Basından
'Şehir Dergisi'

Ahmet Sıvacı / Hasan Nail Canat ya da Sanatın Adı

Şehir Dergisi / 01.05.2021

Bu dünyadan Kayserili bir mütefekkir, erdem timsali, geleceği inşa etmiş, gerçek bir sanatçı geçti. "Al gözüm seyreyle."

İçimizde öyle insanlar yaşarlar ki, bizler onların varlıklarını sıradan bilsek bile onlar adeta gökyüzünde parlayan yıldızlara benzerler. Tut ki Ülker, tut ki Zuhal ya da Tarık'tırlar. Gönül dünyamızın mimarı olarak uzaktan aydınlatırlar. Bir gün, parlak bir ışık saçarak kayıp gittiklerinde bile, ötelerin ötesinden karanlıkları yırtmaya, eserleri ile nefes almaya devam ederler. Onlar, Yunus'un; "Her dem yeni doğarız. Bizden kim usanası" sözünün bittiği yerdedirler.

Hasan Nail Canat... "Anladım işi sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış" Üstad Necip Fazıl'ın ifadesi doğrultusunda, tozlu tiyatro sahnelerinin, onlarca sinema ve televizyon dizi filmlerinin bir büyük aktörü. "Erik Ağacı" adlı, dünyanın bütün çocuklarına ses veren evrensel şiiriyle, etinden, kanından, canından sızdıran organik bir şair. İlkeli duruşu, idealleri uğrunda yılmadan mücadele eden tavrı ile bir roman, bir oyun yazarı. Yönetmen. Tiyatro Okulu sahibi.

Öfke ile incelik arasında, tıpkı Hacı Bektaş Veli'nin ceylan ile aslanı kucağında tuttuğu gibi denge sağlayan bir mütefekkir. "Şem'i gör kim yanmadan, yandırmadı pervaneyi" örneği, yangınlar içinde bir büyük insan. Mevlana'nın: "Neyi arıyorsan o'sun" noktasında bir gönül insanı. Ali Şir Nevai'nin: "Hiç ordum olmadığı halde Çin sınırına ve Tebriz'e kadar bütün Türk ve Türkmen illerini sırf Divanımı göndermek suretiyle fethettim." örneği dokuz edebî eseriyle, tiyatro oyunlarıyla, televizyon dizileriyle ve sinema filmleriyle gönülleri fetheden gönül fatihi. Acıyı, kolayca mutlu olmamak için merhem niyetine gönül yaralarına süren, tuz niyetine basan bir çile abidesi. Kor değil akkor ateş üstünde yürürken gülistanı yaşayan bir derviş.

"Sanat, gülü incitmeden gül yaprağına şiir yazmaktır." İmza; Hasan Nail Canat. Öyle ya! Gülü tarife ne hacet. Ne çiçektir bilmez miyiz? Ve... O, bir dağ. Gönül dağı. Dağ anlatılabilir mi? Ona sadece bir yazar, komple sanatçı ve televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde rol alan bir oyuncu demek kuşkusuz onu anlatmak demek değil. İşte onun hikâyesi...

25 Ekim 1943 yılında Kayseri'de doğan, Yazar-Tiyatro ve Sinema Sanatçısı Hasan Nail Canat, Gülük Mahallesi'nden. Kayseri'nin yerlilerinden. Kayseri İmam Hatip Lisesi öğrencisi iken okul müsamerelerinde arkadaşları ile küçük çaplı oyunlar sahneye koyarak sanat hayatına ilk adımını atar. Mezun olduktan sonra Kayseri Hava İkmal ve Ana Tamir fabrikalarında çalışır. Sanatla ilgisini devam ettirmek istediğinde, babası şiddetle karşı çıkar. "Tiyatrocu mu olacaksın, soytarı mı olacaksın" diyerek Hasan Nail Canat'ı engellemeye çalışır. O yılların şartlarında doğal bir baba tepkisidir bu.

