Basından
'Hilal Dergisi'

TİYATRO'NUN MÜSLÜMANCASI

Hilal Dergisi / 01.11.1989

HASAN NAİL CANAT VE ULVİ ALACAKAPTAN'LA TİYATRO ÜZERİNE SÖYLEŞİ

H.ULVİ ALACAKAPTAN

1949 Ankara doğumluyum. 1969'da Dostlar Tiyatrosu'nun açtığı sınavı kazanarak aynı grubun Amatör Kolu'na katıldım. İki yıllık bir sanat eğitiminden sonra 1972'de Peter Weiss'in Soruşturma adlı oyunuyla profesyonel sahneye geçtim. 1978 yılına kadar Dostlar Tiyatrosu'nda sonra sırasıyla İ.B. Şehir Tiyatroları, Ortaoyuncular, Uluslararası Sanat Gösterileri'nde oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım. 1984 yılında Şahları da Vururlar oyununun Ankara turnesi sırasında Yaradan'ın hidayetine mazhar olarak bir tür tiyatroyu bıraktım.

1985 yılının 10 Mayıs günü İnsanlar ve Soytarılar'ın ilk gösterimiyle Çağrı Sahnesi'ni faaliyete geçirdim. Çağrı Sahnesi ertesi yıl Sanat Manat'a Karşı adlı oyunlar sürdü. 8 Ocak 1988'de Birlik Sanat Ürünleri A.Ş.'nin kuruluşu resmen tescil edildi. Böylece Birlik Sanat'ın kurucu ortakları arasında yer aldım. Halen aynı kuruluşta oyuncu, yönetmen ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapmaktayım.

Oynadığım oyunlar arasında Abdülcanbaz, Hababam Sınıfı müzikali, Devrik Süleyman, Bitmeyen Kavga, Ayak Bacak Fabrikası sayılabilir.

Sanat yaşamım boyunca Sizin Dersane, Üç İstanbul, Kuruluş, Kurtdereli, Mimar Sinan gibi TV dizilerinde, Talihli Amele, Postacı gibi sinema filmlerinde de rol aldım. Evliyim, Mehmetcan ve Ahmetcan adlarında da iki oğlum var.

HASAN NAİL CANAT

1943 yılında Kayseri'de doğdum. İlk ve orta tahsilimi orada tamamladım.

Tiyatro hayatım Kayseri'de kurulan Güzel Sanatlar Topluluğu'nda başladı. (1966)

Bir yıl sonra Altın Sahne Topluluğu'nu kurdum. Bu faaliyetimiz bir trafik kazası ile sona erdi. 1968'de İstanbul'da kurulan Fikir Tiyatrosu'na girdim. Necip Fazıl'ın, Sultan Abdülhamid Han adlı eserinde yöneten Üstün İnanç'a asistanlık yaptım. Fikir Tiyatrosu faaliyetlerine uzun bir ara vermek zorunda kalınca Kayseri'ye dönüp Hilal Tiyatrosu'nu kurdum ve aynı yıl (1969) İstanbul'a taşındım.

Hilal Tiyatrosu olarak aralıksız 12 yıl kendi yazdığım beş oyunla Anadolu'yu dolaştım. Moskof Sehpası (1000 kez), Gafiller (250 kez), Günahkar Baba (400 kez), Bir Avuç Ateş (175 kez), Afganistan Dramı (60 kez) aynı topluluk ismi altında fakat elemanları maalesef sürekli değişerek oynanmıştır. Afganistan Dramı adlı oyunumuzun Ekim 1980 için önceden bağlanmış 30 günlük organizesi 12 Eylül harekatı ile iptal edilmiştir.

12 Eylül sonrası uzun bir süre kendimi ve sanat geçmişimi sorgulamak zorunda kaldım. Çünkü salonlar dolusu alkış ve heyecan bir sis gibi hayatımdan çekilmiş, beni yıllar süren bir ekonomik çöküşün ve yalnızlığın içine bırakmıştı. 1984'te tekrar sahneye döndüğüm güne kadar, hem roman yazarlığım için hem de kendimi yenilemem için iyi değerlendirdiğime inandığım uzun bir süre geçti. Bu sürede yazmaya başladığım romanlarımın ilki dördüncü baskısını yaparken 8.'si matbaaya verilmek için kağıt bekliyor. Yılların birikimini, Türkiye Coğrafyası ebadındaki seyahatlerimin ve tanıdığım çok değişik kültür yapısına sahip onbinlerce insanın okuduklarımın, yaşadıklarımın etkisini roman diliyle gençliğe aktardım.

