DUYURU
'Hasan Nail Canat Anma Programı'
Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi / 21 Ekim 2012 / Saat: 18.00

Hasan Nail Canat Üsküdar'da yâd edildi!

2004 yılında vefat eden merhum şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat, vefatının 8. yıldönümü sebebiyle Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir anma programında özlemle ve rahmetle yâd edildi. Sunuculuğunu Reha Yeprem'in, oturum başkanlığını da Harun Yöndem'in yaptığı anma programı Hasan Nail Canat'ın hayatını anlatan bir sinevizyon gösterisi ve Reha Yeprem'in şiir dinletisi ile başladı. Ardından rahatsızlığı sebebiyle anma programına katılamayan Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara adına Üsküdar Belediyesi Kültür Müdürü Recai Çalışkan bir selamlama konuşması yaptı. Hasan Nail Canat'ın tiyatro oyunculuğunun, sinema oyunculuğunun, eserlerinin konuşulmasının yanı sıra çok zor şartlarda sanatını icra ettiğine vurgu yapıldı.

"Hasan Nail Canat Anma Programı'nın sunuculuğunu yapan Sunucu ve Oyuncu Reha Yeprem'e, oturum başkanlığını yapan Yapımcı ve Sunucu Harun Yöndem'e, saygıdeğer konuşmacılar Üstün İnanç, Mesut Uçakan, Abdurrahman Dilipak ve Osman Atalay'a eşsiz yürekten katkılarından dolayı, anma törenine sırf bizi yalnız bırakmamak adına katılan tek siyasetçi İstanbul Milletvekili İdris Güllüce Bey'e ve anma organizasyona ev sahipliği yapan Üsküdar Belediyesi'ne önemli katkılarından dolayı yürekten teşekkür ederiz."

"Ayrıca anma programına katılamayacağını belirterek telgraf gönderen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bey'e, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ Bey'e, hem telgraf hem çelenk gönderen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Bey'e, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Bey'e, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız Bey'e, Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan Bey'e, Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi Bey'e, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge Bey'e, Rize Milletvekili Nusret Bayraktar Bey'e, İstanbul Milletvekili Harun Karaca Bey'e, Adana Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya Bey'e, İzmir Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu Bey'e, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Bey'e, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu Bey'e, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş Bey'e, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir Bey'e, Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu Bey'e, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Dr. Erhan Erol Bey'e, Kağıthane Belediye Başkanı Fazlı Kılıç Bey'e, Ak Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu Bey'e, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Dr. Zahid Akman Bey'e, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk Bey'e, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Temel Karamollaoğlu Bey'e, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Muhittin Yıldırım Bey'e, Saadet Partisi Genel Sekreteri Tacettin Çetinkaya Bey'e ve Kültür Memur-Sen Genel Başkanı Galip Yıldırım Bey'e teşekkür ederiz."

HASAN NAİL CANAT ANMA PROGRAMI'NIN VİDEO ÇEKİMİ VE YAZILI/GÖRSEL BASINDA YER ALAN HABERLER

Hasan Nail Canat Anma Programı'nın video çekimi
Hasan Nail Canat Anma Programı ile ilgili yazılı ve görsel basında yer alan haberler
HARUN YÖNDEM: HASAN NAİL CANAT'I MİNNETLE YÂD EDİYORUZ

Hasan Nail Canat'ın 41 yıllık sanat hayatında mütevazi bir hayat sürdüğünü ve varlığını çok belli etmeyen bir insan olduğunu anlatan Harun Yöndem; "Hasan Nail Canat'ı bundan tam 8 yıl önce 21 Ekim 2004 tarihinde kaybettik. Hasan Nail Canat aslında sessiz, mütevazi, pek de varlığı belli olmayan, varlığını çok da belli etmeyen bir insandı. Fakat bu özelliğe sahip insanların sonradan neler yaptıklarını, neler yapmış olduklarını görmek mümkün olabiliyor. Hasan Nail Canat, 41 yıllık sanat hayatında birçok öğrenci yetiştirdi. Öğrencilerinin kendisine vefalı olduklarını gördük, görüyoruz. Oyunlar yazdı, oyunlar sahneledi, sıkıntılar çekti. Yıllarca hizmet verdiği Üsküdar Belediyesi de kendisine vefalı davranıp böyle bir anma töreni yapıyor. Ayrıca Allah hepimize nasip etsin hayırlı evlat yetiştirmiş, hayırlı bir torunu var, o da bizi bir araya getirdi. Bugün Hasan Nail Canat'ı burada saygıyla, minnetle, şükranla yâd ediyoruz. Biz Hasan Nail Canat'ın sıkça karşımıza çıkan fotoğrafındaki gülümsemesi, özgüveni, tevazusu, vakarı ve iyimserliği içinde olmak istiyoruz ve öyle de olacağız. Nur içinde yatsın" dedi.