Kaskatı, barut kokan bir dünyada, naif bir ruha sahip, kendi kurduğu hazangâhında ıstırapları yaşayan, kimliği, acının bileği taşı olan şiirler yazmaması hiç düşünülür mü? Üstelik toplumsal acının şiirini. Aşk acısını anlatan sözcüklerin bile süzgecinden geçtiği toplumsal acının. Şiiri hak etmek için, Mevlana'nın öğretisiyle hamken pişer, piştikten sonra da yandıkça yanar.

İlk olarak yayımlanan "Yalnızlar Rıhtımı" isimli şiir kitabında Kaygusuz Abdal gibi feryad u figan eder adeta: "Kırk yıl oldu, kaynatırım kaynamaz." Bu doğrultuda Necip Fazıl'ın şu dizeleri ile kendini sorgular:

"Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum"


Öyle ya! Pervaneyi ateşe attıran, bülbülü şeydalaştıran, üzüm yaratılmamışken insanı sarhoş eden o mutlak varlığın tecellisi değil midir? Leyla'nın, Aslı'nın nazı, Kerem'in niyazı O'ndan değil midir?

Bu bağlamda; Hasan Nail Canat, O mutlak varlığın rızası için, toprağı amber niyetine koklayan, çuhayı ipek görebilen, sureti sirete, arazı cevhere dönüştüren, bedeni ruha köle eden bir sanatçıdır. Zaten sancılı bir şair olarak hayata dair, beynini yiyen müthiş sorulara şiir diliyle cevap bulmaya çalışır Kayserili Sanatçı. Metafizik ürperti içinde hayatın gerçeğini keşfetmek için tiyatroya olan aşkını daha çok pekiştirir. Ona göre sanatçının içinden akan Nil olsa, sevgileri çorak vadilere yönelmediği, şiir ya da tiyatro diliyle de olsa çevreyi suya kandırmadığı sürece hiçbir anlamı yoktur. Mum ile pervane arasındaki aşk örneği, pervanenin yanması için önce mum olup yanmak gerekir. Değilse mum, pervane ile aynileşebilir mi? Yanmanın ne olduğunu anlayabilmesi, küle dönmesi, sonra sarhoş, sonra iradenin gidip varlığa aşkın hâkim olabilmesi için kendine çekebilir mi?

Bunun adı Vahdet'tir. Birlik. Tek oluş. Kula yansır ki bıçak sırtı gibidir. Vahdet-i Küsud ki Hakk ile kulun isteklerinin aynı olması; sufinin her şeyi Allah olarak, Allah'ın tecellisi olarak görmesi ki Vahdet-i Şuhûd ve varlığın yalnızca bir, onun da Allah olduğunun kabul edilmesi ki Vahdet-i Vücud... Tut ki sufi tut ki Hakk'ın Cemali.

1964 yılında Rusya'nın Bolşevik İhtilali'nde Türk kökenli insanlara yapmış olduğu zulümden etkilenerek "Moskof Sehpası" isimli ilk oyununu yazan Hasan Nail Canat, henüz Kayseri'de iken Hilal Tiyatrosu'nu kurar ve kendi yazdığı oyunlarla, 7-8 inançlı, şuurlu, fedakâr genç ile birlikte Anadolu turnesine çıkar. Böylelikle profesyonel tiyatro hayatı da başlamış olur. "Moskof Sehpası" o yıllarda çok büyük ilgi görür ve 1200 defa farklı yerlerde sahnelenir. Hasan Nail Canat, bu başarısı sayesinde muhafazakâr kesimin büyük ilgisini çeker. "Soytarı mı olacaksın?" diyen babası, Kayseri Müftüsü'nün daveti üzerine Kayseri Din Görevlileri Derneğinin organize ettiği, "Moskof Sehpası" isimli oyunu izlemeye gelir." Oyun sona erdikten sonra biraz tedirginlikle, tepkisini ölçmek için gelen oğluna şunları söyler:

"Oğlum, oyununu heyecanla seyrettim. Yanılmışım. Artık seni özgür bırakıyorum. Sanatını Allah yolunda kullandığın müddetçe yolun açık olsun"