Çağrı Sahnesi'ne misafir oyuncu olarak katılmam ve değerli sanatçı Ulvi Alacakaptan'la tanışmam 1985 yılında gerçekleşti. İnsanlar ve Soytarılar adlı oyunda mücahid rolünü üstlendim. (Zaten hep mücahit rolü yapıyoruz ya...) Çağrı Sahnesi dağılınca Genç Adam Sahnesi'ni kurdum ve Salih Tuna'nın yardımlarıyla 1975'ten kalma Bir Avuç Ateş adlı oyunumu yeniden yazarak sahneye koydum. 1986'da Salih Tuna'nın Şeytan Üssü Haber Merkezi adlı oyununu sahneye koydum. Her iki oyunu da tiyatroda amatör kalmaya karar veren genç ve değerli arkadaşlarımın değerli fedakarlıkları ile ellişer defa oynayabildik. Aynı yılın Kasım ayında tiyatro işini meslek olarak seçenlerden bir kadro kurarak bu işi profesyonelleştirmek gayesi ile Birlik Sanat A.Ş.'yi kurduk. Bu kuruluşun tiyatroda bilinen ismi olan Birlik Sahnesi olarak geçen sezon İbrahim Sadri'nin yazdığı Ulvi Alacakaptan'ın yönettiği EFENDİ HAYRETTİN SÜPERSTAR ve BAŞKASINN ÖLÜMÜ'nde oynadım. Şimdi de KARA GECELER EFENDİM ile seyircilerimizin huzurundayız.

HİLAL: Önce neden tiyatro diye bir soru sorsak, tiyatroyla ne yapmak istiyorsunuz, neyi hedefliyorsunuz?

ALACAKAPTAN: Tiyatro bilinen gösteri sanatlarının en eskilerden biri ve en etkili gösteri sanatı daha doğrusu sanatlar içinde en etkili olanı. Bizde tiyatroyu inancımız doğrultusunda kullanarak insanlara bir şey anlatmaya ama anlatırken de ders verir gibi vaaz gibi olarak değil de, gene tiyatronun biçimi sınırları içinde insanımıza bazı şeyleri anlatmayı hiciv edilmesi gereken şeyleri hicvetmeyi amaçlıyoruz genel olarak.

CANAT: Ben tiyatrocu olduğum için tiyatro yapıyorum, Müslüman olduğum için de tiyatronun Müslümancasını yapmak istiyorum.

HİLAL: Peki tiyatronun Müslümancasından ne anlıyorsunuz? İslami tiyatro diye bir deyim kullanılabilir mi?

ALACAKAPTAN: Allah razı olsun bu suali sorduğunuz için. Bizim Hasan Nail Canat'la hassas olduğumuz konulardan bir tanesi bu. Biz İslâmi tiyatro deyimini kullanıyoruz. Böyle bir şeyin de olmayacağını zannediyorum. Müslümanların yaptığı tiyatrodan bahsedilebilir. İslam'ın ilk çıkışında olmayan kurum diyelim. Bir de ulu orta her şeyin önüne "İslâmi" kelimesini koymanın biraz özensiz bir davranış olduğu kanısındayım. Keza İslâmi Edebiyat için de aynı şeyi düşünüyorum. Yani Müslümanın yaptığı şey, eğer Müslüman edebiyatçı ise İslâm'a uygun olmak zorundadır zaten. Ama İslâmi diye yaftaladığınız zaman bir bakıma meşruluk kazanıyor. O zaman maalesef beceriksiz veya özgün olmayan şeylerde belli bir meşruîyet kazanıyorlar. Öbür açıdan da tabi İslamî tiyatro dendiğinde sayıları azalsa da bazı insanların aklına da şey geliyor. Yani içinde sahabe hayatı anlatılan veya dini konular işlenilen bir de tabi bu dini konular meselesi var. Biz bir yandan dinin her şeyi kuşattığını söylerken bir yandan da dini konular dediğimiz zaman sanki dini olmayan bazı konular varmış gibi bir zehaba kapılınıyor yani.

