tiyatro duyarlılığını anlayabiliyordunuz. Bugün bizim ihtiyacımız olan şey, branşlaşma, seçtiğin yolda devam etme, sebat etme duyarlılığı o vefat eden insanlarla birlikte gitti. Ben Ömer Lütfi Mete'nin yokluğunu bu aralar daha çok hissediyorum. Bu kadar kamplaştığımız bir dönemde herkese seslenebilecek kişilerin ihtiyacını hissettiğimizde aklıma Ömer Lütfi Mete geliyor. Hasan Abi'nin o dönemde çektiği sıkıntıları da anlayabiliyordum. Ben de aslında o dizide istemediğim bir işi yapıyordum. Sinemada devam etmeyi düşünüyordum ama etmedim. Ömer Lütfi Mete ve İsmail Güneş ile birlikte çalıştığım için o dizide çalışıyordum. Benim için dizinin stüdyosu steril bir stüdyo olduğu halde ve oyuncular da bildiğimiz oyuncular olduğu halde yaptığım işe alışamıyordum. Üniversiteden yeni mezun olmuş, mütedeyyin başörtülü bir kız olarak ortama alışamıyordum. O yüzden sıkıntı çekiyordum. Mesela Hasan Abi, bu durumumu hemen farketmişti ve o konularda da bana çok yardımcı oldu. İnsanın kendisi gibi birisi ile iş yapmasının önemini orada daha iyi anlıyorsunuz. İçerik meselesine gelince, mesela geçtiğimiz günlerde ATV'de yayınlanan bir programda 'dekolte' tartışması yaşandı. Orada ben şunu beklerdim. Keşke 'dekolte' üzerinden bir tartışma yapılmasaydı da, bu kadar çok televizyon kanalımız olduğu halde, halen bu kadar kötü yapımların yayınlanması üzerine tartışsaydık. Reality-show denilen programların Türkiye'de bir yozlaştırma çabası için kullanıldığını biliyoruz. Bizimle aynı görüşte olan insanların da geldiği yerlerde aynı şekilde kötü yapımlar devam edebiliyor. Biraz da bu yöne dikkat çekmemiz lazım. Son olarak Hasan Abi'nin sanatçı kişiliği ile ilgili şundan bahsetmek isterim. Hasan Abi, oynadığı tiyatro oyunlarında da, ortaoyunundan geldiği halde epik tiyatroyu sevmezdi. Kendisi gibi olmayı severdi. Mesela Hasan Abi'ye çok güldüren veya çok zengin bir işadamı rolü verseniz onu yapmazdı. Çünkü kişiliğine uymayan bir rolü canlandırmazdı. Oyunlarını da kişiliğine göre kurgulardı. En büyük derdi de öğrenci yetiştirmekti. Ben de bu yönünü vurgulamak istiyorum. Sadece bir sahneye ismini vermekten öte, onun öğrencilerinin devam edebileceği bir akademinin olması çok iyi olur. Bu kadar yaşadığımız şeylerden sonra insanların kendi sanatçısını hatırlaması iyi ama yine de her şeyin 'bizden olsun, çamurdan olsun' ayrımı yapılmadan kaliteli ve içerikli işlerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hasan Abi'ye de Allah'tan rahmet diliyorum" diye konuştu.
İDRİS NAİM ŞAHİN: HASAN NAİL CANAT'IN İSTİKRARLI VE DİK DURUŞU BİZE IŞIK TUTUYOR
Anma programına şeref konuğu olarak teşrif eden ve kürsüde bir konuşma yapan İçişleri Eski Bakanı ve Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin; "Çok saygıdeğer milletvekilimiz İdris Güllüce Bey, Üsküdar Kaymakamı Mustafa Güler Bey, bu akşamki vefa buluşmasında 'ben de varım', 'ben de olmalıyım' diyerek salonumuzu onurlandıran çok saygıdeğer gönül dostları, vefa insanları, bu duygu yüklü, insan eksenli buluşmada, sizinle birlikte olmaktan duyduğum huzuru ifade etmekle birlikte, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Hepimiz için özel bir insan olan Hasan Nail Canat'ı bir kez daha hatırladık. Hasan Nail Canat'ın vefatının 9. yılında birlikteyiz, bir aradayız. Onun hatırasını yâd etmek ve onun değerli ailesini belli ölçüde memnun edebilmek amacıyla oluşturduğumuz bu birliktelik, inanıyorum ki; kültürümüz, medeniyetimiz ve milli varlığımz adına ortaya koyduğumuz önemli bir buluşmadır. Pek çok toplantıya hepimiz katılıyoruz. Farklı mahiyetteki toplantılarda bulunuyoruz. Katılım yüksekliği insanları mutlu eder ama öyle toplantılar var ki, bazen katılım beklenen kadar olmayabilir. Önemli olan nicelik değil, daha önemli olan herhalde niteliktir. Daha da önemlisi az sayıda insan da olsa, taşınan duygu, sahip olunan düşünce ve ortaya konan mesajtır. Hasan Nail Canat, birçoğumuzun yakından tanıdığı bir gönül insanı olarak hayatında örnek alınacak bir dönemi yaşamış, idrak etmiş ve geride hoş sadâ bırakmış bir büyüğümüz olarak ahirete göç etti. Sayın Başbakanımızın Recep Tayyip Erdoğan Bey'in de belirttiği gibi; Hasan Nail Canat, bir fikir insanı, bir sanat insanı olmanın ötesinde bir ağabey olmayı başarmış örnek bir insandı. Hasan Nail Canat örnek bir insandı ve hala örnek alınacak bir insandır. İnşallah unutulmayacaklar arasında yer alacak olan bir mücadele insanıdır. Belki çok büyük imkanları olamamış ama çok büyük hedefleri olmuş bir insan olarak sağlığında yapamadığını vefatından sonra ilkeleri, hedefleri, fikirleri ve hatıraları ile yapılmasına vesile olacak bir insan özelliğini de taşıyordu. Hayat onun için de büyük ölçüde