ÜSTÜN İNANÇ: HASAN NAİL CANAT'I 12 EYLÜL DURDURDU

Hasan Nail Canat ile çok zor zamanlarda beraber tiyatro yaptıklarını belirten Üstün İnanç; "Hasan Nail Canat, çok yakından tanıdığım, çok sevdiğim, çok da beraber olduğum bir arkadaşımdı. Kendisini 1960'lı yıllarda bizim sahnelediğimiz Sultan Abdülhamit piyesinin turnesi sırasında Kayseri'de tanıdım ve Kayseri'de turne ekibimize katılmasını sağladım. İlk tanıştığımızda oyunculuğuna dair küçük bir deneme yaptım. Olağanüstü yeteneklerini olduğunu gördüm. Bunlardan en önemlisi taklit yeteneğiydi. Sonra turneye çıktık. O zamanlar ki turneler çok çileliydi. Dağ yollarından gidiyoruz, yediğimiz gıdalar berbat, uykusuzluk çekiyoruz, kaldığımız oteller berbat. Yani birçok şey berbattı. Hasan Nail Canat, bizim tiyatro ekibimize 1964 yılında katıldığında 'Sen evli misin?' dedim, 'Evliyim Abi' dedi. Şaşırdım kaldım. 'Nasıl oldu böyle, buralara kadar gelebildik' dedim. 'Abi, ben bu işe aşığım' dedi. Aktörlüğünün olağanüstü yeteneği yanında son derece cesur, yürekli, kahraman denecek kadar özelliği olan bir insandı. Çünkü biz turne sırasında çok tokuşmalar yaşadık. Dimdik durmasını bildi, korkmadı. Bilhassa Ankara'da bizi sahnede iken basmaya kalkışan insanların üzerine yürüdü, kendisini zor zapt ettik. Sonra bana 'Moskof Sehpası' isimli eserini gösterdi. Eserini okudum ve beğendiğimi söyledim. Bana 'Abi, bana izin verir misiniz? Kendi oyunumu sahnelemek istiyorum' dedi. 'Ne demek, yürü, yürü, yolun açık olsun' dedim. Bir müddet Türkiye'nin her yerinde 'Moskof Sehpası' isimli eserini sahneledi. Daha sonra profesyonel olarak Abdullah Kars'ın İbret Sahnesi'nde yer aldı. Bir süre sonra İzmir'de iken Hasan Nail Canat'ın zatülcenp hastalığı geçirdiğini ve hastaneye kaldırıldığını duydum. Bizim de 'İlk Kurşun' isimli bir oyunumuz vardı. O oyunun turnesinden döndüm, Hasan Nail Canat'ı hasta yatağında ziyaret ettim. 'Ne yaptın Hasan?' dedim. Ben tiyatro yapmanın çok zor şartları olduğunu daha evvel de bildiğim için 'Bırak bu işi Hasan! Bu ciğer hastalığı, şakası olmaz' dedim. Tebessüm etti, geçti. Tiyatroyu bırakmadı. Hasan Nail Canat'ın biraz istirahat etmesine 12 Eylül 1980 tarihindeki askeri darbe vesile oldu. Çünkü 12 Eylül'ün şartlarında tiyatro yapamıyordu. Kalemine başvurdu ve çok güzel romanlar yazdı. Derken bir başka tiyatrocu ile ortak bir tiyatro sahnesi kurdu. Çok iyi oyunlar sahneliyorlardı. Hatta bir defasında İstanbul Kocamustafapaşa'daki Zengin Tiyatrosu'nda bir oyunlarının galası için beni de arayıp davet ettiler. Ben de o gün kitaplarımı yayınlayan yayınevine gitmiştim. Orada dostumuz Prof. Durali Yılmaz ile karşılaştım. Durali Yılmaz da aynı oyunun galasına davet edilmiş, beraber oyunun galasına gittik. Oyunu sahneleyen ekibin içinde çok tanıdığım vardı. Durali Yılmaz ile beni en öne oturttular. Oyun sahnelenirken sürekli bana laf atıyorlardı. Epik bir oyundu. Sonra sahneye seçim nutku atan Anadolulu bir aday rolünde Hasan Nail Canat çıktı. Konuşurken 'Sayın vatandaşlar, sayın vatandaşlar, sayın vatandaşlar' diye sürekli bu kelimeyi tekrarlıyordu. Rol arkadaşı da yönetmen rolünde hemen sahneye geldi ve 'Bu nedir ya? Ben size böyle mi öğrettim? Konuşsana, okusana şunu' dedi. Hasan Nail de 'Nasıl okuyayım, karşımda Üstün İnanç Ustam oturuyor' dedi. Bizi orada mahcup etti. Allah nurlar içinde yatırsın" diye konuştu.