CANAT: Zaten insan olarak hayatımızı inancımıza uydurmak zorundayız. Yani bu tiyatroya İslâmi tiyatro dediğimiz zaman başka şeyler çağrıştırıyor. Ulvi Bey'in biraz önce bahsettiği gibi Anadolu'da dolaşan topluluklar var. Bunlar İslâmi tiyatro diye dolaşıyorlar ve tiyatrolarının yanında tiyatrolarından önce İslam'ı satıyorlar. Yani önce tiyatro yapmak zorundalar ama Müslümansa bu arkadaşlar zaten inançlarının dışında bir şey yapamazlar. Başta söylediğim, getirdiğim ölçü her şeye uygulanabilir.

HİLAL: İslâmi olma bakımından bir ayrım yaptınız. İslâmi olma olmama açısından tiyatronun veyahutta tiyatro yapmanın İslâmi bir şey olmadığını ileri sürenler de var. Bu konuda fetva aldınız mı ya da bir meşruluk nereden çıkarıyorsunuz. Yani biz tiyatronun faydalı olacağına inanıyoruz. Buna inanmayanlar da var, bu amaçla soruyoruz.

ALACAKAPTAN: Valla aslında bu soruyu inanmayanlara sormak lazım. Çünkü biz tabii ki bu kadar hassas bir konuda sade biz değil başka kimseler de kendini ateşe atmak istemez. Ben tiyatroyu Müslümanlaştırmaya karar verdikten sonra ilk itirazım şu olmuştu. Müslüman olarak yapılabilir mi bu iş? Sorduk, soruşturduk ama maalesef şunu söyleyeyim, fetva verecek kişinin veyahutta makamın ondan sonra tabii ki İslâm'ı bilmesi gerekir. Fakat bu konuyu da bilmesi gerekiyor. Pek öyle birilerine rastlayamadık. Ama yapmaya başladıktan sonra (şimdi isimlerini anmak istemediğim, bazı polemiklere yol açmasın diye) kabul gören bazı alimlerden bu işe devam etmemiz gerektiğini hayırlı olduğunu öğrendik. Ama şu da oldu mesela, kendisine soramadım ama Halil Gönenç'in bu konuda kendi kitabında caizliği konusunda bir fetvası var. Sonradan başka bir kitapta, başka bir soruya verdiği cevapta da tamamen ters bir şey var. Bunun herhalde soran kişiyle sınırlı olduğunu düşünüyorum.

HİLAL: Bu konuda bir araştırma yapmak lazım. Araştırmacı tarafından bir tez olarak hazırlanabilir.

ALACAKAPTAN: Şimdi Peygamber sünneti anlaşılırken veya Peygamber sünnetine yaklaşılırkenki metotla ilgili bir şey yani Peygamber Efendimiz zamanında olan şeyler İslâmi, olmayan şeyler gayri İslâmi'dir. O zaman telefonu da soruşturmak lazım veya başka şeyleri de. Bazı şeyler getiriliyor. Peygamber (S.A.V.) Hz. Aişe validemize abasını siper ederek Habeşlilerin mızrak oyununu seyrettirdikleri söyleniyor. Ama bu tiyatro mudur, değil midir? Bir de biliyorsunuz, Mekke'de bir gong varmış, ona vurulup bir haber verildiği, bunun da bir tiyatro şekli olduğu söyleniyor.

CANAT: Müslüman hayatını emirle donatmak, yasakla çevrelemek, sınırlandırmak zorundadır. Yani öyle bir çağda yaşıyoruz ki, evet namaz kılma emir, oruç tutmak emir, içki içmek yasak. Yani kesin emir ve yasakların arasında kalırsak birçok şeyi kullanmamak yapmamak zorundayız. Yani donatmak derken yaptığımız işin İslâm'a göre yasağı var mı yok mu, buradan yola çıkmak lazım. Yani ne yapıyoruz ki, hangi ayete hadise göre yasaklanabilsin. Zaten biz sahnede yalan söylemiyoruz. Zaten çok değişik tarzda oynuyoruz. Makyajı sahnede yapıyoruz. Kostümü sahnede giyiyoruz, çoğu zaman kimseyi aldatmıyoruz. Yani birilerinin çıkıp bize ayetle, hadisle ya da icma ile bu yaptığımız işlerin birinin ya da bir kısmının haram olduğunu ispatlaması lazım. Böyle bir ispat geldiği zaman elbette ki biz de kendimize çekidüzen veririz. Böyle bir şeyleri bekliyoruz. Ama şimdiye kadar böyle bir kesin delille karşımıza çıkan olmadı.

