Basından
'Cuma Dergisi'

Engin Şahin / Allah rızası için, biraz sanat

Cuma Dergisi / 03.01.1997

Bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatı olan Tiyatronun, kültürümüzdeki yeri çok eskilere dayanmıyor. Batı'nın, milattan öncelere uzanan tiyatro geçmişi, ortaçağdan sonra doruk noktasına yükselmeye başlamış. Biz ise tiyatroyu, yazılı bir metinden uzak (doğaçlama üslübuyla) ve sahnesiz bir ortamda, herhangi bir sergileme düzenine bağlı olmaksızın, bayram, düğün, sünnet gibi çeşitli toplumsal olaylar içinde icra etmeye çalıştık. Tabii bizim bu amacımız tiyatroyu bir meslek olarak seçmekten öte, insanları neşelendirmekti. Meddahından kuklasına, Karagözünden Ortaoyununa kadar yaptığımız bir halk tiyatrosu idi. Batı tarzı tiyatrodan çok uzaklarda olan bu seyirlik halk tiyatrosu, azınlıklar yoluyla yavaş yavaş değişmeye başladı. Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla aktarılması ise Tanzimat'la olmuştur. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat'tan sonra Türk tiyatrosu yeni bir yöneliş içine girmiş, sahneler kurulmuş, yazılı metne geçilmiş, çeviri ve uyarlama eserlere yer verilmeye başlanmıştır.

Tanzimat'ın ilanından (1839) Cumhuriyet'in ilanına (1923) kadar geçen bu süre seyircinin tiyatroya alıştırılması, tutkun hale getirilmesi dönemi olarak da nitelendirilebilir. Çünkü bu dönem tiyatrolarında dans yaygınlaştırılıp, bir kadın oyuncu (ilk defa) sahneye çıkarılıyor. Yani tiyatronun, kişilerin normal yaşantıları arasında, gitgide bozulan gelenekleriyle bir yer edinmesi amaçlanıyor.

Cumhuriyetin alınından sonra (1927'de) Muhsin Ertuğrul, eski adı Darülbedayi olan Şehir Tiyatroları'nı kuruyor. Bunu 1949 kurulan Devlet Tiyatroları takip ediyor. Ve oyunlarda kullanılan konular da iyiliği tavsiyeden, ibret vermekten v.s. güzel ve toplumu olumlu yönlere kanalize eden davranışlardan dedikodu, yalan ve gösterişlerle dolu siyasi ve sosyal çalkantılara, işçi-işveren gerilimine, gecekondu-varoşlardaki hayatlara yöneliyor. Yani tiyatro, ideolojik bir anlayış çerçevesinde şekilleniyor. Politik konuların ağırlıklı olarak işlendiği kabare tiyatroların yaygınlaşmasıyla da siyasi alandaki gelişmelere sıkça değiniliyor.

ULVİ VE KAHRAMAN

Tiyatrolar, ülkenin gündemine, Kültür Bakanlığı tarafından yapılacak olan yardımlarla geldiler. Kültür Bakanlığı, bir kurul tarafından belirlenen profesyonel tiyatrolara bütçesinden her yıl belli miktarlarda ödenek ayırmaktaydı. Amaç, kültür adına birtakım özel kurumlarca gerçekleştirilen faaliyetleri canlı tutmak.

Şu anki RP-DYP hükümetinin Kültür Bakanı İsmail Kahraman da, bu vazife(!)yi devam ettirenlerden. Kahraman, RP'li bir milletvekili olmasına karşın, halkın değer yargılarına ters oyunları sergileyen, her türlü sapıklığı özgürlük adına icra eden ve İslâm'ı hatırlatan her şeyde bir kusur bulmak için mesailerini feda eden sol görüşlü tiyatro kulüplerine oluk oluk para aktarır. Hem de yardım adı altında. Aynı fiili CHP'li yapsa diyecek bir şeyimiz olmaz. "Onların yapmaları normaldir" deriz. Ama bunu RP'li bir bakanın, üstelik hiçbir sağ görüşlü ve İslâmi tiyatro kulübüne yardım yapmaksızın gerçekleştirmesi herkesi hayrete düşürmüştü.

Hayrete düşenlerin başında bakanlıktan yardım talebinde bulunup da yardım edilmeye layık görülmeyen, yılları tiyatro emekçisi Ulvi Alacakaptan geliyor. Alacakaptan, daha önceki yıllarda alamadığı bu yardımları bu sene alabileceğini düşünerek, başvuruda bulunmuş. Ama nafile.

