Basından
'Mektep Dergisi'

Ahmet Küçükağa / "Şeytan Üssü Haber Merkezi"

Mektep Dergisi / 01.04.1987

Eser: Salih Tuna
Yönetmen: Hasan Nail Canat
Özgün Müzik: İhsan Demir
Işık: Mustafa Sarıkaya
Oynayanlar: Abdüssamet Öztürk - Ahmet Eskioğlu - Ahmet Kara - Fedakar Kızmaz - Hasan Nail Canat - Hüseyin Goncagül - Hüseyin Yılmaz - Mehdi Akman - Ahmet Bayramoğlu - Mustafa Öcalan - Osman Atalay


Hasan Nail Canat'ın yönetimindeki "Genç Adam Sahnesi" tarafından sahneye konulan "Şeytan Üssü Haber Merkezi" geçtiğimiz ay İstanbul'da sahne ışıklarına çıktı. Birkaç kez sahneye konuldu. Bundan sonra da çeşitli yerleşim merkezlerinde sahneleceği muhakkak.

Hasan Nail Canat, uzun yıllar tiyatro yapmış ve bu yola gönül vermiş birisi. Kendisinin ilk oyununu 1967 yılında seyretmiştim. Hala bugünkü gibi aklımda ve hafızamda. Bu; "Moskof Sehpası" adlı oyundu. Hasan Nail'in ilk oyunuydu. O zamanlar "Hilal Sahnesi" topluluğu adı ile çalışmalarına devam ediyordu, kısa zaman öncesine kadar da bu isimle çalışmalar yapmıştı. Daha sonra, sırasıyla "Günahkar Baba", "Bir Avuç Ateş", "Afganistan Dramı" adlı eserleri sahneye koymuş ve yurdun birçok yerlerinde sahnelemişti bu oyunlarını. Ama sanıyorum hiçbirisi "Moskof Sehpası"nın yerini tutamamıştı. Belki bu oyunun ilk heyecanla çok iyi hazırlanışındandı. Belki de o yıllarda bu tür konuların ve olayların ilgi çekici oluşlarındandı. Bu oyun yüzlerce defa temsil edildi. Ülkenin dört bir yanından ona kucak açıldı. "Hilal Sahnesi"nin bu başarısı o yıllarda takdirle karşılandı. Ama daha sonraki oyunlarda aynı başarıyı da, aynı ilgiyi de bulamadı Hasan Nail Canat. Yani "Moskof Sehpası"ndaki başarısını... Aynı dönemlerde İslâmi tiyatro çalışması yapan "İbret Sahnesi"nde gene aynı zamanlar içinde "Hz. Ömer'in Adaleti" adlı oyunu başarı ve coşkuyla oynuyordu. Ve peşinden gene aynı çizgiyi tutturduğu "Yunus Emre"yi... Dört bir yandan gelen teklifler, Müslümanların bu tiyatrolara gösterdikleri büyük ilgi, tıklım tıklım salonlar, kapalı gişe oynayan oyunlarımız... Hatta şunu söylemek yerinde olur, aynı gün hem gündüz matinesi, hem gece seansı ve en büyük salonlarda, üçbin, beşbin ve hatta onbin kişilik salonlarda tıklım tıklım adeta bir miting havası içinde... Ülkemizde tiyatroya karşı gösterilen bu ilginin sanıyorum yalnızca İslâmi oyunlara karşı olduğunu söylemek yerinde olur. Aynı ilginin ve aynı duyarlılığın, Müslümanlar tarafından, İslâmi tiyatrolara karşı şimdi de gösterildiğini söylemek biraz zor. O dönemlerdeki ilgi kadar ilginin olduğunu söylemek zor. Bu ilginin azalmasının nedenlerini araştırmak lazım. Bunda yalnızca seyirciyi sorumlu tutmak haksızlık olur. Ben inanıyorum ki, aradan yıllar geçmesine rağmen bu alanda bir ilerleme kaydedilmemiş ve hatta yerinde sayma bile muhafaza edilmemiş olmasıdır. O dönemlerin teknik imkanları da, iletişim ve tanıtma araçları da bugüne göre kısıtlıydı. Ama başarı bugünkünden daha yüksekti. Aradan çeyrek asırlık bir zaman geçmesine rağmen İslâmi tiyatroda kayda değer hiçbir ilerlemeye rastlanılmamıştır. Altyapısız hiçbir çalışma yapılamaz. Altyapıdan mahrum İslâmi tiyatro da, işte böyle olur. Tiyatroyu bir merak ve macera veya bir boş zamanlarını değerlendirme olarak görürse bunun gönüllüsü, oyuncusu, yönetmeni, sonuçta böyle bir manzarayla karşılaşmak kaçınılmaz olur. Gelip geçici arzularla, günübirlik niyetlerle yapılan çalışmalar, bir sonraki dönemlerde yapılacak ciddi çalışmaların da önlerini tıkayacak konumlarda olacaklarını peşinen kabul etmelidirler. Bizim seyircimiz iyi, güzel, kaliteli ve mükemmel oyunları seyretmeye layıktır. Bu seyirciye "okul piyesi" türünde oyunları seyrettirmek en azından onları hafife almak ve onları tanımamak olur. Seyircimizi tanımak ve ona göre hazırlanmak gerekir. Veya en azından mütevazi bir çalışma, amatörce uğraşlar olduğu açıkça söylenmelidir. O zaman da boş zamanı olanlara davetiye çıkarılmış olur. Ama büyük iddialarla ortaya çıkacaksınız, onlarla adeta ala edercesine önlerine "okul piyesi" türü bile olamayan basitlikleri içeren bir sürü teknik hatalarla dolu, ışıktan müziğe, sesten mimiklere kadar bir yığın hatayı barındıran oyunlarla bu insanları meşgul edeceksiniz. İslâmi tiyatro bu değildir. Bu ancak birkaç gencin gönül eğlendirmesidir. Bu nedenle bu işe gönül verenleri veya vermeyi düşünenleri bu konuda ikaz etmek istiyoruz. Zira ifade etmeye çalıştığımız zorlukları 70'li yıllarda "İbret Sahnesi" ve "Çağrı Oyuncuları" olarak o dönemlerde bizzat yaşamıştık. Okul piyesi mesabesinden ileri gidemeyen oyunlarıyla Anadolu'da turneye çıkanların sıkıntılarını bizler yaşamıştık. Organizelerde büyük zorluklar çekiyor, salonları doldurmada zorluklarla karşılaşıyor, bizden önce o yerleşim merkezine gelenlerin bıraktıkları kötü intibaları silmek için oldukça güçlük çekiyorduk. Ama zorluğu atlattıktan sonra aynı yer ikinci daveti daha oyun bitmeden yapıyordu. Yani bu çalışmalar "yalancı çoban" hikayesi gibidir. Seyirci ancak bir kez aldatılıyor. İkinci kez iyi de olsa oyuna itibar etmiyor. Bu arada kaliteli oyun hazırlayanlar bunun acısını çekiyorlar. Bu nedenle bizim burada söylemek istediğimiz lütfen İslâmi tiyatroyu hafife almayınız, hataları ve aksaklıkları gidermeden sahneye çıkmayınız, tecrübesiz oyuncuların çoğunlukta olduğu toplulukların kadrolarını güçlendiriniz, gelişen tekniklerle oyunlarınızı takviye ediniz... v.s....