MESUT UÇAKAN: HASAN NAİL CANAT BİR DURUŞ SAHİBİYDİ

Hasan Nail Canat'ın İslami duyarlılıkta tiyatro yaptığının altını çizen Mesut Uçakan; "Öncelikle sizleri ve Hasan Nail Canat'ı saygıyla selamlıyorum. Ruhu şad olsun. Hasan Abi'yi ilk olarak MTTB Sinema Kulübü'nde sinemaya dair uğraş verirken tanımıştım. O zamanlar Abdurrahman Dilipak Bey de aramızdaydı. Çekeceğimiz bir filme imkan ararken Ankara'da Milli Selamet Partisi'nde Şevket Kazan Bey ile görüşmeye gidiyorduk. Hasan Abi ile ilk kez orada karşılaştım. Son olarak da vefatından bir hafta önce İstanbul Fatih'te bir bankada karşılaştık. Ayaküstü sohbet etmiştik. O sohbette de günümüz Müslümanlarının verilen onca çilelere karşı sanata olan duyarsızlığını konuşmuştuk. Bir hafta sonra vefat haberi geldi. İlk karşılaştığımda bizim sinema filmi çekmek için destek aradığımız gibi Hasan Abi'nin de tiyatro yapmak için Anadolu'dan gelip destek aradığını görmüştüm. Ondaki yalnızlığı ve garipliği hissetmiştim. Aynı yalnızlığı ve garipliği biz çok yaşadık. O dönem henüz toplum içerisinde varlıklarını fark etmeye çalışan inançlı bir neslin dini açıdan da her şeyi çok iyi konumlandırdığı bir dönem değildi. Böyle bir dönemde Anadolu gelenekleri içerisinde tiyatro yapmaya çalışmak büyük bir cesaretti. Nitekim ilk olarak babası kendisine karşı çıkmış. Eminim ki birçok yerde de tepki toplamıştır. Fakat Hasan Nail Canat'ın Müslüman camiada Abdullah Kars ile başlayan bir tiyatro geleneği vardı. Biz de sinemada bunu yapmaya çalıştığımızda çok ağır ithamlarla karşılaştık. Biz bunun çok sıkıntısını çektik. Sinema yaparken biz Allah'ın rızasını kazanabiliyor muyuz, yoksa kaş yapalım derken göz mü çıkartıyoruz? Nelere dikkat etmemiz gerektiğini hep düşündük. En azından o sancıyı çok somut bir şekilde yaşadık. Hala da yaşıyoruz. Çünkü sinema ve tiyatro Batı'nın kodlarını ve normlarını taşıyan bir sanat alanıdır. Biz bunu Müslümanlaştırmalıyız. Bunu yaparken nasıl yapacağız? Bu ciddi bir sorun teşkil ediyor. Geriye dönüp baktığımızda 1973 yılında MTTB Sinema Kulübü'ne katıldığım günden beri yaklaşık 40 yıl içerisinde genellikle filmlerimizde kadın ve şiddet konularını İslami duyarlılıkta nasıl işleyebileceğimizi tartıştık. Kötülüğü gösterirken kötülüğe hizmet edebiliriz, kötülüğü gösteren hususlar nelerdir gibi pek çok meseleler var. Sinemada bunun etkisini çok ağır bir şekilde hissedebiliyorsunuz ama tiyatroda bu pek hissedilmiyor. Hasan Abi de tiyatroda kadın unsuruna pek yer vermedi. Hala tiyatro ve sinema aynı sorularla tartışılıyor. Sanat'ı Allah'a ulaştırma heyecanı içerisinde iseniz hala bu sorular askıda duruyor. Bizim Müslüman sanatçılarımız bu konuda nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Çünkü ortada İslami duyarlılıkta oluşturulmuş bir sinema ve tiyatro zemini yok. Bunu itiraf etmeliyiz. Hala kurak bir ortam içerisindeyiz. Şimdi burada bu vesile ile hem Hasan Nail Canat'ı anarken hem de bu konulara dikkat çekmek çok önemlidir. Hasan Nail Canat gerçekten bir duruş insanıydı. Bunu sağlamak o kadar kolay değil. Eğer siz popülist olmak isterseniz, o yolları tercih ederseniz önünüze birçok yol çıkar. Ama duruş sahibi olmak, pek çok teklifi reddetmek, toplumun aktığı bir Batılılaşma akıntısına sanatta ilk defa tam tersi olan İslami bir söylemle karşı durmak çok büyük bir cesaret isteyen bir tavırdır. Hasan Nail Canat bunu başardı. Kendisi ile 1988 yılında Reis Bey filminde ve 1989 yılında Salih Diriklik ile yönetmenliğini beraber yaptığımız 8 bölüm çekilen İnsanlar Yaşadıkça dizisinde çalışmıştık. Reis Bey filminde dosyası kaybolduğu için bir türlü hapisten çıkamayan bir memuru canlandırıyordu. Bir de Hasan Abi gerçekten derviş ruhlu bir insandı. İnsanlar Yaşadıkça dizisinde de biz onu seyircilere aktarmaya çalıştık. O filmde de Hasan Abi, bir elinde asası, diğer elinde gül buketi ile halkın içinde geziyor. Kimi yerde gülümsüyor, kimi yerde hüzünleniyor ve sonunda insanlara gül dağıtıyordu. Her şeyden önemlisi Hasan Nail Canat bizim değerli bir ağabeyimizdi. Böyle ağabeylerimizin kıymetinin bilinmesi benim en büyük temennimdir. Ben halen Hasan Nail Canat'ın yeterince kıymetinin bilinmediğini düşünüyorum. Yeni nesil çok nankör. Biz hep değerlerimizi bu yüzden kaybediyoruz" dedi.