Hasan Nail Canat mutludur. Gözleri dolar. Babasının ettiği bu duanın bereketi ile artık sanata kendisini tamamen adar. İstanbul'a taşınır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in sohbetlerine katılarak Allah yolunda sanatını kullanmanın püf noktalarını, mesaj kaygılarını, yol haritasını en ince ayrıntılarına kadar öğrenir. Öyle ya! Sanat, Hakk için yapılınca halka ulaşır, halka bir fayda sağlar. Siyasi ve ticari hiçbir kimliğe tabi olmadan sadece ve sadece sanat adamı olmak ve sanatını icra etmek üzere hayatına yön verir, dolu dolu geçen sanat hayatında medyada görünmek için çaba harcamaz. Öyle ya! Pişmeden ham ervahın şair olması düşünülür mü?

Daha sonraki zamanlarda sırası ile: Günahkâr Baba, Dilsiz Şeytan, Bir Avuç Ateş, Afganistan Dramı, Bir Demet Gençlik isimli; müstehcenlikten, Türk örf ve adetlerine, inançlara aykırılıktan, vatana ve bayrağa hakaretten uzak, büyük bir özveri ile emek verip çok hassas ve kesin çizgilere dikkat ederek yazdığı eserleri hem yöneterek hem de oynayarak sahneye koyar. Ayrıca Şeytan Üssü Haber Merkezi, İnsanlar ve Soytarılar ve Başkasının Ölümü isimli başkalarının yazmış olduğu tiyatro eserlerinde de başrol oynar.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra mecburi olarak tiyatro hayatına ara veren Hasan Nail Canat, maddi açıdan büyük sıkıntılar çekmesine rağmen üretmeye devam eder. Edebî çalışmalarına ağırlık verir ve birbirinden değerli, roman türünde eserler yazar. Bir Küçük Osmancık Vardı, Nur Dağındaki Çocuk, Yaralı Serçe, Günahkâr Baba, Yasemen, Kırımlı Murat Destanı, Bir Avuç Ateş, Gül Yarası ve Kiralık Zindan isimli romanları okuyucu ile buluşur ve uzun yıllar kendisinden söz ettirir. İlk romanı, Bir Küçük Osmancık Vardı'nın Millî Gazete'de tefrika hâlinde yayımlanması, Hasan Nail Canat için mutlulukların en güzelidir. İnancından, ilkesinden taviz vermeden, edebiyat yoluyla insan yetiştirme isteği ile duygularını şöyle ifade eder:

"Olacak. Beni göremeyenler beni okuyacak ve ne olursa olsun bu insanlara mesajımı vereceğim."

Verir de. Hem de dolu dolu. Dokuz büyük esere imza atarak. Moskof Sehpası isimli ilk eserini, Kırımlı Murat Destanı adı altında kitaplaştırır. Bir Avuç Ateş isimli romanı, Çöküş adı ile yönetmen Mesut Uçakan tarafından beyaz perdeye aktarılır. Bir Küçük Osmancık Vardı isimli kitabı da Millî Eğitim Bakanlığı'nın, "100 Temel Eser" serisi arasında yer alır.

Üzülerek belirtmek gerekir ki Hasan Nail Canat'ın, Kiralık Zindan adlı eseri kayıptır ve bugüne kadar bulunamaz. Olayın başlangıcı şöyledir: Hasan Nail Canat, rahmetli olmadan önce, yeni yayıncılığa başlayan bir yayınevine, Kiralık Zindan isimli eserini, orijinal dosya halinde, üstelik sözleşme yaparak teslim eder. Aradan yıllar geçmesine rağmen ne yayıncıdan ne yayınevinden yazılı veya sözlü olarak Hasan Nail Canat'a bilgi verilmez. Dahası, yayınevinden de bir daha haber alınmaz. Eser, böylece kaybolur.