LAİK TİYATROLAR

Yardım alan laik tiyatrolardan bazıları şunlar: Kenterler ve Şensoy'un tiyatrosu "Orta Oyuncular", Dormen Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'in tiyatrosu "Tiyatro Stüdyo", Abdullah Şahin Tiyatrosu, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Oraloğlu Tiyatrosu, Gelenbe Tiyatrosu, Tuncay Özinel Tiyatrosu, Phyklas Oyuncuları Tiyatrosu, Çan Tiyatrosu.

Bu tiyatro kulüplerinin programlarının son derece düzenli, salonlarını da bir o kadar lüks olduğunu ekleyelim. Örneğin Kenterlerin tiyatrosu, Şişli Harbiye'nin en gözde salonunda sergileniyor. Bununla beraber, bilet gelirleri (yani fiyatları) da oldukça yüksek. Buna rağmen yüksek miktarlarda yardım alıyorlar. Bir de Devlet ve Şehir Tiyatroları var.

İşte tüm bu tiyatrolarda sol görüşün hakimiyeti söz konusu. Nazım Hikmet'ten Çehov'a, Aziz Nesin'den Sheakespeare'a kadar bilimum sol görüşlü soysuzların eserleri buralarda sergilenir, yalandan cinselliğe kadar tüm rezillikler yine aynı yerlerde primlendirilirken, Müslümanların onları teşvik etmesi değil, onlara karşı tedbir alması gerekiyor.

BİZİM TİYATRO(CU)LARIMIZ

Aslında İslâmi camiada tiyatro ve tiyatrocuların sayısı konu başlığımızda söylediğimiz kadar çok değil. Toplasan bir elin parmaklarının sayısını geçmez.

Ulvi Alacakaptan, Kahraman'zede Alacakaptan şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bulunan Gösteri Sanatları Merkezi'nin başında bulunuyor. Bu merkezde yaklaşık bir yıldır tiyatro eğitimi veren Alacakaptan, birçok öğrenciyi de mezun etmiş. Mümkün olduğu kadar her sezonda yeni bir oyunu oynamayı da ihmal etmiyor, O'nun yaptığı bir diğer iş de günlük bir gazetede köşe yazarlığı.

Hasan Nail Canat. 25 yıllık tiyatrocu. Aynı zamanda İslâmi kesimin sahneye çıkan ilk tiyatrocusu. Canat şu anda Üsküdar Belediyesi Altunizade Kültür Merkezi'nde bir grup tiyatrosever genci eğitmekle meşgul. Yaklaşık bir yıldan beri yürüttüğü bu uğraşın yanında, Marmara FM'de bir mizah programı yapıyor. Oynadığı, sahnelediği eserlerin çoğu kendisine ait.

Abdullah Kars. Başka bir işle uğraşıyor.

İbrahim Kalkan. Yine bir zamanların profesyonel (sayılabilecek) tiyatrocusu.

İslâm Yeşilbağ. Kendisini ispatlamaya çalışan Yeşilbağ'ın halihazırda bir ekibi var. Geçen sene Şeyh Şamil isimli oyunu oynadılar.

Bu isimlerden başka birkaç senedir televizyonlar için programlar yapan İbrahim Sadri var. O da şu anda tiyatroyla fazla ilgilenmiyor. Sadri'nin televizyonu tercih etmesinin en büyük sebebi ekonomik.

Saydığımız bu isimlerin tümü on sene önce de vardı, şimdi de var. Eklenen, çoğalan, gelişen bir tabana sahip değiliz. Yani yetişmiş elemanımız yok. Bu zaman zarfında yetiştirememişiz de.

Bunun en önemli nedeni ekonomik. Ustalarla bir araya gelen gençler maddi imkansızlıklardan dolayı çoğu kez başka sahalarda çalışmak zorunda kalıyor. Yani tiyatro eğitimi vermek için kurulu ekipler, ekonomik nedenlerden dolayı çöküyor, dağılmak zorunda kalıyor. Böyle olunca da meydan sevmediğimiz insanlara kalıyor.

NİYE YAPAMIYORUZ

Bu meydanı birilerine terketmemizin en büyük nedeni, aslında toplum. Evet, toplumun düşünce tarzı tiyatroyla barışık değil, çakışıyor. Zaten çok alt düzeyde olan kültür hayatımız bu durumda iyice zayıflıyor.

Bu camianın insanları tiyatroya bir ifade tarzı, seyirlik olay şeklinde değil de, Batı kültürünün bir fitnesi olarak bakıyor. Tabii bunda en büyük etken diğer kesimin bu alana eğilmesinden, önem vermesinden kaynaklanıyor.