ABDURRAHMAN DİLİPAK: HASAN NAİL CANAT BATAKLIĞA ATILAN BİR TAŞTI

Tiyatronun, sinemanın ve müziğin haram olarak addedildiği bir dönemde Hasan Nail Canat'ı tanıdığını alatan Abdurrahman Dilipak; "Hasan Nail Canat'a Allah rahmet eylesin. Çok ortak özelliğimiz var. O 1943 doğumlu, ben 1949 doğumluyum. O, 21 yaşında tiyatroya başlamış. Ben de o yaşlarda MTTB Sinema Kulübü'nde sinemaya başlamıştım. Hasan Nail Canat'ın o yıllardaki tiyatro faaliyetlerini takip ediyordum. Milli Nizam Partisi Gençlik Teşkilatı'nda görev yapıyordum. Öğrenci hareketleri içerisinde belli aktivitelerim vardı. Dolayısıyla Hasan Nail Canat'ın ortaya çıkışı ile birlikte büyük komünizm ile mücadeleyi, dinsizliğe karşı halk hareketini temsil eden gösterilerin arkasında büyük siyasi hassasiyetler vardı. Daha sonra ben 1971 yılında İstanbul'a geldim. Yeni Sanat isminde bir dergi çıkardık. 1974 yılında MTTB Sinema Kulübü'ne üye olduğumda artık bir gazeteciydim. Tiyatro eleştirileri yazıyordum, fotoğraf eleştirileri yapıyordum. Onat Kutlar'ın kurduğu Türk Sinematek Derneği'ne gidiyordum. Film nasıl çekilir? Onları anlamaya çalışıyorduk. Müzik o günkü anlayışa göre bize haram. Ama müziksiz sinema yapamazsınız. Fotoğraf haram. Öyle bir genel anlayış var. Tiyatro zaten olamaz. Fakat Hasan Nail Canat'ların şahsında Yücel Çakmaklı'nın Yeni İstanbul Gazetesi'nde yazdığı yazılar çerçevesinde acaba olabilir mi diye düşünüyorduk. Bazıları olamaz diyorlardı. Çünkü bir Müslüman rol icabı da olsa kötü bir adamı oynayamaz. Kadın zaten olmaz. Bir günahkârı nasıl temsil edeceğiz? Olayı kader açısından değerlendirenler de oluyordu. Kaderi öngöremezsiniz, hiç kimseye bir kader tayin edemezsiniz. Tiyatroda gaipten bir ses yoktur. Ya da onun adına onu siz örgütleyemezsiniz. Yani Hızır'ı bir aktör olarak taklit edemezsiniz. Buna benzer teorik tartışmalarımız da vardı. O dönemlerde hem Yeni Sanat Dergisi'nin yayın kurulunda görev yapıyordum, hem de Milli Gazete'de sanat-edebiyat sayfasını yönetiyordum. Dolayısıyla bütün haberleri ve duyuruları halka duyurma görevini de üstlenmiştim. Tiyatroya giden çok sayıda insan olmamasına rağmen ben ciddi bir şekilde tiyatro takip ediyordum. Hasan Nail Canat ile ağabey-kardeş ilişkimiz de vardı. Hasan Nail Canat ile ilgili aklımda kalan bir şeyi söyleyeyim. Müslümanlar arası hiçbir sorunda Hasan Nail Canat sorunun tarafı değildir. Hiç kimse ile beraber olup hiç kimsenin aleyhine kumpas kurmamıştır. Hiç kimseyi aldatmamış ve kazık atmamıştır. Hiç birimize yalan söylememiştir. Beynel-Müslimin bir insandı. Müslümanlardan biriydi. Benimle siyasi tercihlerime göre veya kimliğime, kişiliğime göre değil, benimle Müslüman olarak ilgilendi. O anlayış içerisinde beraber olduk. Hemen hemen hiç kimse ile kırıcı şekilde biten bir kavgaya Hasan Nail Canat'ın girdiğini ben bilmiyorum. Hasan Nail Canat Hakk'ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve haykıran sesiydi. Yaptığı her adımda fıkhi disiplinlere uyma çabasındaydı. Yani inadına 'haramsa da ben yaparım, ben sanatçıyım' gibi bir tavrı asla olmadı. Başta babası olmak üzere birçok kişi onun sanatına karşı çıkmış. Bunu kabul eden birilerinin manevi himayesinde yol almaya çalıştı, dürüst davrandı. Sanatını İslam'ın tebliği için bir vesile kılmaya çalıştı. Bu anlamda aslında Peygamber varisinin ifadesi olan veresetül enbiya karakterli birisiydi. Dinin tebliğinde tiyatro bir araç olarak kullanılabilir mi? Hasan Nail Canat bunun yapılabileceğini söylüyordu ve bunu örnekleri ile insanlara anlatmaya çalışıyordu. Bu anlamda ismiyle müsemma bir kişiydi. 