Şiir, roman ve tiyatro eserleri incelendiği zaman eserlerinin sadece ve sadece inanç ve ahlak üzerine olduğu açıkça belli olan Hasan Nail Canat, insanların hayvan sevgisi ile insan sevgisi arasındaki tezadı da gerek sahneye koyduğu tiyatro oyunlarında gerekse kitaplarında işler. Kaniş köpeğini evine alıp babasını, annesini huzur evine yatıran insanı eleştirir. Allah'a borcunu ödüyor olduklarını zanneden, buna karşın kul hakkına riayet etmeyenleri sorgular ve yanlışlıkları ortaya koyar. Ayrıca, tabulaştırılan değerlerin, ilahlaştırılan portrelerin öteki yüzünü göstermeye çalışır.

Hasan Nail Canat'ın tiyatro hayatının oldukça yoğun geçtiğini söylemek mümkün. Yaklaşık 10 yıl Altunizade Kültür Merkezinde, Üsküdar Belediyesi Tiyatrosunda oyunlarını sahneler. Geleneksel tiyatrodan da örneklerini sunan Hasan Nail Canat; Keloğlan, Sokak Kızı Elif, Mindrella, Süper Bekçi gibi çocuk oyunları ile; Bir Avuç Ateş, Demedim mi?, Metropol ve Kadın adlı oyunlarını da yetişkinler için sahneye koyar. Altunizade Kültür Merkezinde çocuk ve yetişkinlere tiyatro eğitimi de veren Canat: Ateşin Teslim Olduğu Gün, Bize Nasıl Kıydınız?, Reis Bey, Beşinci Boyut, Minyeli Abdullah, Sahibini Arayan Madalya, Sürgün, Köstekli Saat, Kaşağı, Çizme, Hasret, Siyah Pelerinli Adam ve Gülün Bittiği Yer adlı sinema filmleri ile Camgöz, Beyaz Savaş, Su Perisi Kayıklar, Sır Kapısı, Müslümanın 365 Günü, Müslümanın 24 Saati, Deli Yürek, Ekmek Teknesi, Çobanın İbadeti, Kenan'da Bir Kuyu ve Kalp Gözü adlı TV dizilerinde rol alır.

Hasan Nail Canat, 1994-2004 yılları arasında Üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten almış olduğu "Sanat, Allah yolunda nasıl kullanılır?" düsturuyla tiyatro öğrencisi yetiştirerek inançlı, şuurlu oyuncuları ülkemize kazandırmayı, belden aşağı olmadan komedi yapmayı, salya-sümük demagoji yapmadan dram oynamayı, adaba ve edebe uygun ortaoyunu ve müzikal sergilemeyi yüzlerce çocuğa öğretir. O, "Sanat sanat içindir" ve "Sanat halk içindir" düşüncelerini hiçbir zaman dikkate almayıp "Sanat Hakk içindir" felsefesinden hareket ederek ülkemizdeki dinî, ahlaki, sosyal eksiklikleri hem yazarak hem yöneterek hem de oyunculuğu ile sahne hayatına taşır.

41 yıllık sanat yaşamında inançlı ve muhafazakâr kesimin kalplerinde haklı yerini alarak 21 Ekim 2004 tarihinde Ramazan ayının ilk haftasında son oyunu olan Aynalar Yolumu Kesti isimli oyununu Üsküdar Belediyesi İftar Vapuru'nda son kez sahneledikten sonra, Ulaştırma Eski Bakanı, son başbakan Binali Yıldırım'dan son ödülünü alır. Hasan Nail Canat, aynı gece Üsküdar Belediyesi Ramazan Hatıra Defteri'ne şunları yazar: "Bu gece çok güzel ve gizemli."

O gece evine döndüğünde, tiyatronun dervişliğinin yanı sıra usta aktörü, yönetmeni, hocası adam çok mutlu ve huzurludur. Sahur vakti olur ve sahura kalkar. Ancak takdir-i ilahi gereği aniden bir kalp krizi geçirir. Sabaha karşı Gaziosmanpaşa'daki evinde ruhunu Allah'a teslim eder. İslami ve millî sinemanın, tiyatronun efsane insanı çekip gider bu dünyadan. Şimdi Eyüp Mezarlığı'nda uyuyor Hasan Ağabey.