Böyle olunca da, özellikle Osmanlı tarihimizde yer etmiş olan Meddah, Ortaoyunu, Karagöz gibi öğretici ve eğitici gösteri sanatlarını unutup, bu alandan tamamen el etek çekiyoruz. Dolayısıyla insanları bir arada tutabilmenin elimizdeki seçeneklerini azaltıyoruz. Hem sosyal (insanlararası ilişkiler ölçülü ve normal) olamıyoruz, hem de düşmanlarımızın eline bir koz vermiş oluyoruz.

ALTERNATİFİMİZ YOK

Ne Şehir Tiyatroları'ndaki, ne Devlet Tiyatroları'ndaki oyunların, ne de opera, bale gibi Batı kökenli faaliyetlerin yerine koyabileceğimiz bir şeyimiz yok. Buna alternatif yerine, sosyal boşluğu doldurma da diyebiliriz. Çünkü şu anda bu tiyatro ve merkezlerde sergilenen oyunların ne ahlak anlayışımızla ne de İslâmla bir ilgisi var. Dolayısıyla bu konuların işlenmemesi, arzu ettiğimiz ifade tarzlarının kullanılabilmesi için öncelikle bu boşlukları doldurmak gerekiyor. Yani yetiştirmek. (Genç nesilleri ve toplumu belli bir seviyeye kadar eğitmek.)

Ama bizim şu ana kadar yetiştirdiğimiz insan sayısı ise (son on yıl itibariyle) sıfır. Bundan dolayıdır ki, ister Şehir Tiyatroları, isterse Kültür Bakanlığı Müslümanların elinde olsun, onların faaliyetlerini izlemek zorunda kalıyoruz. Çünkü izleyebileceğimiz, Müslümanlar tarafından profesyonel bir şekilde hazırlanmış oyunlarımız ayrıca oyuncularımız bir veya iki tane. Onları da hangi bir yerde kullanabiliriz ki.

Tiyatro binasını ele geçirmişiz, yönetimimiz altına almışız ama, bina içini kontrol edemiyoruz. Oyuncular ve oyunlar her zamanki gibi gayri ahlâki ve gayri dini.

YARDIM DA YOK

Örneğin, Hasan Nail Canat'ın (genelde hemen hemen hepsinin) bir oyununun maliyeti bilete 250-300 bin liradan aşağıya yansımıyor. İslâmi bir camiada bu parayı bir tiyatro biletine verebilecek insan sayısının azlığı düşünülürse, Kültür Bakanlığı'nın yardımının ne denli önemli olduğu anlaşılır.

İşin ilginç yanı: Müslümanların bu alandaki sesleri hem kısık (sadece birkaç kişi bu işle profesyonel olarak ilgileniyor) hem de var olan yeteneklere ellerinde imkanlar mevcutken yardımda bulunmuyorlar.

Kültür Bakanlığı'na bağlı yüzlerce tiyatro, opera, bale v.s. kulüpleri var. Bunların çoğu da Bakanlık imkanlarını arpalık gibi kullanıyorlar. Ama şu anki yönetim, RP'li Bakan İsmail Kahraman bile bu olaya seyirci kalıyor. Nasıl mı? CHP'li Fikri Durmuş Sağlar'ın yaptığından farklı bir icraat gerçekleştirmeyerek. Fikri Durmuş da Müslümanlara yardım etmiyordu. Kahraman da artık etmiyor. Yani ha Sağlar ha Kahraman. Ha RP ha CHP. Farkı yok.

Üstelik RP'nin alternatif projeleri de bu davranışla hiç mi hiç uyuşmuyor. Toplumdaki İslâmi değerleri canlandıracak manevi kalkınma böyle bir şey olmasa gerek.

YEREL YÖNETİMLER DE

Müslüman tiyatroculara (daha geniş bir ifade ile sanatçılara) yardım etmeme hastalığı sadece Kültür Bakanlığı'na ait bir özellik değil. Örneğin yerel yönetimlerin çoğu bu tür faaliyetleri abesle iştigal gibi görüyorlar. Sosyal açıdan genişleyen bu boşluğu doldurmak gibi bir düşünceleri yok. Düzenledikleri şenliklerde tek tük, akıllarına gelirse gelsin deme lütfunda bulunuyorlar. Bu konuda aktif olarak çalışanlar da yok değil. Onların hakkını yemeyelim. Ancak bu devede kulak misalini geçmiyor.

NELER YAPILABİLİR?