oyundu. O, bazen kendisinin bazen başkalarının yazdığı oyunları sahnede canlandırdı. Baktığımız zaman, hayatımız bir senaryo. Belki gerçek senaryoyu doğru oynayabilmek, doğru canlandırmak için Üstad Hasan Nail Canat'ın ve benzerlerinin yapmış olduğu uyarı mahiyetindeki özel oyunlar bize ışık tuttu ve tutuyor. Büyük oyunda hata yapmamak için bu özel oyunları izlememizde kuşkusuz fayda var. Bu şekilde yapılması lazım. Merhum Hasan Nail Canat, mütevazi bir hayatın sahibiydi. Aynı zamanda istikrarlı ve dik duruşlu bir hayatın da sahibiydi. Bendeniz, sizler kadar Hasan Nail Canat'ı yakın planda takip edebilme imkanına sahip olmamakla birlikte onun Beyoğlu'nda ve öğrendiğim kadarıyla bu salonda, bu sahnede ortaya koyduğu bir mücadelesi olduğunu biliyorum. Mesajlarını sözlü olarak vermeyi, yazarak ortaya koymayı başarmış olmanın yanında, üçüncü bir boyut anlamında icra ederek ortaya koymayı başarmış bir insandı. Kimi yazar, kimi okur, kimi oynar... Ama Hasan Nail Canat; hem yazar, hem düşünür, hem okur, hem oynar, hem de yöneten özellikte bir insan olarak, sanatçı kimliğinin az rastlanan örneklerinden birisiydi. Günümüz insanlarına hala ışık tuttuğuna ve ışık tutacağına gönülden inandığımız bu büyük ustayı, Yüce Allah'ın rahmetine tevdi ettiğine inandığımız Hasan Ağabey'i bu vesile ile bir kez daha rahmetle anıyorum. Bu programa davet edilmekten dolayı ailesine, değerli evladı Mehmet Safa Canat kardeşime ve torunu Hasan Canat kardeşime müteşekkirim. Eminim ki, sizlerin de benzeri duygularınız söz konusudur. İnşallah Hasan Nail Canat ismi hep gönüllerde yaşayacaktır, hep örnek alınacaktır ve kültür-sanat dünyamız ondan yararlanmaya devam edecektir. Ben bu toplantının daha sonraki yılların buluşmalarına zemin hazırlayacağı ve devamının gelmesine vesile olacağı inancındayım. Hepinizi rahmetli Hasan Nail Canat'ın vesilesi ile buluştuğumuz bu akşamda en içten duygularımla, sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Hasan Nail Canat'a da Allah'tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun" dedi.
İDRİS GÜLLÜCE: HASAN NAİL CANAT'A VEFA İÇİN "VEFA, FATİH'TE BİR SEMTTİR" DEMEYECEĞİZ!
Anma programına şeref konuğu olarak teşrif eden ve kürsüde bir konuşma yapan İstanbul Milletvekili İdris Güllüce; "Sayın Bakanım İdris Naim Şahin Bey, değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben Tuzla Belediye Başkanı olduğum dönemde uzun bir müddet Hasan Nail Canat Bey ile teşrik-i mesaimiz oldu. İz bırakan insanlarımızdandı. Allah rahmet eylesin. Çok fazla iz bırakan insanımız da yok. Bir de vefaya değinmek istiyorum. Vefa'yı, 'Vefa, Fatih'te bir semt' diyerek iyice gırgıra vuruyorlar. Bu benim içimi çok acıtıyor. Böyle seçkin bir grubun, keyfiyeti çok yüksek olan arkadaşların burada olması beni mutlu etti. Başta Sayın Bakanımız İdris Naim Şahin Bey'den Allah razı olsun. Vefayı önemsememiz gerekiyor. Niye böyle olduk, bilmiyorum. Niye bu vefa denen olguya dışarıda kaldık? Bu bana üzüntü veriyor. Ayrıca hayatta olan güzel sanatçılarımız, güzel yazarlarımız ve güzel düşünürlerimiz de var. Bu güzel insanlar ölmeden önce bu vefa gecelerini yapmalıyız. Öldükten sonra da yapmak anlamlı oluyor ama keşke hayatta iken bu muhterem insanlara bir gece düzenlesek, onları çağırsak, yaşlı olanların ellerini öpsek, yaşıtımız olanlara saygımızı sunsak, takdir etsek, bunu bir gelenek haline getirebilsek... Vefatından sonra 'ne kadar kıymetli bir insanmış' diyoruz. İlla ölmemiz mi lazım? Bizim bir arkadaşımız çok üzücü bir şekilde aramızdan ayrılmıştı. Bir araya geldik ve çocuğuna bir daire aldık. Vefat eden arkadaşımızın yakın bir dostu da; 'İdris Abi, bizim de ölmemiz mi lazım, ev sahibi olmamız için' demişti. Saygıyla anılmak için illa ölmeye de gerek yok. Bunu bu anma programı için söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Sağ olan insanlarımızı hayatta iken de analım, öldükten sonra da analım istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum" diye konuştu.
BAHADIR TOK: BEN NAMAZI ONUNLA SEVDİM
Anma programına konuk olarak katılan Oyuncu Bahadır Tok kürsüde bir konuşma yaptı; "Hepiniz hoşgeldiniz. Ben Hasan Abi'm ile 1989 yılında 'İnsanlar Yaşadıkça' adlı dizide çalışmıştım. O zamanlar 20'li yaşlarda genç delikanlıydık. Eksiklerimiz vardı, Reha Yeprem de benim yaşıtımdı, yanımdaydı. Hasan Abi bizi hiç kırmadan; 'Gençler gelin, acaba bunu böyle yapsanız daha mı güzel olurdu?' diye bizi o güzel düşünceleri ile çok farklı yönlere sevk etti. Doğruyu bulduk. Hasan Abi'nin bu ince nüansları ile çok daha farklı yönlere kaydık. Ve Hasan Abi'yi benim en çok rahmetle anmak istediğim şey, ben namazı onunla sevdim. Allah razı olsun. Hasan Abi'yi rahmetle anıyorum" dedi.