Hasan Ağabey, sanat hayatında asla paraya, şana şöhrete değer vermedi. Eğer verseydi çok daha farklı yerlerde olurdu. Aslında dünyanın bir sahneden ibaret olduğunu, bütün insanların başarılı birer oyuncu olduğunu ama bu oyunun yazarının ve yönetmeninin bir tek Allah olduğunu her daim dile getiren Hasan Nail Canat, 1987 yılından 2004 yılına kadar birçok dizi, sinema ve tiyatro eserlerinde rol alarak sanat hayatına devam etti. Eğer ki senaryo seçiminde çok hassas ve kesin çizgilere dikkat etmeseydi daha birçok ne idüğü belirsiz filmlerde oynayabilirdi. Antalya Altın Portakal Film Festivali ile ilgili konuyu 20 Ekim 2011 tarihinde İstanbul Fatih'te yapılan bir anma programında filmin yönetmeni İsmail Güneş şöyle anlatır:

"Çizme filminde beraber çalıştık. Filmin çekimleri Rize'de yapıldı. Hasan Abi o filmde bir radyo tamircisini oynayacak. Filmin konusu şöyleydi; 1950'li yıllarda Demokrat Parti seçimi kazanmış, bütün vaatlerini ezan okunmasını serbest bırakmak üzerine vermiş. Fakat seçim gecesi de Naim radyoyu kırdığı için o beldenin halkı ezanın serbest bırakılıp bırakılmadığından bihaber. Bir kahve ortamı var. Bir Demokrat Partili ve bir CHP'li iddialaşmışlar. CHP seçimi kaybederse kahvede sabahtan akşama kadar kemençe çalınacak. Böyle bir ortamda Hasan Abi de radyoyu tamir etmeye çalışan ve asla işine kimseyi dokundurtmayan bir radyo tamircisini oynuyor. Tabii bildiğimiz radyo tamircisi değil. Bir vakit bir radyoyu tamir etmeye kalkmış, radyo çalışınca 'bu tamircidir' demişler.

1950 şartlarında bir radyo tamircisi, hiç konuşması yok. Ve Hasan Abi diyalogsuz bir oyunculuk yaparak filmde inanılmaz bir performans gösterdi. Hatta o dönemde Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne katılmıştık. Ödül almasak da herkesin hakkının teslim edildiği bir durum vardı.

O festivalde jüri olan Burçak Evren Bey o toplantıda ve daha sonraki toplantılarında da aynen şunları söylemişti: 'Kesinlikle bana göre o dönemin en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü Hasan Nail Canat'a verilmeliydi' demiştir"


"Bu sanatçı bizden değil", işte ödülün verilmeyişinin perde arkası budur. En yakın sanatçı dostları sebebini sordukları zaman Hasan Nail Canat dostlarına cevaben şu ibretlik sözleri söyler:

"Eğer o ödülü bizden diye bana verselerdi yarın mahşerde Allah'ın huzurunda cevap veremezdim. Ben sanatımı sadece Allah yolunda kullananlardanım."

Vefatından sonra İstanbul'da Eyüp Belediyesi'nin inşa ettiği sanat akademisine, Hasan Nail Canat'ın ismi verilir. Eyüp Belediyesi tarafından Rami Parkı'nın içinde inşa edilen ve içerisinde sinema, tiyatro, edebiyat ve müzik alanlarında dersliklerin yer aldığı sanat akademisi 20 Şubat 2016 tarihinde resmî açılışı yapılarak halkın hizmetine sunulur. Ayrıca yıllarca tozunu yuttuğu Üsküdar Altunizade Kültür Merkezinin sahnesinin ismi "Hasan Nail Canat Sahnesi" olarak belediye meclisince onanır.

Doğduğu şehir Kayseri'de mi? Maalesef yeterli oranda sahip çıkılmadığı açıktır. Sadece Kayseri Büyükşehir Belediyesinin Hasan Nail Canat adına düzenlediği 3. Hikâye Yarışması'nın onun adına düzenlendiğini biliyorum. Bunun dışında maalesef herhangi bir kültürel ve sanatsal faaliyet de hatırlamıyorum. İnşallah Kayserili olarak Türkiye'nin kültür ve sanat hayatına böylesine katkı yapmış bir insanımızın adının bir sokağa, kütüphaneye, kültür ve sanat merkezine konduğunu görmek nasip olur.