Hasan Nail CANAT

Moskof Sehpası diye bir oyun. Yetmişli yıllar. Yazmış, yönetmiş ve başrolü oynamış. Tam 1000 ( yazı ile bin ) kez! Bu, "rekor"larından biri... Yüzüne baktığımız zaman, sadece çileli günler geçirmiş bir adamın alın izlerini görebiliyorsunuz oysa. Hepsi bu.

Kayserili. Hem de mütekamilen. Anadolu'da sahneye çıkar çıkmaz, birçok yerde bir alkıştır patlıyor. Kolay değil tabii yirmi yılı aşkın bir süredir enteresan imkanlarla perde açmış adam. Necip Fazıl, "İbrahim Ethem" isimli oyununu bizzat onun için yazmış. Sadece bu da değil, "Abdülhamit'ini de ısrarla onun oynamasını istemiş. Oynamış o da. Cumhuriyet Gazetesi birinci sayfadan sürmanşet geçmiş, "irtica hortluyor" diye, tiyatro vasıtasıyla.

Defalarca dekorlarını, kostümlerini yakmışlar. Silah sesleri arasından oynamış oyunlarını. Bırakın "ideolojik içerikli" oyunları, milletin bakkala çıkmaya çekindiği günlerde Anadolu kasabalarında Abdülhamid, Dilsiz Şeytan v.b. oynamış. Anılarını yazsa olay olur. Ama anlatınca daha bir zevkli...

Sesli uyur. Çayı, kendi tabiri ile içmez de, "damardan" alır. Sigarayı her gün bırakır. Romanları da var. Hepsi birkaç baskı yapmış. Bir ara "Genç Adamlar"larla tiyatro yapmayı denemişse de daha sonra Ulvi Alacakaptan ile birlikte Birlik Sahnesi'ni kurmuş. Halen buranın Genel Sanat Yönetmeni. Bizim camianın tek "profesyonel" tiyatrocusu denebilir ona. Bunu "iş" olarak yapıyor. Bütün olumsuz şartlara rağmen. Kimse bilmez, ilk olarak "Yalnızlar Rıhtımı" adında bir şiir kitabı ile çıkmış ortaya. Artık mevcudu yok. Necip Fazıl'ın "Sakarya" şiirini, "en iyi" yorumlayanlardan biri de yine kendisi. Yirmi yılı aşkın tiyatro hayatı. Mal varlığı: yok. Güzel bir öykü anlatır: "Bir gün, son model mercedesin kapısı özel şoför tarafından açılacak, Hasan Nail fiyakalı elbisesi ile aşağı inecek ve gülümseyecek şöyle diyecek: 'ben, dedem Hasan Nail gibi enayi olmayacağım!"

İbrahim Sadri
( Kitap Dergisi - Ocak 89 )

HİLAL: Peki Müslümanların bugün tiyatroya bakış açıları nasıl, yani izleyici olarak Müslümanlar tiyatroya ilgili mi ve de izleyici dışındaki Müslümanların tiyatroya karşı tavırları nasıl ve nasıl olmalıdır?

ALACAKAPTAN: Elhamdülillah, seyirciden yana bir şikayetimiz yok. Yani sayı açısından bir şikayetimiz yok. Çünkü en son geçen seneki oynadığımız oyunu "Başkasının Ölümü" 93 kere oynadık. Aşağı yukarı seyirci ortalaması 750 kişidir. Sanıyorum 80-90 bin seyirci kitlesi ediyor. Bir tiyatro için hatta resmi bir tiyatro için hatta özel bir tiyatro için inanılmaz bir rakamdır. Şehir Tiyatroları 5 ayrı sahne bilmem kaç ayrı oyunla geçen sene topladığı seyirci sayısı toplam 300 bin kişidir. Ve tabi orda 1,5 milyon lira maaş alıyorlar. Tiyatro ve hiçbir sanat dalı bir kere seyirciye tepeden bakmamalı, Müslüman olarak böyle bir şeye hiç cevaz yok. Ondan sonra ben seyircimizin biraz fazla hoşgörülü olduğu kanısındayım.