'Vakıf insan' özelliğini üzerinde taşıyan, buna 'Nail' olan, bu iş için 'Can at'an birisiydi. Bunu bir geçim kapısı olarak görmedi. Yaptığı işi çok sevmesine rağmen büyük imkânsızlıklarla karşılaştı. Sahneleri kiraya veremiyorlardı, dekor yoktu, kostümler yetersizdi. Bütün bu imkânsızlıklara rağmen büyük bir cesaret ve kararlılıkla yoluna devam etti. O günlerde Müslüman bir kimlikle sahneye çıkmak öyle çok kolay bir iş değildi. Sahneye bir sanatçı çıkar, alkışlanabilir, ama Müslüman bir sanatçı alkışlanmaz, kurşunlanabilir de. Trafik kazasına kurban gidebilir, hatta sahneye polis çıkıp yakanızdan tutup sizi götürmeye kalkabilirdi de. Yani zor zamanda bu işi onuru ile yapan içimizden biriydi. Güzel bir insandı. İbn-i Haldun, Farabi gibi düşünüp dedem gibi konuşan birisiydi. Hikmet yüklü sözler söylemek istiyordu. Vahiyden, Peygamber hayatından bize güzel şeyler söylemek istiyordu. Ama bunu büyük adam havalarında söyleyen birisi değil, dedem gibi konuşan birisiydi. Zaten bana kalırsa da âlimin mütevazi hikmet dolu öğütleri bunu gerektirir. Kasıntı bir insanın ifadeleri değildi. Doğru olan da buydu. Bu anlamda hayallerinin ayağından asılıp onu indirmeye çalışan, hayallerin gerçeklerin anası olduğunu bilen, hakikatini temsile çalışan biriydi. Hayal kuruyordu ve bu hayallerinin gerçekleşmesinin ancak gaip hazinesinden bir ikramla mümkün olabileceğini biliyordu. Bir avuç insandık biz. Paramız yoktu, kadrolarımız yoktu, gücümüz yoktu ama umudumuz vardı. Ve umudumuzun ayaklarından asılıyorduk. Mesut Uçakan bilir, film çekmek istedik, beş paramız yok. Kamera nasıl kullanılır, onu bile bilmiyorduk. Bugün hala devam ediyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Başbakanlık'a danışman olmadan önce Dışişleri Bakanlığı'nın kapısından kaç defa girdi acaba? Recep Tayyip Erdoğan hangi akademiden mezun olarak dünyanın siyaset kurtları ile aynı masada oturuyor? Yani Allah'ın yardımı budur. Hangileri yüksek ekonomi ihtisasından geçip de dünya iktisat devleri ile baş etmeyi öğrendi? Bunu bütün arkadaşlar için söylüyorum. Gerçekten Allah bize yardım ediyordu. Bizim umutlarımız büyüktü ve bunu gerçekleştirmek için de doğru yönde ileriye doğru, cesaretli, dürüst bir şekilde öğrenmeye çalışarak ilerliyorduk. Biz sinemayı bildiğimiz için sinema yapmaya karar vermedik. Bilmiyorduk ve öğrenmek için MTTB Sinema Kulübü'nü kurduk. Orada biz 9 kişiydik. 4-5 arkadaşımız Türk Sinematek Derneği'ne gidip sinema forumlarına katılıyordu. Sinema alanındaki tartışmalara katılıyorduk. Metin Erksan'ın ve Halit Refiğ'in 'Ulusal Sinema' tartışmasını başlattığında biz 'Milli Sinema' diye ortaya çıktık. 9 tane talebeyiz. Yani burslarla ayakta durmaya çalışan talebeleriz. Film çekmeye karar veriyoruz ve filmi çekiyoruz. Bize 'deli' diyorlar. Hayır, biz hayallerimize ayağından asıldık ve onu yere indirdik. Hasan Nail Canat da bunu başaranlardan biridir. Ve gerçekten Allah ondan razı olsun, yaptıkları çalışmaları mütevazı görebilirsiniz. Ama o günün şartlarında o çalışmalar çok değerli çalışmalardı. Zaman geldi, Hasan Nail Canat meydan okudu. Zaman geldi, hicvetti. 'Ben hiciv sanatçısıyım' demedi. 