Kayserili Yazar, onun dostu, aynı mahalleden çocukluk arkadaşı, Rahmetli Mustafa Miyasoğlu da şunları söylüyor onun hakkında:

"Babasının fıkıh titizliği ve Cemil Emmi'nin tasavvufî derinliği, sevdiği insanlar onun üzerinde çok etkili oldu... Müslüman camiada birçok oyuncu çıktı ortaya. Necip Fazıl'ın tabiri ile 'muhteris cüceler' ihtirası aklından yeteneğinden büyük insanlar her yerde her zaman görülür. Tiyatroda biraz alkışlanınca hemen kendilerini dev aynasında görmeye başladılar. Hasan Nail bunu biliyordu, bunun şuurundaydı... Hasan çok çetin imtihanlardan geçti ve disipline oldu. Ruhen bir disiplin içindeydi. Babası, Cemil Emmi, Necip Fazıl ve yetiştiği bulunduğu duraklar, arkadaşları... Hasan Nail oynadığı tiyatrolarda çok alacaklı olurdu toplumda. Gel Hasan ağabey Allah rızası için şu işi yap diyen birçok belediye başkan adayı, seçildikten sonra Hasan Nail'i unuttular."

Vefatından sonra torunu Hasan Canat, babası Mehmet Canat ile birlikte bir site açtılar; internette onunla ilgili yüzlerce film karesi, tiyatro sahne fotoğrafları yer aldı. Sinemanın da tiyatronun da onu tanıyan, onunla çalışan en ünlü, aynı dünya görüşüne sahip olsun olmasın, kadın-erkek oyuncuları, Türkiye'nin ünlü yazarları, bürokratlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları da dâhil ülkeyi yönetenler onunla ilgili düşüncelerini yazdılar sitedeki şeref defterine.

İşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onunla ilgili ifadesi:

"Hasan Nail Canat Ağabeyimize minnettarız

Değerli Tiyatro Sanatçısı, çok değerli yazar ve mütefekkir, bunların ötesinde değerli ağabeyimiz Hasan Nail Canat'ı rahmetle, minnetle yad ediyor; bu vesileyle bir kez daha Allah O'ndan razı olsun, mekânı inşallah cennet olsun diyorum.

Merhum Hasan Ağabeyimiz, çocukluk yaşlarından itibaren kendisini sanata, yazıya, tefekküre ve insan yetiştirmeye adamış, ilkeleri ve idealleri peşinde hiç yorulmadan, yılmadan koşturmuştu. Gençlik yıllarında eserlerinden istifade ettiğimiz kadar, sonrasında da tavsiye ve nasihatlerine her zaman dikkatle kulak verdik, hayır duâlarını almaya her zaman özen gösterdik.

Merhum Hasan Nail Canat, ortaya koyduğu eserleriyle, bizim neslimizin farklı alanlarda birikim ve tecrübe sahibi olmasına çok büyük katkı sağladı. Özellikle, tiyatro alanında gösterdiği azim, bizim neslimizin tiyatroyla ilgilenmesini temin ettiği kadar, yeni tiyatrocuların yetişmesine de zemin hazırladı. Hasan Ağabey ve onun gibi azimli şahsiyetler sayesinde sanat, farklı bir dil, farklı hassasiyetler ve farklı değerlerle de kitlelere ulaşmaya başladı.

Ülke olarak, millet olarak, Merhum Hasan Ağabeyimize çok şey borçluyuz.

Kendisini bir kez daha rahmet ve minnetle yâd ediyor, Rabbimin O'ndan râzı olmasını diliyorum.

13 Şubat 2013"


Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç için Hasan Ağabeyi, samimi Müslüman, samimi bir sanatçıydı:

"Buram buram kardeşlik, sevgi ve hoşgörü hamuru kokan Anadolumuzun tüm değerlerini fikir ve sanatında birleştiren Hasan Nail Canat kardeşimi rahmetle anıyorum. Kendisinin Kayserili olması bizler için ayrı bir değer ve ayrı bir kıvanç kaynağı olan Hasan Nail Canat, idealleri uğruna hayatını verdiği ilke ve yaşam tarzı ile Anadolu insanı için vazgeçilmez bir değer olmuş ve bir bakıma örnek alınacak birey olarak kalplere nakşetmiştir.