En başta maddi imkansızlıklardan dolayı devam ettirilemeyen veya düşük verimle çalışmak zorunda kalan İslâmi tiyatrolar maddi olarak desteklenebilir. Gerek parasal yardım gerekse salon tahsisi bakımından. Daha sonra gerek bu özel İslâmi tiyatroları, Müslümanlara yönelik kurs faaliyetlerini artırabilirler. Böylece bu alanda kabiliyet sahibi olan genç nesil ortaya çıkarılmış ve tiyatronun altyapısı sağlamlaştırılmış olur. Son olarak yine gerek yerel yönetimler ve merkezi yönetim, gerekse özel şirketlerin düzenledikleri şenlik, kültür günleri v.s. gibi zamanlarda tiyatro bilgisi ve sergisi genişletilebilir. Bu da iyi bir organizasyon ağını gerektirir elbette.

YANLIŞ ANLAŞILMASIN

Biz tiyatroyu Nazım Hikmetlerin, Aziz Nesinlerin v.s. cümle alem solcuların algıladıkları gibi algılamıyoruz. Çünkü tiyatro, eski adıyla temaşa sanatları kültürümüzün bir parçası. Meddah, Ortaoyunu gibi çeşitleri bulunan bu kültür, sadece sol zihniyetin tekelinde görülmemeli. Biz bu sanatlarla bir olayı, bir fikri anlatmaktan çok, avamı eğitmek, onların kalitesini yükseltmek için uğraşılmış, edeb dairesi içerisinde gerçekleştirilen seyirlik bir olay, bir ifade tarzı olarak görüyoruz, görmeliyiz. Kullanılan metod, seçilen konular yanlış olabilir, ama bu bir ihtiyaçtır. Müslümanlar, Marks'ın hayatı yerine Hz. Ömer'in o mükemmel hayatını canlandırabilirler. Bu hayattan veya ibretli kıssalardan bir pay çıkarabilirler ki, amacımız da bu değil mi zaten?

Hasan Nail Canat (25 Yıllık Tiyatrocu):
Tiyatroya 'Konserve Faaliyet' olarak bakıyoruz

- İslâmi camiada tiyatro ve tiyatrocular ne durumda?

- Bundan 10 sene önce nasıl sadece Hasan Nail Canat ve Ulvi Alacakaptan var idiyse bugün de yine Hasan Nail Canat ve Ulvi Alacakaptan var. Maalesef bizim dışımızda "Biz de yetiştik, sahneye çıktı. İşte oynuyoruz. Biz de oyun yazıyoruz" diyen kimse yok. Olmadığı gibi de önce bizimle beraber tiyatro yapan, tiyatro yapacağını ümit ettiğimiz arkadaşlar da tiyatrodan vazgeçtiler. Artık televizyon şovları yapmaya başladılar. Bu, camiamızın tiyatroya ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Daha doğrusu tiyatro ihtiyacı hissetmediğini, duymadığını gösteriyor. Bunun da tarihi ve sosyal sebepleri var. Çünkü bizim medeniyetimizde sokak kültürü yok. Sokak kültürü olmayınca da sonradan organizelerle tiyatro, panel, konferans izlemeye gitmek biraz zorlamayla oluyor. Davet edilerek oluyor. Ama insanlar bu sosyal faaliyete kendiliklerinden katılmıyorlar. Maalesef bunu aşmak biraz zor. Şu anda "bizim dünyamızda tiyatro artık bir yer etti, vardır" diyemiyoruz. Bu ümidimiz de henüz yok.

- Peki toplum olarak biz, tiyatroyu ne olarak görüyoruz?

- Bizim camia tiyatroyu "konserve faaliyet" olarak görüyor. Örneğin bir belediye şenliği varsa işte Hasan Nail Canat'ın hazırladığı konserve bir faaliyet var. Biz de çalışıp, bir sürü prova yapıp bir oyunu hazırlamaktansa hazırlanmış, konserve bir faaliyeti getirir, gösterimini yapar, üç-beş kuruş da arkadaşa veririz. "Etkin çevreler" tarafından bu böyle görülüyor. İleriye doğru yatırım yapmak, ne bileyim, çocuk tiyatrosu, gençlik tiyatrosu, tiyatro kursları, oyun yazımı yarışmaları, tiyatro yarışmaları gibi işin altyapısını oluşturacak bir faaliyet göremiyoruz. Görsek de bu faaliyetler istenen düzeyde değil. Ümit var ama iyi bir ses çıkmıyor.

- Bunu (istenen düzeyde bir altyapının oluşmamasını) neye bağlıyorsunuz?