YILDIRIM YANILMAZ: BEN HASAN NAİL CANAT'IN "MOSKOF SEHPASI" ESERİYLE CEVHER OLDUĞUNU ANLADIM
Anma programına konuk olarak katılan Yapımcı ve Yönetmen Yıldırım Yanılmaz kürsüde bir konuşma yaptı; "Herkese sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Hasan Nail Canat... Allah ona rahmet eylesin. Çünkü ben hepinizden önce tanıdım Hasan Nail Canat'ı. 1968 yılında tanıdım kendisini. O zaman cevher olduğu meydandaydı. Çünkü normal şartlar içerisinde herkes tiyatrosunu veya oyunlarını bir başkasının yazdığı oyunlarla sahnelemeye çalışırdı. Ama o başka bir şey yaptı, kendi yazdığı oyunla başladı, o oyunun adı da Moskof Sehpası'ydı. Benim babam Kayseri'de gar müdürüydü. Zaman zaman ben Kayseri'ye gelirdim. Kayseri'den İstanbul'a dönüş yapardım. İstanbul'da Genar Tiyatrosu'nda çalışıyordum. Hasan Kardeşim, gerçekten büyük bir cesaretle bana geldi ve dedi ki; 'Benim tiyatromda oynar mısın?'. Ne yazık ki benim başka tiyatro bağlantılarım vardı. Bu bağlantılarım sebebiyle kendisiyle çalışamadık. Yalnız aradan geçen zaman içerisinde, tiyatronun ötesinde film yönetmenliği de yaptım. Yaptığım filmlerin hepsinde de ona rol teklif ettim. Ama nedense bir türlü kendisiyle çalışmak nasip olmadı. Buna çok üzülmüştüm, hala üzülüyorum. Keşke çalışma imkanı bulabilseydik... Çok değerli bir insandı, çok değerli bir arkadaşımdı ve biz arkadaşlığımızı hiç yitirmedik. Arkadaşlığımız son güne kadar devam etti. Yine söylüyorum, Allah ondan razı olsun, Allah rahmet eylesin. Geride bıraktığı herkesin başı sağolsun. Ayrıca torunu Hasan Canat'ı da tebrik etmek istiyorum. Böyle bir torun bütün dostlar başına olsun. Hepinizi sevgiyle selamlıyorum" diye konuştu.
MEHMET SAFA CANAT: ÜRETMEMEK VE DÜŞÜNMEMEK MÜNAFIKLIKTIR
Anma programında Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat kürsüde bir konuşma yaptı; "Sayın Bakanımız, sayın vekilimiz ve kıymetli Hasan Nail Canat dostları, hoşgeldiniz. Yine geçen seneki gibi sadık, samimi ve vefalı dostlarını yine aynı azlıkla ve yüreklerinin zenginliğiyle görmekten dolayı çok mutluyum. Efendim, bu sene çok güzel şeyler oldu. Hasan Nail Canat'ın anılması ve anlatılması konusunda ben oğlu olarak bir görev üstlendim. Hasan Nail Canat anlatılacağı zaman gerçekten bilgiler ve belgeler dağınık bir şekildeydi. Dağınık olan bilgileri, belgeleri, resimleri ve videoları www.hasannailcanat.com sitesinde toplama ihtiyacını hissettim ve topladım. 'Hasan Nail Canat = www.HasanNailCanat.com olsun' dedim. Ben yaptığım bir işin doğru olduğuna inandığım zaman onu hep uygularım. Birilerine bu web sitesi çok ağır geldi. www.hasannailcanat.com sitesinin daha yapım aşamasında ve devamında iken maalesef duymuş olduğum laflar ve iftiralar beni çok üzdü. 'www.hasannailcanat.com sitesinde rant kokusu var' dediler. Vallahi baktım, ben o kokuyu bulamadım. Kayseriliyim, rantın kokusunu iyi alırım ama vallahi o kokuyu ben alamadım. Alan varsa söylesin bana. www.hasannailcanat.com sitesi aynı şekilde yayın hayatına devam edecek. Kıyıda–köşede kalmış bütün bilgi ve belgeler toplanacak. 'Bu çabanız niye?' derseniz, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından rahmetli Hasan Nail Canat'ın hayatının akademik bir çalışma ile Hasan Nail Canat'ın hayatı, kişiliği, sanatı ve dünya görüşünün biyografi olarak yayınlanmasını istiyoruz. www.hasannailcanat.com sitesi böyle bir biyografik çalışmaya öncülük eder inşallah. Bütün temennim de bu vesselam. 2009 yılında Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde, biz devlet büyüklerimize 'Hasan Nail Canat'ın isminin bir kültür merkezine verilmesini istiyoruz' diye adeta yalvarıyoruz. Merhum babam Hasan Nail Canat'ın kadim dostu olan Ulvi Alacakaptan Bey şöyle demişti; 'Vermezler, verdirmezler. Çünkü Hasan Nail Canat mason değildi' diye bir ifade kullanmıştı. Şükürler olsun, Hasan Nail Canat huzur içerisinde yatsın. Sayın Başbakanımızın vefasını unutamıyorum. Bir defa karşısına çıktık. Ulvi Alacakaptan Bey'in ifadesi zaten yüreğimizi yakıyordu. Ricamızı Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey'e ilettik. Akabinde Bağcılar Belediye Başkanımız Lokman Çağırıcı Bey ile görüştük. Bağcılar'da inşaat halinde olan bir kültür merkezine Hasan Nail Canat'ın ismi verildi. 7 Ekim 2013 tarihli meclis kararı ile de kesinleşti. 2004, Hasan Nail Canat'ın vefatı... 