Bu görüşler doğrultusunda "Şeytan Üssü Haber Merkezi" üzerinde söylemek istediklerimize gelelim.

Bu oyun "Genç Adam Sahnesi"nin ortaya koyduğu ikinci oyun. Geçen sezon aynı topluluk "Bir Avuç Ateş" adlı oyunu sahnelemişti. Ama gerçeği söylemek gerekirse, bu oyun ilkini bastırmış görünüyor. Gerek muhteva ve konu olarak ve gerekse oyuncular olarak, birinci oyundan daha ileri seviyede bir oyun. Son yılların önemli konusu "irtica" üzerine babıalinin başlattığı yoğun kampanya karşısında, ülkenin durumu ve bu kampanyaların arkaplanları ele alınmış. Türk basınının tiraj hesaplarıyla bu konuyu sürekli gündeme getirmesi işleniyor. Halbuki yalnızca tiraj hesabı değildir basının bu konuları gündeme getirmesinin sebebi. Oyunda yalnızca bu yönü ele alınmış. Bunun yanısıra ülkedeki demokrasi efsanesi güzel bir şekilde işleniyor. Beynelmilel haber ajansları karşısındaki ülkenin ajanslarının tavırları, halkın artık nelere ilgi gösterdikleri ve de rejimin örnek insan diye yetiştirmeye çalıştığı insanların nasıl bir kişiliği taşıdıkları...