"Bir zamanlar Müslümanca bir düzende tiyatro konusunun nasıl çözülebileceği sorusu kafamı kurcalamıştı. Bugün bazı Müslümanlar bu sorunun niçin kafamı kurcaladığına hayret edebilir.

Tiyatro konusu kafamı niçin meşgul etmişti? Bir kere gerek mekteplerde okutulanlar, gerek ilk gençliğimizde izlediğimiz yayın organları tiyatroyu, kafamıza vazgeçilmez sanat dallarında biri olarak yerleştirmişti. Tiyatroyu vazgeçilmez bir faaliyet olarak bellemiştik. Hatta o zaman yaşadığımız taşra kentinde tiyatro bulunmadığı halde, biz, tiyatroyu adetâ hayatımızın zorunluluklarından biri gibi kabul etmiştik. Şimdi mesele şuradaydı: İslâm, kadının sahneye çıkmasına, sesini namahreme duyurmasına müsaade etmeyeceğine göre, tiyatrodansa vazgeçemeyeceğimize göre, bu meseleyi İslâmi platformda nasıl bir çözüme kavuşturacaktık? Çözümlerden biri şu olabilir diyordum: Yazılacak eserlerde kadına rol verilmez, olur biter. Fakat bunu başarmak her zaman mümkün olmayabilirdi. O taktirde acaba kadın rollerine "zenne" mi çıkartmalıydı? Bunun da çirkin bir şey olduğunu düşünmekten hâli kalmıyordum ve içim bu çözüm tarzına da ısınamıyordu. Osmanlı devletine tiyatro girince "zenne" istihdamına başvurulmuştu. Yoksa, kadın rolleri, ses olarak sahne dışından mı duyurulmalıydı?

Görülüyor ki, bu ve buna benzer, akla gelebilecek çözüm yollarının hiç biri, meseleyi kökünden kesip atamıyordu. Çünkü, tiyatroyu bir kez vazgeçilmez bir zaruret sayarak yola çıkmıştık. Bu durumda, kafamız ister istemez bu zarurete bir uzlaşma ortamı aramak durumunda kalacaktı. Bizim yaptığımız da bundan başka bir şey değildi.

Rasim Özdenören
( Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler )


HİLAL: Yani oyunu olumsuz yönleri varsa açıkça eleştirilmesini mi istiyorsunuz?

ALACAKAPTAN: Tabii eleştirilecek kişi de tabii ki benim kadar bilmek zorunda. Ama seyirci eleştirisi başka bir şey, eleştirmenin eleştirisi başka bir şeydir. Eleştirmen bilmek zorunda. Yani tiyatroyu, tiyatrocu kadar bilmek zorundadır. Seyircinin böyle bir zorunluluğu yoktur. Seyirci beğenir, beğenmez. Ama nasıl olsa bizimkiler yapıyor, hoşgörüsü var. Halbuki şu olması lazım. Biz yaptığımız bu işi, bu Birlik Sanat'ı Müslümanların bize bir emaneti olarak görüyoruz. Ve emaneti ehline vermek esastır. Nasıl tornacı olmayan birine torna çekmesi için kereste teslim etmiyorlarsa, kendilerinin de tiyatrocu olamayan birine tiyatrocu olarak kafasını tornalasın diye emanet etmemeleri gerekir. Yani bizim seyircimiz genç bir seyirci tabii ki avantajımız ondan kaynaklanıyor.