2014 yılında ise ismi ancak bir kültür merkezine verildi, buna da şükür... Bundan dolayı çok onurluyuz, çok sevinçliyiz. Efendim, anma gecelerinde Hasan Nail Canat'ın adı geçtiği zaman bir lira para geçmiyor. Konuşmacılarımız geldiler, bir kuruş talep etmediler. Söylediler, 'Hasan Abi'yi mi anacağız? O zaman biz oradayız' dediler. Ahmet Yenilmez Bey, bu Cuma günü hacdan geldi ve hastaydı. Buna rağmen bizi yalnız bırakmadı. Hasan Kaçan Bey setten geldi. Sırrı Er Bey karşımda, Allah ondan da razı olsun. 'Yahu Hasan Abi mi?' diyorlar. Kitap, defter, hesap makinesi filan yok. 'Hasan Nail Canat ise, tamam' diyorlar. Buradaki insanlar az ama yürekleri o kadar zengin ki, o kadar mutluyum ki ve iyi ki Hasan Nail Canat'ın oğluyum diyorum. Kurucusu olduğum www.hasannailcanat.com sitesi için çok güvendiğim, çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir kişi, 'www.hasannailcanat.com sitesi Lâ İlâhe İllallah mı?' dediği gün ben bayıldım. O kadar ağırıma gitti ki, yine o seviyesiz kişilerin eleştirilerine ve iftiralarına dönüyorum ve diyorum ki bunları aşacağız, yılmayacağız. Seneye daha iyi olacak. Yahu mücahit olmak için yani mücadele etmek için cihat ilan edilmesi mi lazım? Hayır, biz ölene kadar, ilelebet, mahşere kadar mücadeleye devam etmek zorundayız. Rehavet yok. Bu olacak, bu yapılacak, bu mücadeleye devam edilecek, bu davanın çilekeş Müslümanları unutulmayacak. Daha biraz önce Ahmet Yenilmez Bey dedi, 'Mehmet Akif Ersoy'u ve İstiklal Marşı'mızı Türkiye'de her 7 yaşındaki çocuk bilir' dedi. Ama Mehmet Akif Ersoy nerede yaşamış, İstiklal Marşı'nı nerede yazmış, nerede vefat etmiş, bilmiyoruz. Vefasızız biz. Ben Hasan Nail Canat'ın öğrencilerine şunu söyledim. Ben 50 yaşındayım, onların ağabeyiyim. Onlara 'Yahu, ne olur, Allah rızası için boş konuşmayın, düşünün, üretin ve uygulayın. Çünkü üretmeyen, düşünmeyen münafıktır' dedim. Üretmezseniz olmaz. 'Ama ben öğrencisiyim' demek olmaz. Öğrencisiysen öğrenmişsindir. Öğrendiysen yapacaksın. Ü-re-te-cek-siniz. Bakın, eleştirdikleriniz üretiyor, onlar Gezi Parkı'nda o çadırın içerisinde eser yazıyorlar, her şeyin öncesinde prova yapıyorlar. Biz o Gezi Parkı'ndaki ağaçlarız. Ağaç olmamız lazım. Onlar artık bizim gölgemizde, bizim kültürümüzü ve sanatımızı görerek özümseyecekler. Çünkü biz üretemezsek bir hiçiz. Biz üreteceğiz, üretmek zorundayız. Ama duydum, sevindim, zannedersem öğrencileri bu sözlerimden etkilenmişler ki, Hasan Nail Canat'ın son zamanlarında yazmış olduğu 'Bana Mahşeri Anlat' isimli oyununu sahneye koymuşlar. Provaları devam ediyormuş, vallahi çok mutlu oldum, devam edin. 'Mehmet Abi, bu oyunu sahneye koyarsak nerelerde sahneleyeceğiz' diye düşünmeyin, onu bana bırakın, ben Kayseriliyim. Sevgili annem Sevim Canat da burada, kendisi de bilir. Bana 15 yaşımda iken 'sen ne yapıyorsun?' dediklerinde, 'ben babamı pazarlıyorum' diyordum. Babamın oyunlarının organizatörlüğünü yapıyordum, hem de Türkiye genelinde. Mesela Eski Adalet Bakanımız Sayın Şevket Kazan Bey, 80'li yıllarda İstanbul Kartal Akıncılar Bölge Sorumlusu'ydu. Yaşım 16, evimiz Bakırköy'de, Kartal'dan Şevket Kazan Ağabey babama telefon ediyor, 'Yahu Hasanım, bu çocuğu niye buralara organize için gönderdin? Burası uzak, başına bir iş gelir' diyor. Babam da, 'Yahu Şevketçiğim, o geçen hafta Kars'tan geldi, merak etme' diyor. Bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. 80'li yıllarda, Uşak'ın Ulubey ilçesinde 'Günahkâr Baba' isimli oyunu sahneliyoruz. Din Görevlileri Derneği oyunu üstlendi. Oyun büyük bir heyecanla devam ediyor. Yalnız salon kasıtlı olarak ikiye ayrılmış, bir tarafta akıncılar, diğer tarafta ülkücüler var. Oyunun her repliğinde bir taraf 'Tekbir, Allah-u Ekber' diyor, diğer taraf da aşağıda kalmamak için 'Hak Yol İslam' diyor. Dışarıda da solcular silah patlatıyor. Oyunu sağ salim bitirdik ama o gün beni ağlatan bir şey oldu. Kulise geçtik, dekorları topluyoruz. 60-70 yaşlarında, dede diyeceğimiz insanlar, ellerimize sarılıyorlar, 'Allah sizlerden razı olsun, buralara kadar geldiniz, bu oyunu sahneye koydunuz ve biz bundan çok ibretlik şeyler öğrendik' dediler. İşte Hasan Nail Canat oydu. Ve biz o gün gerçekten oyuncular olarak çok duygulandık. Oradan sağ salim çıktık ama o yıllarda Uşak ili için 'Küçük Moskova' diyorlardı. Daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Buraya gelen bütün konuklarımıza ve büyüklerimize saygılarımı sunuyorum. Allah hepinizden razı olsun. Sevgili kızkardeşim Hale Cürgül'ün de söyleyecekleri var. Babam Hasan Nail Canat onun için 'Kızım sende cevher var, yaz, sanatın içinde ol, dışında olma' diye bir nasihatı vardı. Sağolsun, Hale Cürgül bu çalışmalarını bir yerlere getiriyor ve biz de onunla hasbelkader gururlanıyoruz. Kendisini şimdi kürsüye davet ediyorum" dedi.