'Ben bu işin hamalıyım' dedi. Hiçbir zaman kapris de yapmadı. Yani bu işin ırgatlığına soyundu. O günlerde bütün Türkiye'yi adım adım dolaşan çok fazla insan yoktu. Hasan Nail Canat, Moskof Sehpası'nı 1200 defa sahnelemiş. Bugün 81 ilde 900'e yakın ilçe var. Demek ki o gün belediyelerin tümüne gitmiş. Nerdeyse her beldeye bile gitmiş. Daha sonraki dönemde Türkiye'yi dolaşanlardan biri de bendim. Daha önceki dönemde de Türkiye'yi kadın başına dolaşan birisi de Şule Yüksel Şenler'di. O günlerde dağda bayırda dekor yok, kostüm yok, ışık yok, müzik yok. Sahneler düğün salonu bile değil. Tiyatro yapmaya çalışan bir Hasan Nail Canat var. Aslında Hasan Nail Canat'ın hayatını bu anlamda filme almak lazım. İslamcı edebiyatın, sanatın, sinemanın nasıl geliştiğini göstermek için bir çalışma yapılabilir. İşin biraz tirajı komik yanları da var. Ve bugün bir iktidar varsa bu iktidara döşenen yollar buralardan geçiyor. Bugün bir sermaye varsa durup dururken bunlar olmadı. Ben imam-hatipte okurken okulumuza müdür olarak tayin edilen Hulusi Özkul Hocam 'Bak, eğer senden sonrakilerin ayaklarını başında görmek nefsine ağır gelecekse şimdi burayı bırak. Bir sürü başka okullar da var' dedi. Bizim şerefimiz bizden sonra geleceklerin ayaklarını başlarımızın üzerinde görme umududur. Sizi bataklığa atılan taşlar gibi bataklığa fırlatacağız. Bizden sonrakiler bizim başlarımıza basarak selamete ulaşacaklar. İmam Hatip Müdürü o zaman bize bunu söylüyordu. Hasan Nail Canat bataklığa atılmış bir taştır. Ve bugünkü sanatçılarımız, siyasetçilerimiz, işadamlarımız o bataklıktaki taşların üzerine basarak karşı tarafa geçtiler. Keşke bunu fark edebilseler. Eminim o zaman bugün bu anma programına daha fazla insan gelirdi. Ama bizde biraz vefa kısmı eksik. Bilgi de yok. Yani 'pat' diye bunların kendilerine ikram olarak sunulduğunu zannedebilirler. Zaman oldu, bizi uzaklara, ötelere, ötelerin ötesine götürdü. Zaman oldu, öteleri beriye getirdi ve bize kim olduğumuzu hatırlattı. Ölümü hatırlattı, ahiret gününü hatırlattı. Hasan Nail Canat ile ben hep omuz omuza koştum diyebilirim. Gazeteci olarak onun haberlerini yapıyordum. O benim ağabeyimdi. Onun tiyatroda yaptığını ben sinemada yapmaya çalışıyordum. Daha sonra bu işi benden daha iyi yapanlar oldu. Mesut Uçakan, Salih Diriklik ve Osman Sınav bu işi benden daha iyi yaptılar. Ben de gazeteciliğe devam ettim. Sinema adına bugün hala bir şeyler yapılıyorsa o 9 tane talebenin başlattığı çizgiden başladı ve devam ediyor. Hasan Nail Canat da aynı çizgide devam etti. Aslında biz aynı çizgide bulaşan, aynı yerden gelen, aynı yöne yönelmiş insanlardık. Hasan Nail Canat'ı rahmetle anıyorum. Ona gerçekten herkesin borcu var. Bu borcu ödemek için onun hayatını okumak, o yaşayan günleri hatırlayıp kökü mazide olan bir ati olma, geçmişte yaşanan tecrübelerin birikimi üzerine bir gelecek inşa etmek isteyen insanlar için toplumun geleceği adına bir şeyler yapılabilir. Ancak bu şekilde borç ödemesinin gerçekleşeceğini düşünüyorum. Belki bir belgesel yapılabilir, belki sanal bir müze kurabiliriz, belki bu anıları toplayabiliriz. Ümit ederim, bizim Kültür ve Turizm Bakanlığımız bu bataklığa atılan taşların ilginç hikâyelerini bir gün derler ve bunlar gelecek nesiller için bir ibret dersi olur. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır. Hasan Nail Canat bizim yakın tarihimizin canlı bir örnek tanığıydı. O bir tanıktı. Yaşadığı zamana ve mekana şahitlik etti. Onun şahitliği yaşayan bir şehadete dönüştü. Allah onu huzuruna şehitlerle birlikte kabul etsin. Allah rahmet eylesin" diye konuştu.