Oyun metninde bir iki esprinin dışında önemli bir eksiklik yok. Ya da bu espriler olmasaydı daha iyi olurdu. Bunlar daha önceki İslâmi tiyatroda da bol bol gördüğümüz argo sözler. Bu oyunda da birkaç yerde argo laflarla karşılaşmak hoş gelmedi bize. Ayrıca Mehmet Akif gibi bir insanı biz Müslümanlar ancak hayırla anarız. Her şeyi yakıp yıkan ve önüne gelen birçok değerleri bir silindir gibi ezip geçen düşünceler ve akımlar, ya da "sözde radikal düşünce" sahipleri, Akif gibi mümtaz simaları da alaşağı etmekte bir beis görmediler. Ama bu doğru değildir. M. Akif ülkemizdeki İslâmi hareketin temel taşlarından birisidir. Bizler öyle görmekteyiz. O'na dil uzatan ve hafife alan, Safahat'ı okumayan ve O'nun hayatını bilmeyenlerdir. Bu nedenle böyle bir simanın böyle bir mücadele adamının sözlerini komedi için malzeme olarak kullanmayı, bu oyun için affedilmeyecek bir suç kabul ediyoruz. Bu ve argo birkaç sözün dışında oyun metnine diyecek bir şey bulamıyor ve oyun metnini başarılı buluyoruz. Oyun yazarlığının tiyatro ile iç içe bir meslek olduğunu, roman gibi, hikaye veya şiir gibi oyun yazarlığının olmadığını da düşünürsek bu başarının ortada olduğunu hemen görmüş oluruz. Zira oyun yazarlığı tiyatro ile ilgisi olmayan yazarlar tarafından yapıldığı zaman ortaya bir sürü hatalar manzumesi çıkarttıklarını kabul etmek gerek. En iyi romancılar ve hikayeciler bile oyun yazarlığına direkt olarak geçemezler. Çünkü edebiyatın bu türü yalnızca yazmak değildir. Uygulanmak ve ona can vermekle ortaya çıkarılır tiyatro eserleri. Ama bir roman ve bir hikaye veya bir şiir yazıldığı gibi vücut buluyor. Tiyatro eseri ve senaryolar ise böyle değil. Bu metinler eğer sahneye konulmaz, eğer filme alınmazlarsa, amaçlarına ulaşamazlar tam anlamıyla. Fantaziden öte bir değer ifade etmezler. Bu nedenle tiyatro yazarları oyunlarını meydana getirirlerken, bunun ikinci mimarı tarafından asıl şekline uygun hale getirileceğini düşünürler. Bir oyun metnini okurken çok beğenebilirsiniz, ama bu metni uyguladığınızda hiç de öyle mükemmel bir netice alamayabilirsiniz. Veya hiç beğenmediğiniz bir oyun metnini, sahneye konduğunda çok beğenebilirsiniz. Bu nedenle Salih Tuna'yı kutlamak istiyor, bu alandaki çalışmalarına devam etmesini arzu ettiğimizi bildiriyoruz.

Oyunun sahneye konuluşu üzerine ise şunları söylemek yerinde olur: Hasan Nail, uzun yıllar bu mesleğe gönül vermiş bir kişi olarak şimdiye kadar ihmal ettiği kadro oluşturmak meselesinin olumsuz neticesiyle karşı karşıya kalmış. Oyunda oynadıklarının hakkını veren üç oyuncuyu göstermek ve özellikle bunları kutlamak yerinde olur. Bunların başında Hasan Nail geliyor tabii. Daha sonra İsrail'i canlandıran oyuncu, peşinden de "türküm, doğruyum"cu tipi canlandıran kişi. Bu üç oyuncu, çıktıkları çeşitli rollerin hakkını veriyorlar. Ve oyunda bir canlılık hissediliyorsa bu canlılık bunların sayesinde oluşuyor. Oyunun on kişiyle sahneye konulduğu düşünülürse, üçe karşı yedi rakamıyla karşılaşırız ki, bu da oyunun başarısını istenilen seviyenin altına düşürmüş oluyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi oyunlardaki kişiler ancak oynayanlar tarafından şekillenir ve hayat bulurlar. Oynayan oyuncu bu kişilere can verir veya o kişilikleri öldürür.

Temennimiz oyunun birkaç kez sahnelenmesinden sonra oturması, aksaklıkların giderilmesi, hoş olmayan bölümlerin iptal edilmesi, yerlerine daha tutarlı sözler ve hareketler getirilmesi ve en önemlisi de ses, ışık gibi teknik imkanlardan daha fazla yararlanılması ve eksiksiz ve aksaksız bir oyun haline getirilmesidir.

Oyunun oynandığı salon standartlara göre pek fazla büyük bir salon olmamasına rağmen oyuncuların sesleri seyirciyi doyurmamıştır. Oyuncuların sesleri tam olarak duyulamadı. Seyirciler adeta kulaklarını sahneye doğru döndürmek zorunda kaldılar. Tiyatroda ses en önemli unsurdur. Oyuncu ses gücüne sahip değilse, o oyuncu tiyatro yapamaz. Tiyatronun belkemiğidir ses... Bu ses öyle güçlü ve tok olmalıdır ki, ona göre bu kuvvetin raksı içinde şekiller verilebilsin konuşmalara...