HALE CÜRGÜL: BEN TİYATRONUN AŞKLA YAPILDIĞINI BABAMDAN ÖĞRENDİM
Anma programında Hasan Nail Canat'ın kızı Hale Cürgül kürsüde bir konuşma yaptı; "Ben de bugün çok duygulu anlar yaşadım. Ben de ağabeyim Mehmet Safa Canat'a ve yeğenim Hasan Canat'a böyle bir geceyi düzenledikleri için çok teşekkür ediyorum. Dopdolu bir gece, Hasan Nail Canat ile alakalı bilmediğimiz birçok detayı ustalarımızdan ve hocalarımızdan bugün öğrendik. Cümlelerin belki tanımlanamadığı, belki de tamamlanamadığı bir gece yaşıyorum ben de. Son cümleyi Hasan Nail Canat söyleyecek belki bu sahnede. Garip bir yolcunun garip bir evladı olduğumu hissettim bugün. O zamanın şartlarında Allah yolunda Hakk için tiyatro yapmaya çalışan bir ustanın bugün 30 küsür yaşındaki kızı olarak, çok daha fazla üzerimize iş düştüğünü, çok daha fazla üretken olmamız gerektiğini düşündüm. Böyle bir davanın tohumları arasında büyüdüysek, bu davayı kaldığı yerden alıp devam ettirmediğimiz kanaatindeyim. Ağabeyim Mehmet Safa Canat, bu davaya bir yerinden başladı ve güzel bir şekilde davayı devam ettiriyor ve bunun için 7/24 çalışıyor. Babamla ilgili kaybolmuş, bizim ulaşamadığımız çok önemli değerleri buluyor, onlara yer veriyor, bir şekilde onlara zaman harcıyor. Gerçekten yapmak istediği şeyleri yapıyor. Bunu bir hedef haline getirip hayatında da uyguluyor. Yeğenim Hasan Canat da aynı şekilde bunu uyguluyor. Bizler, ben ve eşim Birol Cürgül, babamın tiyatro ekibindeydik. Biz daha çok tiyatro anlamında rahmetli babamla birlikte olabilme fırsatı yakaladık. Çünkü çocukluğumdaki babamı çok iyi hatırlayamıyorum. Ancak babamın çilekeş hayatını hatırlıyorum. Tiyatroyu çok ciddi zorluklarla yaptığını, ihtilal döneminde çok ciddi sıkıntılara maruz kaldığını, dekorlarının yakıldığını, arkadaşlarının dağıtıldığını, hatta bir oyun sonrasında polisler tarafından sorgulanmak için götürüldüğünü biliyorum. 'Ne güzel bir dava insanı olabilmek' diyorum. Biz de dava insanı olabilmek için çaba sarf ediyoruz elbette ama belki de o noktayı, o hassasiyeti yakalamakta zorluk çekiyoruz. Rahmetli babamın vefatından çok kısa bir süre önce bana söylemiş olduğu bir sözü söylemek istiyorum. Altunizade Kültür Merkezi'ne birlikte geliyorduk ve babam ses tellerinden ameliyat olmuştu. Yaklaşık 15 gün konuşmaması gerekiyordu. Evde 15 gün istirahat etmişti ve hiç konuşmamıştı. Bize her şeyi yazarak anlatıyordu. Daha sonra sesi biraz düzeldiğinde bu sahnede oyun sahnelemek için birlikte buraya geldik. Babam bir iğne vuruluyordu. Ben iğnelerini yapıyorum. Sesi tamamen gitmiş durumdaydı. O zamanlar Kültür Müdürü Belgin Dişçi Hanım yanıma geldi; 'Eğer Hasan Hoca'nın durumu çok kötüyse oyunları iptal edelim' dedi. Ben babamın yanına gittim. Babam can havliyle çantasını karıştırıyordu. 'Baba, ne yapıyorsun?' dedim. 'Kızım, bana bir iğne daha yap' dedi. 'Baba, iğne yaptık. Bir şey olabilir' dediğimde, 'Bugün sesim çıkmıyor, oyunum çok hareketli, çocuklar seyredecek ve benim sesim çıkmazsa sahneyi terkederler, bu benim üzerimde bir yüktür' dedi. Benim yerime kendinizi koyun, babanızı o halde gördüğünüzde Belgin Dişçi Hanım'ın söylediklerini babanıza söyleyebilir miydiniz? Hiçbir şey söyleyemedim. Bir iğnenin yarısını vurdum ve geri kalanını çöpe attım. O gün ışık ve müzik işleri ile benim ilgilenmemi söyledi. Ben ışık ve müzikle ilgileniyorum. Babam sahneye çıktı, sahnede ilk cümlelerini söyledi, sonraki cümlelerde sesi gitti. Bir bana baktı, bir oyunculara baktı, öksürmeye başladı, öksürmeyle alakalı doğaçlamalar yapmaya başladı. Ben o an tiyatronun aşkla yapıldığını gördüm. Bir insanın sevdiği işi yapmasının ne demek olduğunu o gün babamdan öğrendim. Ve ben o gün yemin ettim, 'ben tiyatro yapacağım, ben de çocuklara ders vereceğim' dedim. O hayatta iken çok fazla bir şey yapamadım. Ama babam vefat ettikten sonra babamın görev yaptığı özel okul, dernek ve vakıflarda tiyatro eğitmenliği yaptım. Çocuklara babam gibi tiyatro dersleri vermeye çalıştım ve 8 yıldır bu işin içerisindeyim. Babamın bana 'Yaz kızım' dediğini ağabeyim Mehmet Safa Canat da bilir ve kendisi de beni bu anlamda çok desteklemiştir. Kendimce 10 tane çocuk hikayesi yazdım. Bir müjdem olacak; 1-2 ay içerisinde tamamlamak durumunda olduğum babamı anlatan bir kitap yazıyorum. İsmi, 'Mahşere bir kala'. Bu bir'i ister bir saniye, ister bir yıl, ister bir asır olarak düşünün. Bu kitabı bitirmeye çalışıyorum. İnşallah başarabilirim. Ağabeyim Mehmet Safa Canat'ın da söylemiş olduğu gibi, babamın tiyatro ekibi şu an 'Bana Mahşeri Anlat' oyununun provalarını yapıyor ve 1 ay içerisinde bu oyunu sahneleyecekler. 'Bana Mahşeri Anlat', babam Hasan Nail Canat'ın bir İstiklal gazisinin günümüzdeki şaşkınlığını anlatan bir tiyatro eseridir. İnşallah Allah yolumuzu açık ederse o yoldan devam etmek istiyoruz. Tiyatro çalışmaları adına tiyatrocu olan eşim Birol Cürgül'e de çok teşekkür ediyorum. Ağabeyime, yeğenime, babamın tüm sevenlerine ve ustalarımıza da çok teşekkür ediyorum. Burada bizimle birlikte oldunuz, bizi yalnız bırakmadınız. Umarım sizler de vefayla karşılaşırsınız. Allah'a emanet olun" diye konuştu.