- Biz tavizsiz yaşayamıyoruz. Biraz fazla taviz vermeye başladık. Pencereyi biraz fazla araladık. Dışarıdaki hava ile içerideki hava birbirine karıştı, eşitlendi. Aslında bu, camiamızın ileri gelenlerinde bir kimlik kaybına kadar gidebilir. Bugün yarın "Ben yola hangi kimlikle çıkmıştım. Bugün taşıdığım kimliklerden hangisi benim kimliğimdir" gibi tereddüte de düşülebilir, diye düşünüyorum.

- Tiyatroya İslâmi açıdan sizce nasıl bakmalıyız?

- Tiyatro seyirlik bir olaydır, bir ifade tarzıdır ve edeb dahilinde yapılmalıdır. Hayatın bir yansımasıdır tiyatro. Tiyatroya ideolojik olarak da bakılabilir, hayatın bir ifadesi olarak bakılabilir. Çünkü tiyatro çağın ifade tarzlarından biridir. Neticede ona değişik açılardan bakılabilir. Tabii ki medeniyetinin bir yansımasını tiyatroya yükleyebilirsiniz. Ama önce tiyatroyu öğrenmek, gençleri tiyatroya yönlendirmek lazım. Tiyatro grupları oluşturmak lazım. Bunlar olmadığı sürece de biraz zor.

- Bizim camiada bu işin profesyonelleri var mı? Var mıydı?

- Abdullah Kars vardı, bıraktı. Ulvi Alacakaptan ve Hasan Nail Canat, bu işi profesyonel olarak devam ettiriyor. Hepsi bu kadar. Bunların dışında kendisini ispatlayamamış bazı arkadaşlar var. İsmail Yeşilbağ gibi. Gayret ediyor ama kendisini ispatlayamamış. Fakat biz ispatladık da ne oldu ki? Evet, biz camiamıza da karşı tarafa da tiyatrocu olduğumuzu ispat ettik. Ama camiamızın hangi ferdine sorarsanız sorun, Nejat Uygur'u seyrediyorlar. Bizim televizyonlara soruyoruz, "Niye Hasan Nail Canat'ı çağırıp bir proje yapmıyorsunuz?". Tık yok. Ulvi Alacakaptan'ı da çağırmıyorlar. Televizyonlarımız niye böyle bir işe girişmiyor? Diğer televizyonlar yüzlerce sanatçıyı barındırıp destekliyorlar. Ama bizimkiler iki tane sanatçıyı bile desteklemiyor. Örneğin televizyon kanallarından biri beni desteklese ben bir ekibi ayakta tutarım. Ben ekibi kuruyorum ama ekonomik sebeplerden dolayı ekip dağılıyor.

- Kültür Bakanlığı'nın diğer özel tiyatrolara yardım edip, Ulvi Alacakaptan'a yardım etmemesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Ben yardım talebinde bulunmadım. Çünkü geri çevrileceğini biliyordum. Daha önce de böyle bir talebim olmamıştı zaten. Ben aslında yardım talebine karşıyım. Fakat Refah Partisi yerel yönetimlere ve iktidara geldiği zaman, önceleri bazı şeylerin değişeceğini safça ümit ettik. Fakat şu var: Ben 30 yıl önce bir oyunu sahneye koyarken, diyelim ki dekor için afiş bastıracağım, o zaman arkadaşlarımdan borç alırdım. Bugün yine sahneye koyacağım bir oyunun afişini yapmak için arkadaşlardan borç alıyorum. Benim için değişen bir şey olmadı. Çünkü Refah Partisi bizi sadece gösteri faaliyeti amacıyla çağırıyordu. Şu anda çoğu yerde artık çağırmıyor bile. Çünkü orada neticeye ulaştı, eksiklik giderildi. Artık bu tür faaliyetlere de ihtiyacı kalmadı. Ben hepsini aynı kafeye koymak istemiyorum. Mesela Üsküdar Belediyesi, bu konuda bana bir salon tahsis etti ve "istediğin gibi kullan" diyor. İşte orada kurs açtık, kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu sanata gerçekten sıcak bakan başka yerler de var. Mesela Konya her faaliyetlerinde çağırırlar. Bu çağırışlarının amacı ise sadece bizi desteklemektir. İşte böyle birkaç yer var ama bütün olarak camiamızdaki anlayış, çöpten, çukurdan, çamurdan bilmem yol yapımından, en son her şey güllük gülistanlık olunca "belki bir gün tiyatro yaparım" gibi bir anlayış var. Bu da hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Maalesef.

Kaynak: Cuma Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.