CANAT: Şimdi aynı şeyleri defalarca Ulvi Bey'le konuştuk ama belki hatırlayamadı. Ben o kadar seyirciden memnun değilim. Şöyle memnun değilim. Yani seyirci olayla beraber gelişir. Olayla beraber bir yere gelir. Bizde olay kaliteli bir biçimde son zamanlarda başladı. Daha önce amatör çapta yani kalite açısından da amatör çapta seyrediyordu, bir türlü profesyonelleşememişti, tiyatro hadisesi. Tabii ki profesyonel tiyatrosu olmayan bir cemaatten de, profesyonel seyirci tavrı beklemek doğru değil. Fakat şunu kabul etmek lazım ki, tiyatro çok pahalı bir gösterim. Şimdi diğer tiyatrolar, mesela en ucuz bilet Anadolu'ya gidildiğinde 10 bin lira bizim biletimizi bizi organize eden dernekler 3000-4000 liraya satmaya kalktığı zaman ne oluyor, bu paralar nereye gidiyor gibi endişeler halen zuhur ediyor. Birincisi işte bu bu işler oluyor. Birileri çıktı denedi yaptı, yapamadı. Ama yapılıyor, yapılmaya başlandı. Fakat birileri çıkıp "yahu şunlara bir salon yapalım, şartları hazırlayalım, bir şeyler çıkıyor, olacak" demiyor. Halen hiçbir zaman karşı olmadığımız, çoğalmasından gurur duyduğumuz cami inşaatına devam ediliyor, tabi olsun diyoruz. Minareler mühürdür. Yani asıl ilgi göstermesi gereken maddi imkanı olup ta, bizimle ilgilenmesi gerekenler değil de; öğrenciler, memurlar, öğretmenler ilgileniyorlar. Birilerinin tiyatronun gereğine inanması lazım.

HİLAL: Meseleye seyirci açısından baktık, bir de oyuncu açısından bakalım. Oyuncu sıkıntısı çekiyor musunuz, ya da oyuncular da ne gibi nitelikler arıyorsunuz.

ALACAKAPTAN: Oyuncu da maalesef hiçbir nitelik arayamıyoruz. Çünkü neredeyse her gelen oynar duruma geldi.

CANAT: Şu ilanı bu vesileyle yapalım. Eğer bu mesleğe kendini adayıp, tiyatroyla hizmet edeceğine inanan varsa, boş zamanlarını burada geçirmek değil de, (boş zamanlarını nerede geçirse geçirsin) normal hayatını burada geçirmek isteyen varsa, biraz çileye talip olan varsa o gelsin. Bir arkadaş buraya geldiği zaman, hemen başrolü oynayayım diyor. İki gün önce arkadaşın bir tanesi geldiği gün provaya girdiği ve sahnede rol aldığı halde rolüm bu kadar küçük mü falan dedi ve o gün terk etti.

HİLAL: Şu an sizin yeterli kadronuz var mı?

CANAT: Şu an yeterli kadromuz var ama bu oyun için (Kara Geceler Efendim). Her oyun için yeni bir kadro kuruyoruz.

HİLAL: Şu anda tiyatromuz da bir aşama sözkonusu, ama kendimize özgü bir stil kazandığımız söylenebilir mi?

ALACAKAPTAN: Hayır, daha çok başındayız. Biz bile daha ne olacağını bilemiyoruz. Ama bu karşılıklı olan bir şey, bir yerde bir laf duymuştum. Tiyatrocunun yetişmesi için 7 yıl gerekiyorsa, seyircinin yetişmesi için 10 yıl gerekir. Doğru bir laf, daha çok başındayız. Ama başından beri sözünü ettiğimiz sıkıntılar ortadan kalkarsa daha iyiye gidecek.

HİLAL: Çağdaş tiyatrodan ne anlıyorsunuz?

CANAT: Tabii günümüzde kullandığımız birçok iletişim aracının sınırlarını Batı belirlemiş. Mesela, romanı tarif etmiş, şiiri, tiyatroyu tarif etmiş. Efendim, aralarında sınıflandırmış. Biz bunlara uymak zorunda hissediyoruz kendimizi. Ama hiç öyle değil. Şu anda üslubumuzu bulamadığımız için belki mecburuz. Ama aslında uymak zorunda değiliz. Yani ben biliyorsunuz roman da yazıyorum, bu arada reklam da yapalım. Fakat Batı'nın roman ölçülerine uymak zorunda değilim. Oyunumuzun kuralını kendimiz koymalıyız. Adı romanmış, veyahutta başka bir şey de konur. Ama yani tiyatro denilen bir hadise var. Bu tiyatronun da bir tarihi var. Ulvi Bey biraz önce söyledi. Tiyatro günümüze gelene kadar birçok tecrübeden geçmiş en iyi, en kestirmeden anlatım yolu seçilmiş. Yani biz bunu anlatım yolu olarak, tebliğ olarak nasıl kullanabiliriz. Yani bunu ölçüp biçmeliyiz. Hatta inşallah bir gün gelecek ki, bayrağı bizden sonra devralanlar çıkarsa, biz de ölmezsek tiyatro salonundan, salona girişinden, oturmasından, sahneden, sahne yüksekliğinden, oyun tarzından, hatta gişesinden, hepsi tamamen Müslümanlara özgü biçimler olacak. Yani bu Müslümanların tiyatrosu böyle, Müslümanların tiyatrosunda böyle oturulur denecek. Ama bunun için de bir ara şikayetlendiğim birilerinin bir şeyler yapması lazım.