Özellikle gençlerimize yazıları, romanları ve tiyatro eserleri ile birlik ve kardeşlik duygularını işleyen ve bu değerler ile yetişmelerine vesile olan Hasan Nail Canat, kendisini saygın yapan değerler ile düşünceleri ve anlatımları ülke sınırlarını aşarak bir dünya insanı olmasına vesile olmuştur. Vefatından sonra dahi her vesile ile gündeme gelmesi ve anılması bunun en büyük ispatıdır. Kendisini yakinen tanımam ve hemşeri olmam özellikle bana ayrı bir haz ve mutluluk vermektedir.

Milletimizin duygu, düşünce, inanç ve yaşam tarzını kendine özgü anlatımları ile gelecek kuşaklara aktarabilen Hasan Nail Canat'ı rahmetle anıyoruz. Aramızdan ayrılışının 6. yılında fikirleri ve düşünceleri ile aramızda olan Hasan Nail Canat üstadımızı büyük bir minnet ile anıyor ve saygı ile selamlıyorum. Mekânın cennet olsun Hasan Abi...

Yokluklar, zorluklar içinde sağduyu ile tiyatro sanatının samimi sesi olan Hasan Nail Canat abimi bir kez daha rahmet ve minnet ile anıyoruz.


28 Haziran 2010"

Sadece kendi camiasından değil Türkiye'deki her camiadan insanın sevgi ve saygısını kazanmıştı Hasan Nail Canat... İşte birkaç örnek daha: Türk Sinemasının büyük ismi Cüneyt Arkın:

"Merhum Hasan Nail Canat ile 1998 yılında Gülün Bittiği Yer isimli sinema filminde beraber oynamıştık. Kendisi ile derin bir tanışıklığım yoktu. Film setinde birkaç kez karşılaşmıştık. Mübarek yüzlü, sessiz, kendi halinde, işine değer veren, çevresindekilerle çok iyi anlaşabilen bir insandı. Keşke Hasan Nail Canat ile birçok sanatsal projede birlikte çalışabilseydik. Maalesef o şansı kaçırmış birisi olarak hissediyorum kendimi. Hasan Nail Canat arkadaşımıza Allah'tan rahmet, sevenlerine sabır diliyorum. Mekânı cennet olsun."

Bu büyük sanatçının erken vefatı Halit Akçatepe'yi de çok üzmüştü:

"Rahmetli Hasan Nail Canat kardeşim ile 1992 yılında Sürgün filminde beraber oynamıştık. Hasan Nail Canat'ın sanatçı kişiliğini dosthane sohbetlerimiz sırasında anladım. 2004 yılında vefatını öğrendiğim zaman hemen Yaşar Kemal'in 'Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler' sözü aklıma geldi. Evet, o güzel insan sanatçı kişiliği ile Türk milletine ve Türk sanatına artı değerler kattı. Herkesin sanatçı olamadığı sanat camiasında asaletinden ve sanatından taviz vermeden ayakta durabilmek ve aynı çizgide devam etmek çok büyük bir başarıdır. Hasan Nail bunu başardı. Çünkü sanat aşk ister, emek ister, fedakarlık ister, vefa ister. Ve bunlardan bir tanesi eksik olursa o sanat ve sanatçının bir yanı eksik olur. Daha ne söyleyeyim. Güzel insandı, güzel şeyler yaptı. İnşallah güzel yerlere gider. Allah gani gani rahmet eylesin.