Özellikle Hasan Nail'i çıkarırsak, "okul piyesi"nden öteye geçemeyecek bir oyun kalır gibi gördük. Ama inanıyoruz ki, hatalar düzeltilecek, en mükemmel bir şekle getirilecektir. "Şeytan Üssü Haber Merkezi" ... getirilmek zorunda... Zira oyunun ifade etmeye çalıştığı espriler birçok insana ulaştırılması gereken esprilerdir. Bir bütün içinde oyunu ele alırsak hatalarından çok müsbet yanları olan bir oyun diyebiliriz.

Bazı oyuncuların çok büyük bir çalışmaya tabi tutulması gerekiyor. Hareketleri, sözleri, davranışları ve sahne içinde yürüyüşleri dahi sırıtıyor bazı durumlarda. Bu da oyunun içindeki "iyi"leri de gölgeliyor. Başarılı eserlerin ortaya çıkmasının merhaleleri sihirli değneklerle olmuyor, çalışma... çalışma... gene çalışmayla... oluyor. Bir tek hareketi ve sözü günlerce prova yapanları da görüyor ve biliyoruz. Bizler kestirme yoldan başarılı sonuçlara varabileceğimizi mi sanıyoruz? O halde oyun tekrar gözden geçirilmeli, tecrübesiz oyuncuların hataları yoğun çalışmalar yapılarak giderilmelidir. Bu konuda, yani tiyatro konusunda tecrübe; birkaç oyunda rol almak birkaç defa sahneye çıkmak olarak kabul etmek mümkün değildir. En az birkaç yıl, en az birkaç yüz oyun... En az yüzlerce sahne ışıklarına gözlerini dikmek... Bunun neticesi bu oyunda hemen belli oluyor ve Hasan Nail tek başına hemen dikkat çekiyor... O halde bir kadro oluşturacak kadar tecrübeli oyuncuya sahip değilsek, en azından yüzlerce defa eksersiz yaparak bu açık kapanmaya çalışılmalıdır.

Bu şekilde bir çalışma yapılmazsa bunun sonuçlarını hep beraber acı bir şekilde görmeye başlarız. İleride tiyatro çalışması yapacak olanlar da aynı tutarsızlıklar içinde olacak, "Hasan Nail bile böyleydi" gibi sözlerle baştan savma çalışmalarla seyircimiz "kullanılmış" olacaktır.

İçinde bulunduğumuz dönem içinde çalışmalarına devam eden tek kuruluş "Genç Adam Sahnesi". Bundan başka şu anda çalışma yapan başka bir kuruluşumuz bulunmuyor. Aralıklarla çalışma yapan bir iki kuruluş olsa dahi. Madem ki, "Genç Adam Sahnesi" bu çalışmalara devam edecektir, o halde kusursuz ve mükemmel bir hale gelmeye çalışmalıdır. Gönlümüz öyle arzu ediyor.

Yıllarını ve hayatını bu çalışmalarda geçirmiş bir sanatçının bu noktada olmasına razı olamayız. Çok daha büyük başarılara layıktır çünkü...

Bizim oyunlarımıza "bizim seyircimiz" geliyor. Bizim alın yazımız bu. Basınımızı da, tiyatromuzu da, sinemamızı da, birçok sanat ve kültür çalışmalarımızı da "kendimiz oynar, kendimiz seyrederiz". Bu nedenle kendi seyircimizle karşı karşıya isek, o halde kendi seyircimize bir şeyler vermek zorundayız. Dışımızdaki insan bize ilgi duymuyorsa, bunun nedenlerini de araştırmak zorundayız aslında, ama burada bu konuya girmek istemiyorum. Kendi seyircimize yön verici, O'nun bilinçleştirici ve kendi kendinin tanınmasını sağlayıcı şeyler vermek...

Aslında bu yazımız bir tiyatro eleştirisinden ziyade birçok konuyu içinde barındıran genel bir yazı niteliğinde oldu. Ama bu konudaki dertlerimiz kısaca ve özetle bunlardan ibaret sanıyorum.

"Genç Adam Sahnesi" sanatçıları, bu yazdıklarıma alınmasınlar... Bunların amacı onları belki biraz kızdırmak ve daha da iyi, daha da yoğun bir çalışmanın içine sokmaktır onları. Madem ki, genç adamdır bunlar; o halde çalışmadan, gayretli bir şekilde eksersizden kaçacaklarını sanmıyorum.

Oyunun ilerleyen zaman içinde mükemmel bir şekle bürünmesini bekliyorum ve buna inanıyorum. Oyuncusuyla, kostümüyle, ses cihazlarıyla, ışık hareketleriyde ve de ustaca oyunlarıyla... Umuyor, arzuluyor ve bekliyorum...

"Genç Adam Sahnesi"nden İslâmi tiyatro yolunu açmalarını diliyorum...

Kaynak: Mektep Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.