ALACAKAPTAN: Yani şöyle bir durum var. Biz 2 sene oldu Birlik Sanat'ı kuralı. Şu anda biz teknik olarak diyelim ki ışık, teyp, seslendirme olarak 3 ayrı grubu aynı anda mesela Anadolu'ya gönderebiliriz. Bir gözünüzün önüne getirin. Türkiye'nin 3 tarafında aynı anda 3 değişik oyunla, toplulukla dolaşabiliriz. Malzememiz var. Şu bizmi kısıtlı imkanlarımızla buna erişildi. Ama bazı yerlere gittiğimizde, bazı şeyler deniyor. Bizim ağırımıza gidiyor. Bir otobüs alın da daha iyi olsun, yani. Ya kardeşim bir otobüs kaç para, aslında galiba İslâm'a dikkat etmediğimizden oluyor. Siz Müslüman olarak birine nasılsın diye sorduğunuz zaman, eğer param yok yemek yiyemiyorum derse, siz onu karşılamak zorundasınız. Kural budur aslında. Ama nasılsın, Selamun aleyküm, aleyküm selam. Bazı lafların içi boşalmış. Ya kardeşim nasıl geliyorsunuz, nasıl gidiyorsunuz diye sormuyorlar.

HİLAL: Peki özel bir soru sorsak. Oyuncu olarak sahnede hiç güçlükle karşılaştınız mı, veyahutta bir rolü unutmak gibi durum olduğu zaman bunu nasıl telafi ettiniz?

ALACAKAPTAN: Valla ben çok sık karşılaşmadım böyle bir durumla. Ufak tefek unutmalarda siz eğer ne söylediğinizi biliyorsanız mesele yok. Biz aklımızla oynuyoruz. Seyircimizden de bizi aklıyla seyretmesini istiyoruz, duygularıyla değil. Siz ne söyleyeceğinizi biliyorsanız o lafı öyle söylemezsiniz de, böyle söylersiniz. Ama doğru bir söz söylersiniz. Yalnız bir de tabi çok özel bir durum var. Trak diyoruz biz, İngilizce bir kelimedir. O olduğu zaman kesin bir hafıza boşluğudur. Tamamen unutuyorsunuz ne söyleyeceğinizi. O zaman sahnede başka bir deneyimli oyuncular varsa onlar bu durumu kapatırlar. Benim başıma gelmedi, geldiyse de şimdi hatırlamıyorum.

CANAT: Benim öyle bir unutma gibi bir hadise başıma gelmedi de, önce yaptığım tiyatrolarda başka arkadaşlardan kaynaklanan durumlar oldu. Mesela, Moskof Sehpası'nı oynarken albayın takma bıyığı düşüverdi. Efendim boşluğu doldurmak için işte senin gibi gençlere bıyık takarak bizi korkutmaya çalışıyorlar dedim. Ama akşam oyununda düşmedi, tabi orayı niye atladınız dediler.

HİLAL: Yeni sezondaki faaliyetleriniz neler acaba, biraz önce burada Kara Geceler Efendim üzerinde çalışıyordunuz. Peki bu oyunla neyi hedeflemek istiyorsunuz. Oyun hakkında kısa bir bilgi alabilir miyiz?

ALACAKAPTAN: Bu, Kara Geceler Efendim, şey yani işte bana kara diyen entel, senin vicdanın kara değil mi gibi düşünceden kaynaklanıyor aslında. Ve bunlar diyorlar ya, kara ses, kara cuma, biz de onun naziresini yapıyoruz. Latince ismi alegori. Çeşitli bölümlerden oluşuyor. Oyun müzikli bir komedi. Müzikli olduğunu önceden söylüyoruz. Afişe de yazıyoruz ki, Müslümanlar oyunu seyretmeye geldikleri zaman bir sürprizle karşılaşmasınlar. Çeşitli konulara deyinip deyinip geçiyor. Demokrasi, başörtüsü gibi sistemin tüm aksaklıklarını evet, hicvederek onları taşlamak, tabi bunu yaparken de seyirciyi belli konularda düşündürmemiz lazım. Evet, seyirci karşı taraf eleştirildiği zaman hoşuna gider eğlenir. Zaten bizim oynadığımız komedi tarzında eğer düşünemiyorsa, gülmesi mümkün değil. Yani seyircinin temel şeyleri bilmesi lazım.