OSMAN ATALAY: MUHAFAZAKÂR CAMİA ARTIK YENİ ESERLER ÜRETEMİYOR

Hasan Nail Canat'ın zor zamanlarda eserler ürettiğini ama bugün İslami camiada kültür ve sanat alanında bir üretme problemi yaşandığına vurgu yapan Osman Atalay; "Hasan Abi'ye Allah rahmet eylesin. Hasan Abi ile 1989-1992 yılları arasında yakın teşrik-i mesaimiz oldu. 'Bir Avuç Ateş', 'Şeytan Üssü Haber Merkezi' ve 'Kara Geceler Efendim' isimli oyunlarında kendisini yakından tanıma fırsatım oldu. Onda edindiğim ve gördüğüm en önemli şey özellikle umudu, sabrı, direnmeyi, alçak gönüllüğü tavsiye eden değil, yaşayan bir insan olmasıydı. Bir de çok sıkıntılı ve çok çileli geçen bir sanat hayatı olduğunu keşfettim. Bu mücadele içerisinde hiçbir zaman bir şey ummadığına şahidiz. Hasan Nail Canat'ın tiyatro yaptığı 60'lı, 70'li, 80'li yıllar hem Türkiye açısından hem de İslami camia açısından çok zor yıllardı. Hasan Abi'nin büyük bir hayali vardı. Bir tiyatro mektebi olmasını çok istiyordu. Çünkü onun tiyatro yaptığı dönemlerde düğün salonlarında masaları yan yana getirerek sahne yapılıyordu. Yokluk ortamında yapılan bir sanat mücadelesi vardı. İslami camianın kültür-sanat hayatında Hasan Nail Canat'ın çok büyük emeği ve hakkı vardır. Yalnız ne hikmetse bizim bugün geldiğimiz koşullara baktığımızda sinemada ve tiyatroda İslami camianın varlıklı bir ortamda bir mesafe kat edemediğini görüyoruz. Hasan Abi vefat etmeden önceki son yıllarında buna çok üzülüyordu. Şu anda İslami camiada haddinden fazla varlıklı bir dönem yaşıyoruz. Bu imkânlara rağmen tiyatromuz, sinemamız, şiirimiz, edebiyatımızı güçlü bir konumda değil. Hak ettiğimiz bir yerde değiliz. Bu konuda çok ciddi bir problemimiz var. Bunun belki en önemli nedenlerinden biri bizim muhafazakâr İslamcı sermayedarların maalesef bizim sinemacılarımıza, tiyatrocularımıza, edebiyatçılarımıza gereken desteği vermemesidir. Bugün bizim birçok muhafazakar işadamımız birçok farklı sahalara sponsor olabiliyorlar. Ama maalesef edebiyat, kültür, sanat alanında sponsor olmuyorlar. Hasan Abi'yi anarken onun ideallerini, onun özlemlerini bugün yaşatacak birtakım imkânlara ihtiyacımız var. Bugün gerek siyasi gücü, gerekse ekonomik gücü elinde bulunduran kurumlarımız bu imkânları sağlamak zorundadır. Yokluk döneminde Necip Fazıl Kısakürek'in, Sezai Karakoç'un ürettiği eserlere bakıyoruz. Ama bugün varlık döneminde yeni eserler üretemiyoruz. Sinemada, tiyatroda, edebiyatta üretme problemimiz var. Biz 10 yıldır iktidarız, 20 yıldır da belediyelerimizin çok büyük maddi imkânları var. Ama bu maddi imkânlarımızı bir şekilde bizim ihtiyacımız olan sinemaya, kültüre, edebiyata, sanata kanalize etmemiz gerekir. Dün biz sinema salonu bulamıyorduk. Bugün bizim televizyonlarımız var. Siyasi keşmekeşliğin yaşandığı yıllarda insanlar yargılanma pahasına kültür ve sanat faaliyetleri yapıyordu. Bugün imkânlarımız olmasına rağmen bir kısır döngü yaşıyoruz. Hasan Nail Canat gibi İslami camiada fedakârlıklar yaparak eserler üreten sanatçı büyüklerimize bugün vefa borcumuzu ödemeliyiz" dedi.

İDRİS GÜLLÜCE: SANATTA VE EDEBİYATTA ÇOK GERİ KALDIK

Anma programına şeref konuğu olarak teşrif eden İstanbul Milletvekili İdris Güllüce de sanatta ve edebiyatta çok geri kalındığını belirterek; "Hasan Nail Canat'a Allah'tan rahmet diliyorum. Kendisi feyz aldığım ve sevdiğim bir insandı. Tuzla Belediye Başkanı olduğum dönemde karşılaştığımızda mütevaziliği ile beni ezen bir insandı. Ben bir özeleştiri yapmak istiyorum. Kıymetli konuşmacıların da belirttiği gibi sanatta ve edebiyatta çok geri kaldığımızı düşünüyorum. Bu hepimiz için geçerlidir. Hasan Nail Canat sanatını icra ettiği yıllarda bir duruş sergiledi. Zor zamanlarda bir duruş sergilemek kolay değildir. Bugün gençler bilmez. Eskiden evinde kırmızı renkli bir kitap bulunduğu için tutuklanan ve yargılanan insanlar vardı. Özellikle böyle bir dönemde tiyatro yaparak bir duruş sergileyen Hasan Nail Canat bu yönüyle de takdir edilecek bir insandır. Bizim bir de bir geleneğimiz var. Vefat ettikten sonra insanları anıyoruz. Fakat hayatta iken kültür ve sanat alanında uğraş veren insanlara biz ulaşmalıyız. Biz bu erdemi göstermeliyiz. İlle de o insanların bizim yanımıza kadar gelmesi gerekmiyor" dedi.