NEVZAT KÜTÜK: HASAN NAİL CANAT'IN İNANDIĞI DAVAYI ŞAHA KALDIRMALIYIZ
Anma programına protokol konuğu olarak katılan İstanbul Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Kütük kürsüde bir konuşma yaptı; "Selamünaleyküm gönül dostları, vefakar insanlar, çile çekmiş insanların, davası olan insanların peşinde söylenecek sözleri bulunan insanlar, onların kadrini, kıymetini bilen, onları anlayan, onları düşünen değerli dostlar... Ben bugün geldiğimiz noktada sahip olduğumuz imkanlara hangi güçlüklerle gelindiğini bazen arkadaşlarıma anlatmaya çalışıyorum. Biz kışı yaşadık, siz bahardasınız. Kışı yaşayan insanların soğukta titredikleri, ayaklarında eski pabuçlarla donmaktan zor kurtuldukları zamanları yaşadık. Dün herhangi bir konferans, seminer veya oyun için sinema salonları bulamazdık. Yazlık sinemaları bile binbir yakarış ve binbir çileyle bize verirlerdi. Paramızla o salonları tutamazdık. Bugün, şükürler olsun, İstanbul'da 60'tan fazla kültür merkezimiz var, lüzumundan fazla salonlarımız var. 'Ama bu salonları yeterince kullanabiliyor muyuz' dersek gerçekten bu salonların hakkını yemiş oluruz. Salonları kullanamıyoruz, neden kullanamıyoruz? Çile çeken insanlar azaldı. Rahat edenler çoğaldı. 'Dava kazandı, her şey bitti' düşüncesi ile hareket eden bir güruh oluverdik gibi geliyor bana. Halbuki dün sahip olamadıklarımızın birçoklarına bugün sahip olduk ama bizim bundan sonra yarın neler yapacağımızın hesabını yaparak bu davayı çok daha ileriye götürmek zorundayız. Sadece Türkiye'nin değil, bir bakıma bütün dünya insanlarının bu davayı şaha kaldıracak hareketlere ihtiyacı var. Merhum Hasan Nail Canat bu davanın çilekeşlerinden, mağdurlarından, isimsiz kahramanlarındandı. Onun için oğlu Mehmet Safa Canat'a, torunu Hasan Canat'a ve siz vefakar dostlarıma çok teşekkür ediyorum. Bu tür vefa duygularını gösterecek nice etkinliklerin olmasını gönülden diliyorum. Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum" dedi.
KAMİL ADIGÜZEL: HASAN NAİL CANAT'I TANIDIĞIM İÇİN ÇOK BAHTİYARIM
Anma programına konuk olarak katılan Oyuncu Kamil Adıgüzel kürsüde bir konuşma yaptı; "Hepinizi hürmetle ve saygıyla selamlıyorum. Ben alaylı bir oyuncuyum. Yıl 2004. Bir gün sete gidiyorum. Hangi rolde oynayacağımı bilmiyorum. Süleyman Çobanoğlu'nun senaristi, Gül Güzelkaya'nın yönetmeni olduğu 'Kalp Gözü' dizisinde rol alacağım. Hasan Nail Canat'ı o güne kadar tanıyordum ama beraber oynama şansına hiç erişememiştim. Ben sete erken gitmiştim. Gittiğimde Hasan Nail Canat Bey henüz sete teşrif etmemişti. Senaryolar gelmeye başladı. Yönetmenimize sordum; 'Ana karakterde kim oynuyor?' dedim, 'Hasan Nail Bey' dedi. O bir köfteciyi oynayacak, ben de bir meczubu oynayacağım. Bütün samimiyetimle söylüyorum, ayaklarım titredi. Sonra Hasan Nail Canat Bey sete teşrif etti. Kendimi takdim ettim, 'Benim adım Kamil Adıgüzel. Muhterem Hocam, huzurunuzdayım, siz bu işin duayenisiniz, ben ise alaylı bir adamım ama beraber oynayacağız, kader böyleymiş, lütfen bana yardımcı olabilirseniz çok memnun olurum, çünkü hakikaten çok heyecanlıyım' dedim. Hasan Nail Canat cevaben, 'Estağfirullah Kamil Bey, rica ederim, olur mu öyle şey. Ben sizi ekrandan seyrediyorum, gayet iyisiniz, sizinle oynayacağız inşallah, hiç heyecanlanmayın' dedi ve beni ferahlattı. Bu Hasan Nail Canat'ın büyük bir psikolog olduğunu ortaya koyuyor. Benlik yok, son derece mütevazi bir insan. Onu tanıdığım için çok memnunum, bahtiyarım. Kendisini işyerime davet ettim, kabul buyurdular, geleceklerine dair söz verdiler. Fakat çok üzülerek söylüyorum, takriben 15 gün sonra vefat haberini aldım. Bu yüzden çok üzgünüm. Burada bulunmaktan dolayı çok müteşekkirim. Hasan Nail Canat'ın ailesine çok teşekkür ediyorum. Hasan Nail Bey'i unutturmuyorlar, devamlı anılıyor. Beni de buraya davet ettikleri için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum" diye konuştu.