HİLAL: Yani demokrasiyi bilmeyen demokrasinin hicvedilişine gülemez.

ALACAKAPTAN: Tabi doğru doğru çok doğru.

CANAT: Şimdi bu oyunda tabi bazı güçlükler de var. Mesela bundan önce oynadığımız Başkasının Ölümü oyununu hiç değiştirmeden 10 sene 20 sene belki 100 sene sonra da oynayabiliriz. Bundan 10 sene önce de oynansaydı aynı tepkiyi alırdı. Klasik bir oyun. Ama şimdi hazırladığımız oyun konusunu tamamen günümüzden aldığı için, günümüzde de olaylar o kadar değişiyor ki. Mesela Başbakan olarak eleştirdiğimiz Turgut Özal, Reis-i Cumhurluğa adaylığını koydu, şimdi de ne yapacağımızı şaşırdık. Bir sürü sahnede de var ve oyunu rötüşlemeye başladık. Yeni Başbakan olacak kişinin adını da bilmiyoruz. Bazı şeyler ufak tefek de olsa muallakta kaldı yani bu oyunu sürekli yenileyerek oynayacağız. Yalnız biraz önce verdiğim misale de bağlı kalmadan sürekli yenileyerek, günlük haberleri, hatta günlük basını takip ederek oynayacağız. Böyle açık bir kapısı var. Yani seyirci defalarca seyretse dahi yeni bir şeyler bulacak.

ALACAKAPTAN: Benim başıma şöyle bir şey gelmişti. 1977 senesinin sonuna doğruydu. Biz o zamanlar çalıştığım tiyatroda Devri Süleyman diye bir oyun hazırlıyorduk. Tam biz oyunu sahneye çıkartacakken Süleyman Demirel iktidardan düştü. Ve gider ayak bize en büyük kötülüğünü yapmış oldu. Biz ondan sonra ne yapalım diye düşündük, Devri Süleyman afişine bir "k" ilave ettik, Devrik Süleyman yaptık, fakat oyun tutmadı. Çünkü bizim halkımızın daha doğrusu Doğu insanının çok güzel bir özelliği var, düşmüşe vurulmasından hoşlanmıyor.

HİLAL: Son olarak, gerçi biraz önce konu içerisinde değinildi ama tiyatrocu olmak isteyen arkadaşlara bir tavsiyede bulunmak ister misiniz?

ALACAKAPTAN: Tiyatro hevesle olur. Ama sadece heves de yetmez. Çok sevmek gerekir. Hep söylenmiş bir laftır, tutkudur diye. Ama tabi Müslüman olarak tutku haline dönüştürmemek lazım bazı şeyleri, değil hiçbir şeyi daha doğrusu. Gerçekten tiyatrocu olmak istiyorlarsa biz elimizden geleni yaparız. Ama onların da ellerinden geleni yapmaları gerekir yani, eğer bir oyunda oynamak için, veyahutta, öğrencilik dönemini geçirmek için yapıyorlarsa hiç zahmet etmesinler. Çünkü keyfinden daha çoktur zahmeti.

CANAT: Bir meslek olarak benimsenmesi gerekir. Tiyatroya yatkın olması lazım öncelikle. Tiyatroya yatkın değilse o daha önce değerlendirilmesi lazım. Yatkın değilse onun onunla hiç uğraşmaması lazım. Yani hiç boşuna çaba sarfetmesin. Bazı gruplar var, arkadaşlar çıkıyorlar sahneye, ama seyirciler; "ben olsam o rolü ondan daha iyi yaparım" dedi mi oyun bitmiştir. Bunu hiçbir oyuncuya dedirtmemek lazım. Tiyatroya yatkın olmak şart.

HİLAL: Hasan Abi, Ulvi Abi, çok teşekkür ederiz.

CANAT - ALACAKAPTAN: Biz teşekkür ederiz.

Kaynak: Hilal Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.