MEHMET SAFA CANAT: BAŞBAKANIMIZ VEFASIZLIĞI DA YASAKLASA ÇOK İYİ OLUR

Anma programında en son Hasan Nail Canat'ın oğlu Mehmet Safa Canat konuştu ve 2 sene önce Hasan Nail Canat için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektubu okudu. Mehmet Safa Canat; "Hasan Nail Canat'ın vefalı dostlarına aramızda oldukları için çok teşekkür ederim. Babam Hasan Nail Canat 41 yıl sanatı uğruna ömrünü feda etti. Şöyle bir söz söylerdi bazen; 'Eski dostlar bir makama geldiklerinde yeni dostlar ediniyorlar. Bu sırada eski dostlarını kaybediyorlar'. At izi ile it izinin birbirine karıştığı bir dönemde sanatı İslamlaştırmak için babam Hasan Nail Canat'ın büyük çaba harcadığına ben de yakından şahidim. Ben de babamla birlikte 11 yıl tiyatro yaptım. Ondaki enerjiyi, azmi, umudu görünce babamı kıskanırdım. Ben genç olmama rağmen onun enerjisine yetişemiyordum. 11 yılın sonunda benim takatim kesildi ve gazetecilik yapmaya başladım. Gerçekten Hasan Nail Canat'ın bu anlamda isminin yaşatılması gerekiyor. Ben bugüne kadar değerli büyüklerimizden Hasan Nail Canat adına bir kültür merkezinin kurulmasını çok istedim. İnşallah büyüklerim beni yanlış anlamamıştır. Biz kültür merkezini kendi üzerimize istemiyoruz. Kültür merkezi devletin olsun da, sadece üzerindeki tabelada Hasan Nail Canat'ın ismi yazsın. Ben bunun için Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a bir mektup yazdım" dedi ve mektubu okudu. Mektupta en etkileyici bölümden biri şuydu; "Tayyip Ağabey senden utanarak ve sıkılarak bir istirhamım olacak. Bu kadar yoğunluğunun arasında eğer kızmazsan söylemek istiyorum. Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi'ne veya senin uygun gördüğün bir kültür merkezine rahmetli babam Hasan Nail Canat'ın adının verilmesi... Ne olur bu isteğimi çok görme ağabey... Babam bana devamlı şöyle nasihat ederdi. "Oğlum, dostunu fazla kullanma ki, eskimesin". Ağabey bugüne kadar senden bir şey istemedim. İstemem de, çünkü sağlığımız ve işimiz, ekmeğimiz ve aşımız var çok şükür... Bir tek sıkıntımız, daha doğrusu isteğimiz rahmetli babam Hasan Nail Canat'ın isminin yaşatılması..." Mehmet Safa Canat konuşmasının sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben; "Sayın Başbakan sigarayı yasakladığı gibi vefasızlığı da yasaklasa çok iyi olur. Allah hepinizden razı olsun" diyerek sözlerini tamamladı.

REHA YEPREM ERİK AĞACI DESTANI ŞİİRİNİ OKUDU

Programın sonunda Reha Yeprem sinevizyon eşliğinde Hasan Nail Canat'ın Erik Ağacı Destanı isimli şiirini okudu. Şiir okunduktan sonra Hasan Nail Canat'ın rol aldığı filmlerden kısa sahnelerin yer aldığı bir sinevizyon gösterisi yapıldı. 1992 yılında Mesut Uçakan'ın Hasan Nail Canat'ın 'Bir Avuç Ateş' isimli eserini 'Çöküş' ismi ile beyazperdeye uyarladığı filmden kısa bir görüntünün de sinevizyon gösterisi yapıldı. Son olarak Hasan Nail Canat'ın son kez Üsküdar'da okuduğu 'Sakarya Türküsü' şiirinin sinevizyon gösterisi yapıldı.

HASAN NAİL CANAT UNUTULMADI

Anma programına Hasan Nail Canat'ın dostları ve öğrencileri de katıldı. Erkay Yavuz, Alp Tuğhan Taş, Ali Poyraz, Alper Banko, Bülent Karaçam, Murtaza Koçak, Murat Özbek, Bünyamin Yılmaz, Birol Cürgül, Berat Zarifoğlu, Betül Zarifoğlu, Fatih Mehmet Koç, Engin Kut, Zuhal Öztürk, Akif Özkaya, Esranur Olgaç, Halil İbrahim Perçinkaya, Galip Boztoprak, Sezgin Maden, Salih Asan, Nevzat Küçük, Asalet Durmuş, Mehmet Zengin ve Hakan Akçin bu anlamlı günde Hasan Nail Canat'ı rahmetle ve özlemle andılar.

Bu duyuru defa okunmuştur.