20 Şubat 2010"


Levent Kırca da ona alkış tutanlardandı: (1948-2015)

"Hasan Nail Canat, dünyanın en güzel insanlarından biri... Doğru ve dürüst karakter sahibi kişiliğiyle her zaman yeri doldurulamamış bir dost olmuştur bana. Arkadaşlığına paha biçilmez. Güleryüzlü, herkesi seven ve herkes tarafından da sevilen bir kişiliktir. 2004 yılında, en verimli çağında aramızdan zamansız ayrılan sevgili dostum ve meslektaşım Hasan Nail Canat'a Allah'tan rahmet, sevenlerine sabır diliyorum. Mekânı cennet olsun.

16 Nisan 2010"


Ve bir dönemlerin ünlü kadın sinema oyuncusu Necla Nazır:

"Hasan Nail Canat ile 1997 yılında Beyaz Savaş isimli bir filmde beraber çalışmıştık. 2004 yılında vefat ettiğini duyduğumda üzülmüştüm. Türk tiyatrosu ve Türk sineması en verimli çağında önemli bir değerini kaybetti. Hayatını sanata adamış, sanatın bütün çilelerine sanat aşkından dolayı göğüs germiş böyle kişilerin yeri kolay doldurulamıyor. Allah rahmet eylesin. Sevenlerine de Allah'tan sabır diliyorum.

19 Aralık 2009"


Bu büyük sanatçının dört çocuğu ve yedi torunu, onunla gurur duyacaklar yaşadıkları sürece.

ERİK AĞACI DESTANI

Bu destanı ne ilham perileri getirdi şairlere ne de gece sancıları...
Pınar bakışlı çocuklara sıkılan kurşunlarla yazıldı bu destan...
Çare değil korkak dualarımız,
Kulaklarına ezan okunmuş çocukların,
Gözbebeklerine saklanmış korkulara,
Ve yangın yerine dönmüş ana yüreklerine
Çare değil konforlu gözyaşlarınız.
Yıkılmış şehir duvarlarının emdiği acılara...

Bosna-Hersek'te,
Işığın ve derenin süslediği bir erik bahçesinde,
Gün yüzlü çocuklar yarışıyordu kuş gölgeleriyle...
Çocuklar, çocuklarımız...
Oyun yorgunu, okul yorgunu çocuklarımız.
En güzel akşamları getirir annelerine.
Yazılmamış insan sayfaları yavrularımız.
Ah görmeliydiniz erik bahçelerini
Ve çocuk yüklü dalların sevincini.
Kurulmuş pusulardan, soğuk namlulardan habersiz
Mor eriklere yetişmek için küçük ellerin,
Yeşille savaşı görmeliydiniz.
İnci dişler, can eriklerin can damarlarında
Isırılmış baharlar çiziyordu.
Yorgun ikindiler getiriyordu,
Dere boylarına yatmış gölgeler.

Kurşun yağmuruna tuttular çocuk yüklü dalları.
Soğuk namlular, ölüm çığlıklarıyla ısındı...
Göz bebekleri korkudan düşecek gibi çocukların
Endişe, baykuş gölgeleri gibi gezindi temiz yüzlerinde...
Gökler ve melekler şaşırdı, tarih kalemini kırdı...
Kırılan dallar gibi düşüyor çocuk ölüleri...
İnsan insanlığından üşüyor.
Şehir ayaklanıyor silah seslerine,
Korku ve endişe çırpınıyor sokaklarda.
Anneler, yağmur yüklü bulutlar gibi abanıyor çocuk ölülerine.
Gözyaşları kırılmış çiçeklere can veremiyor.
Gökler dolusu çığlık, yürekler dolusu merhamet,
Ölümü yenemiyor.
Ve can çiçeği çocuklar
Artık şarkı söylemiyor.
Vahşet devam ediyor. Analar direniyor
Mermiler vız geliyor.
Onlar ölü çocuklarından bir tebessüm dileniyor.
"N'olur aç gözünü, gülümse...
Konuş benimle, konuş da canımı iste..."

Bu destan, şehit çocuklara yazıldı.
Ana çığlıklarına sıkılmış kurşunlarla
Kulaklarına ezan okunmuş çocukların kanlarıyla yazıldı
Sana rağmen, bana rağmen, bir milyar kardeşe rağmen,
Bu destan bu çağda yazıldı.

Hasan Nail CANAT

Kaynak: Şehir Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.