ULVİ ALACAKAPTAN: HASAN ABİ İLE GİTTİĞİMİZ HER ŞEHİRDE OLAY OLURDUK. ÇÜNKÜ BİZ SANAT YAPARDIK...
Anma programında en son Hasan Nail Canat'ın kadim dostu Tiyatrocu Ulvi Alacakaptan konuştu; "Biz 80'li yılların sonunda Hasan Abi ile birlikte bizim mahallede tiyatroya başladığımızda Üsküdar'da Dilek Düğün Salonu vardı. Biz ilk oyunlarımızı Cumartesi ve Pazar günleri ikişer matine halinde o düğün salonunda oynardık. Salon hınca hınç dolardı ve daha çok ilahiyat öğrencileri gelirdi. Fakat oynarken sahne biraz sallanırdı. Bir gün merak ettim, 'bu sahne niye sallanıyor' dedim. Sahnenin önüne doğru gittim, altına doğru eğilip baktım. Bir muşamba vardı, muşambayı kaldırdım, bir de gördüm ki, biz masaların üstünde oyun oynuyormuşuz. Ama nasıl oynuyorduk, biliyor musunuz? Coşkuyla, sevinçle, inançla oynuyorduk. Nasıl bir seyircimiz vardı, biliyor musunuz? Şimdiki mitingler filan hava-civa... Her gittiğimiz şehirde olay oluyordu. Çünkü biz sanat yapardık... O zamanlar hep söylerdim, biz oyunlarımızı oynuyoruz, bir şeyler anlatıyoruz, insanları düşündürüyoruz. Ondan daha önemlisi şuydu; inanan insanlar 12 Eylül 1980'den 1985 yılına kadar ne bir parti toplantısı görmüşler, ne bir şiir gösterisi izlemişler, ne bir tiyatro izlemişler, hiçbir şey izlememişler. 'İnsanlar ve Soytarılar' oyununu Anadolu'da sahnelediğimizde insanlar yeniden bir araya geldiler, yeniden selamlaştılar, bütün cemaatler bir araya geldi, o zaman cemaatler vardı, tek cemaat yoktu. Hasan Abi ile tiyatro yaptığımız zamanlarda çok imkanımız yoktu. Bu işler böyle oluyor galiba. Sanatçının biraz çile çekmeye, eziyet çekmeye ihtiyacı var herhalde. Böyle konfor içinde 'davası olan sanatçı' olunmuyor diyelim. Şimdi bir sürü kültür merkezlerimiz var. Bizim kurduğumuz Birlik Sahnesi, 1987 yılından bu yana faaliyetlerine devam ediyor. 25 yılı geride bıraktı. Bizim en az oyun oynadığımız yıllar son 10 yıldır. Biz artık öyle sahnelerde oynayamıyoruz, bizi öyle sahnelere çağırmıyorlar. İyi ki Hasan Abi bugünleri görmedi. Hasan Abi ile biz önce Çağrı Sahnesi'nde, sonra Birlik Sahnesi'nde beraber olduk. O bizim hem ortağımızdı, hem de tiyatromuzun genel sanat yönetmeniydi. Onun için bir geleneğimiz vardı. Oyunun sonunda seyirci bizi alkışlardı, biz seyirciyi alkışlardık, sonra ben Hasan Abi'yi sahneye davet ederdim. Genel sanat yönetmenimiz olan Hasan Abi'yi oyuncular ve seyirciler ile birlikte hep beraber alkışlardık. Bu Hasan Nail Canat için kazanılmış bir haktı. Hepimizden yaşça büyüktü, hepimizin ustasıydı ve bu meslekte tecrübeliydi. Yalnız benim Hasan Nail Canat'ta bir hayal kırıklığım var. Biraz önce oğlu Mehmet safa Canat'a da söyledim. Mehmet Safa Canat da, bir dönem Birlik Sanat'ta çalıştı. Oğlu Mehmet'e; 'Yahu, ben baban Kayserili olduğu için onunla ortak oldum. Bu para işlerini iyi idare eder diye' dedim. Hasan Abi, benden daha yumuşak yüzlü oldu. Adamlar 10 liraya söz veriyorlar, sonra 5 lira veriyorlar. Hasan Abi; 'Olsun, fena değil' diyor. Ben inanıyorum, burada yabancı yok. Ne tuttuğum oruca, ne kıldığım namaza güveniyorum. Ben yenilen haklarıma güveniyorum. Çok hakkımızı yediler. Helal etmiyorum. Önemli olan benim, Hasan Nail Canat'ın, Birlik Sahnesi'nin veya Adım Sahnesi'nin para kazanması değildi. Ama bir çığır açılmıştı, bu yolda ilerlenebilseydi, önümüz kesilmeseydi biz çok daha ileri yerlere gidebilirdik. Tabii ki iktidar biraz rehavet getiriyor. Tiyatro muhalefette olduğu zaman biraz daha diri ve genç oluyor. Ama bu bir çığırdı. Çünkü çok büyük bir ilgi ile izliyordu seyirciler bizi. Hasan Nail Canat, bizimle birlikte 'İnsanlar ve Soytarılar', 'Kara Geceler Efendim', 'Başkasının Ölümü' ve 'Garip Ama Türkiye' oyunlarında oynadı. Bir insan en son anıldığı zaman ölürmüş. Ben de bu anmalarda gülümseyerek anılmasını istiyorum. Hasan Abi ile turneye çıkacağız. Mevsim yaz, para yok, pul yok. Hasan Abi'ye 'Abi, bize bir minibüs bul ama çok pahalı olmasın' dedim. 'Başkasının Ölümü' ve 'Garip Ama Türkiye' oyunları ile turneye çıkacağız. Bütün dekorları da minibüsün içine koyacağız. Hasan Abi bir araba ile geldi. Plakasını bile hatırlıyorum. Hani sirklerde arabalar vardır ya, durup dururken kapısı düşer, bagajı açılır. Zor yürüyor minibüs. Ne yapalım, her şeyi yükledik, çıktık yola. Hiç yer kavgası olmadı minibüste. Çünkü 6 kişiyiz ve 6 koltuk var. Neyse, yolculuğumuz başladı. Elazığ'da polis bizi durdurdu, plakaya baktı, 'Bununla mı geldiniz İstanbul'dan?' dedi. Sonra Kahramanmaraş'a geçtik, orada eski bir sinema salonu vardı, oyunumuzu o salonda oynuyorduk. Biraz önce Nevzat Kütük Bey'in de dediği gibi, bize salon filan vermezlerdi. Oyunumuzu oynadıktan sonra minibüs ile Kahramanmaraş'ta Kıbrıs Meydanı'na doğru bir yokuştan iniyoruz. Arabanın ortasında bir delik var, asfaltı görüyorsunuz. Şoför minibüsü zor kullanıyor, bir ara bana döndü, 'Bu hidroliği sen mi boşalttın? Gram hidrolik yok, fren tutmuyor' dedi. 'Abi, vur bir yere, duralım' dedim. Neyse, yokuş bittiğinde ters yokuşa doğru minibüsü sürerek durdurabildik. Hangi birini anlatayım. Açlık, susuzluk, yolculuklar... Gaziantep'ten yola çıktık, Erzurum'a gidiyoruz. Oyuna yetişmek için gece yol yapmak zorundayız, hava -25 derece. İçeride küçük bir piknik tüpü var, kalorifer yetmiyor ve biz o tüpü yakıyoruz. Bu şekilde yolculuk yapıyoruz. Erzurum'a vardık, biraz otelde dinlendik. Dekoru kurduk, seyirci 45 dakika geç geldi. 'Yahu, biz 14 saat yolculuk yaptık, vaktinde geldik, siz niye 45 dakika geç geliyorsunuz?' dedim. Bir tanesi cevap verdi, o da haklı, 'Abi, başında bin tane konuşma oluyor' dedi. Benim oyunlarında konuşma yapmak yasaktı. Bazen mani de olamıyordum. Bırakın konuşma yapmayı, karate gösterileri yapılırdı, boyunda ve gırtlakta kılıçla elma kesmeye çalışırlardı. Hasan Abi benden önce de tiyatro yapmış bir ağabeyimizdir. Hasan Abi ile bizim şöyle bir tanışıklığımız var. Biz o zamanlar çok solcuyuz, en kızıl biziz. Turnelerde adettir, sahnede kulise veya perdenin arkasına tiyatro ismini ve yılını yazardık. O belli bir mesajlaşmadır. Ben de turnelerde 'Moskof Sehpası' oyununun ismini görüyordum ve 'Vay faşistler, alçaklar' diyordum. Hasan Abi ile daha sonra birlikte çalıştık. Çok güzel günler geçirdik, çok yorulduk, çok aç kaldık. Ama Hasan Abi'nin önüne bir demlik çay koysanız hiçbir şeyden şikayet etmezdi, çayı çok severdi çünkü. Çok kavga da ettik. Hatta bizden bir süre sonra ayrıldı. Kendisini tanıyanlar bilir, 15 Ağustos 2013 tarihinde aramızdan ayrılan Malatyalı Şair ve Yazar Hüseyin Kartal Ağabeyimiz bizi bir araya getirdi. Biz Hasan Abi ile birbirimize sarıldık, helalleştik. Allah Hüseyin Kartal'dan da razı olsun. En son burada, bu sahnede bir oyun oynamıştık. Hasan Abi de bizim oyundan sonra çocuklara ders verecekmiş. Hasan Abi bana, 'Çocuklar seni görmek istiyor' dedi. Çocuklar seyirci koltuğuna oturdular, ben sahnenin bir tarafına oturdum, Hasan Abi de sahnenin diğer tarafına oturdu. Çocuklarla sohbet ettik. Hasan Abi'nin üzerinde beyaz bir takım elbisesi vardı. Sonra kapıda biraz sohbet ettik. Onu uğurladık. Benim onu son görüşüm oldu. Vefadan bahsettiniz. Vefa aslında vefa gösterilen için değil de, galiba vefa gösterenler için gerekli... Onların daha insan olmaları, Müslüman olmaları için... Nasıl ki, tebliğe muhatap olandan çok tebliği yapan tebliğe muhtaçtır. Hasan Abi bizim ustamızdı. Bize de inşallah onun gibi anılmak nasip olur" diyerek sözlerini tamamladı.
SIRRI ER "ERİK AĞACI DESTANI" ŞİİRİNİ OKUDU
Programın sonunda Hasan Nail Canat'ın rol aldığı filmlerden kısa sahnelerin yer aldığı bir sinevizyon gösterisi yapıldı. Ardından Sırrı Er, merhum Hasan Nail Canat için hasannailcanat.com sitesindeki Şeref Defteri'ne yazdığı yazıyı ve sinevizyon eşliğinde Hasan Nail Canat'ın Erik Ağacı Destanı isimli şiirini okudu. Son olarak Hasan Nail Canat'ın son kez Üsküdar'da okuduğu 'Sakarya Türküsü' şiirinin sinevizyon gösterisi yapıldı.
HASAN NAİL CANAT UNUTULMADI
Anma programına Hasan Nail Canat'ın dostları ve öğrencileri de katıldı. Funda Cansever, Hüseyin Emin Öztürk, Mustafa Kılıç, Adnan Erdoğan, Alper Banko, Şenol Kara, Bülent Karaçam, Murat Özbek, Bünyamin Yılmaz, Birol Cürgül, Berat Zarifoğlu, Betül Zarifoğlu, Fatih Mehmet Koç, Harun Arvas, Zuhal Öztürk, Akif Özkaya, Esranur Olgaç, Sezgin Maden, Ali Şahin, Asalet Durmuş ve İsmail Hakkı Hafız bu anlamlı günde Hasan Nail Canat'ı rahmetle ve özlemle andılar.
|